Kuzey & Güney bu hafta, geçen
haftanın gerilimi ve heyecanı en yüksek noktasından başladı, Güney’in hayatını
altüst edecek bir olayla da noktalandı. Şüphesiz ki, geçen haftaya göre daha
sakin bir bölümdü. Ama bu sakinliğin içinde öylesine bir dram işleyip
yansıttılar ki ekran başındakilere, sanırım başlıktan da bugünkü konumuzu
anladınız.
Önce bu bölüme şöyle bir genel
olarak bakıp gözümüze takılanları konuşalım. Kuzey’in Ali tarafından kurtulması
hepimiz tarafından bekleniyordu elbette. Dolayısıyla çok fazla bir heyecan hissetmedim
ben seyrederken. Belki o mezara Ali gömülmüş olsaydı, bir parça daha heyecan
dozu artardı. Ama Kuzey’in başrolde olması ve haliyle kurtulma ihtimalinin
kesin olması sebebiyle, sonucunu bildiğimiz olaylardaki sakinlik mevcuttu
bendenizde. Sadece mezar sahnesinin gerçekten nefes kesici olduğunu söylemeliyim.
Nefes kesici derken mecaz yaptığımı sanmayın. Gerçekten insanın kendisini o
daracık yerde düşünmesi, hele hele canlıyken bunu yaşaması kadar korkunç bir
şey olamaz sanırım. Ama Ali gibi dostun varsa, bin
tane Ferhat gibi düşmanın olsun ne olur ki. En nihayetinde Kuzey kurtuldu, Ali
bir kez daha dostluğunu gösterdi, Ferhat odunu kafasına yedi, Simay ailesi tarafından
terk edildi ve her şey gönlümüze göre sonuçlandı.
Ne yalan söyleyeyim, Ali-Kuzey
dostluğunu seyrederken imrenmemek mümkün değil. Yemek sonrası Ali evden
giderken, Kuzey ile karşılıklı bakışma sahnesine dikkat ettiniz mi bilmem. İşte
budur dedim ben, dostluk budur, kardeşlik budur, bir bakışta teşekkürünü ve
minnetini anlatabilmek, bir bakışla yaptığının zerrece önemli olmadığını
anlatabilmek, konuşmadan karşılıklı anlaşabilmek. Ve Tatlıtuğ ile Kocaoğlu’nun
devleşen oyunculukları sayesinde bunu seyirciye de anlatabilmek. Bu bölümün en
nefis sahnelerinden biriydi kuşkusuz.
Bu arada Cemre erkek olaymış,
Kuzeyi bile geride bırakacakmış delikanlılıkta. Güney’e sokak ortasında verdiği
adamlık, insanlık,dostluk ve kardeşlik dersinden sonra düşündürdüğü şey bu oldu
bende..
Dostluğun en güzelini yaşarken,
aşkın en güzelini de yaşıyor Kuzey farkında bile olmadan. Benim dikkatimi çeken
bir diğer sahne Zeynep'in evindeki yemek sahnesinde Cemre’nin masa başında kendi
iç sesi ile yalnız kalmasıydı. Bir tek insanın iç sesi, seyreden binlerce
kişinin kalbini sızlatır mı? Cemre ise sızlıyor işte... Ve yemekte, Cemre’nin
şirkette hoşlandığı biri olduğunu söylediği an Kuzey’in bakışı, yüreğinin hop
edişi,yüzünün renkten renge girişi de aslında onun da Cemre’yi, en az sevildiği
kadar sevdiğini bir kez daha gösterdi..
Hep uzaktan, içten ve giderek
derinleşen bir aşk yaşıyorlar aslında Kuzey ile Cemre..Ben bu ikilinin bir
araya gelmemesinden yanayım. Böylece o gizli ama güçlü aşkın büyüsü bozulmamış
olacak..Ama Zeynep gibi sarılışından, konuşmasından, gülüşünden, öpüşünden
yapmacıklık akan bir sıradanlıkla da sinirimi bozmak istemiyorum açıkçası.
Gülten Hanım içinde küçük bir
cümlem var. Gülten Hanım gibi annen olsun, yüz bin tane derdin olsun arkadaş
ya. Kadın bir gülüyor, hiç gülesi yoksa bile insanın yüzü gevşemeye başlıyor.
Kuzey sonunda girişimcilik ruhunu
Özmakara ile beslemeye karar verdi. Babası da elbette her zamanki gibi yanında
ve destek idi. Ve bir güzel sahne de, babasının ilk makara deneyiminden sonra,
Kuzey’e sevgiyle,inançla,güvenle bakan gözlerini görmekti. Ama elbette ki,bu
girişim, neredeyse iki kardeşin birbirine girişmesine yol açtı. Hele Ferhat ve
Simay’ın karıştırdığı küller, kaza olayının ateşini canlandırıp, Güney’in hiç
beklemediği bir anda polisi karşısında bulmasıyla sonuçlanınca. Güney’in bu ihbar
için şüphelendiği tek kişi Kuzey olacaktı elbette..Çünkü o anda Kuzey ile Ali, yanlış
zamanda, yanlış yerde duruyorlardı ..
En nihayet Güney…
Güney her geçen gün istediği
hedefe doğru adım adım yaklaşıyor elbette buna itirazımız yok. Güney zirveye
giderken, yanına yalnızlığın dayanılmaz ağırlığını alabildi sadece. Ve bu yük
eminim daha da artacak ileride. Bir insan için kardeşi tarafından “Hiç kimse”
olarak nitelendirilmenin azabını, evine bir yabancı gibi gelmenin ve kendi
ailesinin yemek masasında, kendi boşluğunun yabancılar tarafından
doldurulmasının ızdırabını yaşadı Güney. Çevresindeki herkes ona sırtını
dönmüşken, Güney için Banu gibi her an kopmaya hazır bir pamuk ipliğine
sarılmak ne kadar kurtarıcı olabilirdi ki? Hele hele Banu hakkında öğrendiklerinden
sonra. En sevdiklerini dipsiz kuyulara
indirip, orada yalnız bırakırken, kendi öz kardeşinin hayatını,kendi menfaatleri
uğruna harcarken, para,güç, kariyer kazanırken, kendi öz babasını bile konuşmak
için ayağına çağıracak kadar kibirlenmişken, hiç düşünmedi Güney bunun
bedelini..
Ama o bedel
hiç beklemediği anda, karşısına çıkıverdi..Ve kendi evinin merdivenlerinden
gözyaşları içinde aynı dipsiz kuyuya indiğini fark ediverdi aniden..Hak edilmiş
hüzünlü bir yalnızlığa müebbet mahkûm olduğunu anlamanın en güzel kanıtıydı
gözyaşları.
Güney mutsuzdu
ve mutsuz olacaktı. Zira hangi güç, hangi para yalnızlığa çare olabilmiş ve
onun getirdiği hüzne sihirli bir değnek gibi dokunup mutluluğa çevirebilmişti
ki ?.. Ve hangi aşk, hangi zenginlik kurtarabilirdi onu, içine düştüğü hırs ve
yükselme tutkusunun sürüklediği yalnızlıktan..Hele polis artık kapısına
dayanmışken, belki de en büyük yalnızlığını yaşayacaktı yalnız insanlar
arasında bir hapishane koğuşunda..
Bakalım
önümüzdeki bölümler bize bu sorularımızın cevaplarını ne şekilde verecek..Güney
mi kazanacak, yalnızlık mı göreceğiz..Şimdilik Kuzey&Güney'den bu kadar..
Siyah İnci’den
sevgiyle…