28 Kasım 2012 Çarşamba

Öyle bir büyür ki insan...



 

Hayatın belli köşeleri vardır. Yürüdüğü yolda, yaşı kaç olursa olsun, bir gün o köşeye denk gelir insan..O köşeyi döner ve hiçbir şey eskisi gibi olmaz sonrasında. Çünkü bir önceki sokaktaki insan değildir artık köşeyi dönen kişi, başkası olmuştur. Fiziksel olarak birkaç dakika öncesinden hiçbir farkı olmasa bile, yüreğinde hissettikleri, öğrendikleri ile hareket etmeye başlar..Kısacası büyümüştür..

Bazen kafasına yediği bir kurşunla büyür insan..Aydın gibi..İnandıkları uğruna dimdik yürüdüğü yolda, hain bir elin ucunda patlayıveren silahın kurşunu ile ölürken, ismiyle, cismiyle, davasına feda ettiği canı ile kocaman olur,böyle büyür yüreklerde, ismi dillerde, kendisi en güzel hikâyelerde..

Davası uğruna hayatlarını verenler kadar, aşklarını feda edenler de çabuk büyürler Ahmet gibi..Gençliğinin en güzel çağlarını, yüreğinin acısına ve sevdiğinin hasretine mahkûm ederek, kimi zaman çok uzaklarda, kimi zaman sevdiğinin karşısında elini bile tutmaktan korkarak. Bir sinema koltuğunda yan yana oturmanın tesellisi ile kavuşacağı günün hayalini birleştirerek söz geçirir vaktinden önce olgunlaşan yüreğine..

Bazısını hasret büyütüverir. Deniz Yıldız gibi..Minicik bir kalp, anneye muhtaç bir beden, sıcacık bir kucak arayan kolları ile küçük yaşta kocaman gözyaşlarının, kocaman özlemlerin sahibi olur insan..Ve kendisine çok yabancı, bir o kadar yakın dadısının kollarında arar çaresini. Küçücükken büyür insan, derin derin bakmayı öğrenir hüzün dolu gözleri, annesine olan özlemini anlatıp dertleşecek kadar büyümüştür o, her ne kadar oyuncaklara söylese de ninnisini…

Soner gibi, evladı ile büyür kimi zaman insan..Kabullenemediği gerçeklerin, en sert tokadı minik bir çocuk olarak çarpar yüzüne. Ne vazgeçebilir, ne kabullenebilir insan bu gerçeği..Hiç tatmadığı duyguların, hiç bilmediği oyunların kahramanı oluverir bir anda. Ve küçücük bir yürek ile beraber atmaya başlar kalbi, onun gibi düşünüp, onun gibi istediğinde anlar ki, o artık bir babadır..Ve babalar çok büyüktür aslında..

Evet, babalar dağ gibidir. Yıkılmazlar kolay kolay, çünkü onlar çoktan büyümüşlerdir. Ama bazen babalar da, hem de büyüdüklerini zannettikleri anda ,küçücük minicik kalıverir, yığılıverir bir mezar başında..Babalar evlatlarının mezarında yıkılırlar ancak..Aydın’ın babası Halit gibi..Büyüdüğünü sanan her babanın, en ağır sınavıdır zira büyümenin böylesi..

Kimi zaman sevgilisini, sevdiğini kaybederek büyür insan..Hakan gibi..Hatta öylesine büyür ve olgunlaşır ki, kendisini sevmeyeni kendine yar etmektense, azat edip bir başkası ile mutlu olmasına bakıp kendini teselli bile eder. Evladının bir başkasına baba dediğini duyarak büyür insan bazen. Çığlıklar atmak isterken susarak, bazen de gözyaşlarını yüreğine akıtarak..

Peki ya eline bir silah tutuşturulup, bir insanın canını alarak büyüyenler..Mithat gibi, henüz kendi ile aynı yaşta, aynı hayallere sahip, aynı sevgilere muhtaç bir genci, kendisinden farklı olduğunu zannederek, genç ve masum ellerinin içine, sevgi yerine silah alıp doğrultan, bir insanın hayatını alan, sonrasında acının ve vicdan azabının, pişmanlığın büyüttükleri. Şüphesiz, haklı ya da haksız, en zor büyümektir böylesi..

Hayat bazen, anne babamızla da büyütür bizi. Onların sayesinde büyürüz. Zehra gibi..Bir gecede babam dediği insanın, ona yıllarca baba kadar yakın, ama bir yabancı kadar uzak olduğunu öğrenmenin büyüttüğü yürekler de vardır elbette. Kendini anne ve babasının prensesi zannederken, yeni tanıdığı babasının evinde yemek pişirmeye çalışırken büyür bazen insan..

Bazısı da büyük sınavlarla büyür bir gecede, bir beyaz örtünün altında yatan, canı gibi sevdiği, kardeşim dediği, beraber yürüdüğü arkadaşının,kardeşinin,anne babasının saçını okşarken,onun ölümün soğukluğunu yansıtan yüzüne bakıp ağlarken..Osman gibi..Ölümün yüzüne bakıp, artık ömrünün sonuna kadar unutamayacağı bir hatıra kazımıştır hafızasına..Yürek çırpınır şiddetli dalgalarla, gözden akın akın taşar bu dalgalar, beden büyür, akıl büyür, yürek büyür, ellerinin arasındaki birkaç tutam saç yumuşaklığında..

Hep çocukların ağladığını düşünürüz, yakıştırırız hatta..Ama bizi asıl büyüten, çocukça bir şımarıklıktan vazgeçip,acı ile, hasretle, aşk ile, ölümle, öfkeyle ve elbette sevgiyle, yürekten gelen bir gözyaşına sahip olduğumuz andır..

Öyle bir geçer zaman ki ekibine, son iki haftada bizi, hayatımızda büyüten pek çok olayla karşı karşıya getirdiği için teşekkürlerimizle..


Küçük bir not : Bu kadar güzel duyguları yaşatmak elbette ki güzel yüreklerin işi..Ancak bir bölümü 2 saat 10 dakika süren dizinin, bütün bu güzellikleri seyrettirirken, bunalttığı da bir gerçek. Dizi sürelerinin çok daha makul sürelere indirilmesi, hem emek verenler, hem oyuncular hem de biz seyredenler adına yapılmış en doğru hareket olacaktır.


Siyah İnci’den sevgiyle..

www.twitter.com/blackpearl42

20 Kasım 2012 Salı

Bırakalım Kuzey’i, Güney’i, Cemre’yi bir kenara..Şimdi sıra anne ve babalarda.



 
            Bu özel bir yazı..Geçen sezon Kuzey&Güney için birkaç tane daha böyle özel yazı yazmıştım. Sürekli takip eden okuyucular bilirler ki, özel yazılarda bölüm yorumlarımız olmaz. Bu tür yazılarımda, esprili ve muzip ifadeler de yer almaz. Daha çok karakter analizi yapmaya çalışırım elimden geldiğince. 

            Bu sezonun ilk özel yazısında, anne ve babalara, onların psikolojilerine bakmaya çalıştım bir parça. Elbette ki, yazıya geçmeden önce, ilk fikri veren ve karakterleri analiz noktasında, başka bir pencereden bakmama sebep olan Sevgili Buğra Gülsoy’a teşekkürlerimi sunmak isterim.

            Kim iyi, kim kötü..Bunu konuşmak güzel..Ama kim niye iyi, niye kötü..Bunu düşünmek çok daha güzel..Cümlesinden yola çıktım ve dilimin döndüğünce, kalemimin yettiğince, anne ve babaları yazmaya çalıştım. Bakalım neler çıkmış yüreğimizden, hissettiklerimizden..

            Kuzey Güney’in şüphesiz genç karakterleri kadar, onların anne ve babaları da, çok karışık karakterler…

            Sami Baba…

         Sami Baba karakteri, eminim çok tanıdık geliyor insana. Zira pek çoktur böyle sevgisini gösteremeyen baba..Çünkü baba dediğin sert ve otoriter olmalıdır çocuklarına..Ve Sami Baba’nın dilinden döküldüğü gibi..Ne gördüyse babasından, öyle sanmıştır baba olmayı da..Her ne kadar sert ve huysuz gibi görünse de, evlatlarına düşkün bir baba aslında. Ama işte o baba olmanın getirdiği sorumluluk ve belki kendi babasından da aynı tavırları görmenin sonucu Sami Baba’da bu davranışın doğru olduğunu, baba olmanın böyle davranmayı gerektirdiğini zannederek sert bir baba olmuş..Hep sessiz ağlayan, suskun seven ve en zor dönemde bile yıkılmaz görünen kişilerdir genelde babalar..Çabuk sinirlenen ve bir o kadar çabuk pişman olan bir adam Sami bey. Dürüst, hem de çok dürüst, doğru bildiğinin peşinde gidiyor sonuna kadar,haksızlığa asla tahammülü yok ve bu haliyle aslında kendi tezini doğruluyor. Çünkü Kuzey’de tıpkı babası gibi, babasından gördüğünü kendine doğru davranış olarak seçmiş. Sami Baba için babası ne kadar önemliyse, Kuzey içinde Sami baba önemli..Kuzey bunu ‘Sen benim kahramanımsın’ diyerek te onayladı zaten...Sami baba içinde, yüreğinde şefkatli, evlatlarına kıyamayan, onları çok seven, iyi olmalarını isteyen, ama zamanında babasından gördüğü yanlış babalık yüzünden, kendisi de yanlışlar yapan bir baba. Kötü değil kesinlikle. Ama evladının başını okşamayı yanlış bulan ve bu haliyle bile ne kadar yanlış babalık yaptığının farkında olan bir baba..İyiliğini içinde taşıyıp, kötü huylarını dışarı vuran, onu ancak yüreği ile görebilenlerin anlayabildiği bir insan..Bütün bu özellikleri onu Kuzey’in babası yapıyor işte.. İçten içe Kuzey’in başına gelenlerin ağırlığını taşıyor yüreğinde. Güney yükseldikçe, Kuzey’e olan vicdan azabı artıyor Sami Baba’nın. Bu yüzden Kuzey’e bu kadar destek oluyor. Kuzey’i daha çok koruyor. Onun başına bir daha kötü bir olay gelmemesi için, kendini feda edecek kadar seviyor oğlunu. Göstermese de, gösteremese de..Sami baba sevgisini ifade etmek için, kelimelere sığınmıyor. O istediği zaman bir bakışıyla, dudağının ucunda beliren küçücük bir tebessümle bunu hissettiriyor zaten.

            Handan Hanım..

            Şüphesiz ki, Handan Hanım’ın öncelikle çok ezilmiş bir kadın olduğunu söyleyebiliriz. Sami gibi huysuz, her an sinirlenen, kırıp döken, azarlayan, aşağılayan bir adamla yaşamanın derin etkileri var üzerinde. Bunu en yoğun olarak, Güney’in evine yerleştikten sonraki, hizmetçilere hükmeden, emirler verip onları azarlayan tavrında görmekteyiz. Evdeki görevliyi azarlayarak sınıf atladığını düşünüyor. Emirler alan Handan’dan, emirler veren Handan’a dönüşmesinin keyfini sürdüğünü görüyoruz. Handan Hanım’ın en çok hoşlandığı da bu galiba..Kırık ve yaralı egosunu, yeniden ayağa kaldırma çabasında o..Sürekli susturulmuş, azarlanmış, kendi isteklerini, istediklerini yaptırtamamış bir kadın..Ve onun asıl başını döndüren, paradan daha çok bu güç duygusu..Kendini bir nebze Ebru Hanım ile kıyaslıyor. Bu yaştan sonra kendine rol model olarak onu seçmiş, fazlasıyla geç bir seçim olsa da bunu hissedebiliyoruz. Onun gibi olabilmek istiyor ama hiç alışkın olmadığı bir hayatın içine kendini oturtabilme çabası onu fazlasıyla yapmacık ve eğreti yapıyor. Öylesine hırslı ki bu hayatı kaybetmemek için her bedeli ödemeye razı gibi görünüyor. Kuzey’in Handan hanıma veda ederken, oğluna sarılmak dahi istememesi, soğuk bir tavırla güzel dilekler dilemesi de bu ruh halini yansıtıyor aslında. Sanki oğluna sarılsa, Kuzey’i kabullense suç işleyecek ve yeni hayatında Kuzey’i kabullenmeyenler, onu da dışlayacaklar gibi korkuları var...Eski hayatına, sıkıntılı günlerine asla dönmek istemiyor. Güney’in yanında, Güney’in bile kendini henüz tam yerleştiremediği o evde, bir sığıntı gibi yaşamak bile ağır gelmiyor bu yüzden Handan Hanım’a.. Bazen saflık derecesindeki iyi niyetli konuşmaları, eski hayatından kalan bir takım alışkanlıkları zaman zaman onu komik duruma da düşürüyor. Ama diğer taraftan, Handan Hanım bir anne. Üstelik yaşadıkları gerçekten çok ama çok zor. İki evladının arasında kalmış bir kadın. Başında huysuz bir koca. Her şey iyi olsun isterken, daha da beter karışıyor ortalık ve Handan hanımın bunları düzeltmeye gücü yetmiyor. Aslında o da her iki evladının iyiliğini istiyor, ama kendi hırsları, ezilmişlikleri, kırgınlıkları onu Güney’e daha çok yaklaştırıyor. Ve belki bu yüzden bencil bir kadın Handan Hanım. Bütün bu özellikleri onu Güney’in annesi yapıyor.

            Ebru Hanım..

       Ebru Hanım’ın anneliği deyince akla güç ve otorite geliyor. Her iki çocuğuna da fazlasıyla resmi ve uzak. Çok katı bir anne.. Bunun en büyük sebebi yönetmek zorunda olduğu büyük servetin, iyi niyet ve şefkate yer bırakmaması olsa gerek. Ebru Hanım için önemli olan tek şey ailenin ismi ve parası..Serveti söz konusu olduğunda, her türlü acımasız ve katı tavrı açıkça ortaya koyuyor. Sınırları belli ve asla bu sınırların geçilmesine tahammülü yok. Olması gereken ne ise onu yapıyor, karşısındaki evladı bile olsa dinlemeden üstelik. Savunma mekanizmasını çoktan kurmuş. O ailesini de tamamen ticari bir varlık gibi görmekte. Barış ile Cemre’nin evliliğinin sürmesini istemesi de bu yüzden. Servetini etkileyecek, gücünü kaybedebileceği savaşlarda, ailesini koz olarak kullanmaktan çekinmeyen bir kadın. Ebru Hanım’ın bu halinin en önemli sebeplerinden biri, geçmişte yaşadıkları olabilir. Muhteşem bir hayatın içinde iken, kocası tarafından aldatılmak, üstelik evin hizmetçisinin kendisine tercih edilmesi, gayrimeşru bir çocuk, bütün bunların gizlenmesinin sonucunda iki kardeşin birbirleri ile yaşadıkları aşk, elbette ki çok güçlü bile olsa bir kadına ağır gelen durumlar. Ebru Hanım’da bütün bunlardan uzaklaşmayı tercih etmiş ama kocasının ölümü ile geri dönmek zorunda kalmış bir kadın. Dolayısıyla böylesine ağır skandallar, hem hayatını altüst etmiş, hem de onu acımasız ve güçlü yapmış. Bu sebeple, hiçbir yanlış davranışa tahammülü yok. Bir parçada olsa Sami Baba ile benzerlikleri var Ebru Hanımın. Oda sevgisini göstermiyor evlatlarına. Ama içten içe ikisinin de kötü olmalarını istemiyor. Güney’i kabullenmesi bile onun evladının iyiliği isteyen bir anne olduğunu gösteriyor..Ama diğer taraftan Cemre’yi kabullenmesi de, onun dışarıdan görünecek aile imajına verdiği önemi anlatıyor..Cemre ya da Güney umurunda bile değil Ebru Hanım’ın aslında. Hatta bir noktadan sonra Banu ve Barış’ın mutlulukları da önemli değil. O sadece kararları kendisi vermek istiyor, son sözü söyleyen o olduğu sürece kimin ne yaptığı çok ta önemli değil. Bu noktada da, geçmişte kendisinin kontrolü dışındaki yaşananlarında etkisi var elbette. Banu’nun duygusal yaşamının ve sevilme ihtiyacının sebebi olan Ebru Hanım, aynı zamanda Barış’ın da herkesi gizli kapaklı idare etme, kontrol altında tutma davranışının sebebi olmuş ister istemez..


            Gülten Hanım..

        İdeal bir anne adayı gibi görünse de, derinlemesine baktığımızda hataları da çok Gülten hanımın. Handan Hanım ya da Ebru Hanım’ın tersine, evladına çok çok düşkün bir anne. Asla başına kötü bir şey gelsin istemiyor. Aslında iyi ya da kötü, belli etsin ya da etmesin, her anne baba evladına bir şey olsun istemez. Ama Gülten Hanım, fazla koruyucu, fazla düşkün evladına. Bunun en büyük sebebi, geçmişte yaptığı büyük yanlışların, evli bir adam ile beraberliğin hayatına getirdiği zorluklar. Öncelikle evlilik dışı bir çocuk sahibi olmanın toplumdaki ağır yükü, bu çocuğu yani Cemre’yi tek başına büyütmenin, iki kişilik bir dünya kurmanın sonucunda, Cemre için fazlasıyla hassas. Cemre, onun yaptığı yanlışları yapacak diye ödü kopuyor..Bunu ilk sezonda Cemre, Güney ile golf turnuvasına giderken sıkı sıkı tembihlemesinden anlıyoruz. Ve fakat bu hassasiyet, Gülten Hanım’ın zaman zaman büyük hatalar yapmasına sebep oluyor. Cemre’nin Kuzey ile beraber olmasını istemiyor, bir anne gözüyle bakınca haklı da. Ama aynı Gülten Hanım, kızının iyiliğini düşündüğünü sanarak, onu sevmediği bir adamla evliliğe zorluyor. Burada haksız olsa bile, o sadece geçmişinde yaşadığı zorlukları Cemre yaşasın istemiyor. Çok genç yaşta anne olmuş, dolayısı ile kızı ile arasında bir arkadaşlık ilişkisi var. Onunla dertleşiyor, ağlıyor, üzülüyor, elinden geldiği kadar destek oluyor. Hayat ile olan savaşını,  deli dolu, neşeli, eğlenceli bir kişilik olarak kazanmaya çalışıyor. Ama içten içe çok üzüldüğü, endişelendiği de oluyor. Özellikle söz konusu olan Cemre ise, adeta dişi bir aslan kesiliyor Gülten Hanım. Onun gözünde Cemre, altın bir kafese kapatılması gereken bir bülbül adeta. Her an kızının başına gelenleri kontrol altına almak istiyor, ama Ebru Hanım’dan farklı olarak, o bunu evladına olan sevgisinden yapıyor. Güçlü bir kadın, hayata tek başına tutunmayı başarmış bir kadın..Aynı zamanda da kadın gibi kadın..Süsüyle, makyajıyla, saçıyla başıyla cilveli bir kadın…Ama bir o kadarda namuslu. Küçük flörtleri seviyor. Bunu Zeynebin babası Hüseyin ile olan ilişkisinde görüyoruz. Aynı zamanda da çok dikkatli ve mesafeli. Geçmişte aldığı yara, onun kolay kolay bir erkeğe güvenmesini engelliyor. Ve müthiş bir oyuncu Gülten Hanım. İçinden bir şeyi düşünüyor, ama ortama en uygun davranış ne ise onu uyguluyor. Bu sebeple herkesi ve her olayı kolayca idare edebiliyor. Yine de onun hataları, diğer iki anneye nazaran daha iyi niyetli yapılmış hatalar diyebiliriz.

            Hüseyin..

       Zeynebin babası..Aslında dizinin en silik karakterlerinden biri olan Hüseyin baba, sakin sessiz kendi halinde bir adam. Gülten Hanım’a karşı içten içe bir ilgisi var. Bunu da zaman zaman belli etse de, son dönemde Gülten Hanım’ın hayli karışık hayatı yüzünden, bu duygularını biraz bastırmış gibi görünüyor. İyi niyetli bir adam Hüseyin. Aynı zamanda bir parça da ezik. Bunun sebebi, hayatındaki kadınların hayli güçlü olması sanırım. Eski eşi, müthiş kendine güvenli, güçlü bir kadın karakteri. Kızı Zeynep, annesi gibi güçlü, baskın, yeri geldiğinde asileşen bir kız. Dolayısıyla Hüseyin Baba, iki kadının gücü arasında ezilip sinmiş bir karakter. Gülten Hanım’a duygusal bir yakınlık hissetmesinin sebeplerinden biride bu sanırım. Onun güçlü ama aynı zamanda neşeli, cıvıl cıvıl halini seviyor. Bir baba olarak evladını çok seviyor elbette ve ona bir zarar gelsin istemiyor. Bunu açık ve net şekilde ortaya koyarak tepkilerini gösteriyor bazen ancak Zeynebin asi tavırları ile baş etmek zorunda kalabiliyor çoğu zaman. Ve genellikle de kaybediyor. Hayatının merkezindeki kadınların hepsi güçlü kadınlar ve Hüseyin Baba genellikle onların savaşlarının ortasında kalıyor hep. Oda her şeyin iyi olmasını isteyen ama çok baskın olmayan karakteri sebebiyle bunları engelleyemeyen biri..Biraz kaderci bir yaklaşımı var. Yani başına gelenlerin en doğrusu olduğunu düşünüp kabullenen ve hayatını bu doğrultuda yürütmeye çalışan biri. Kızı ile çatıştığı noktalardan birisi de bu zaten. Zeynep hayatı zorlamayı seviyor. Hüseyin baba ise, başına gelene razı olmaktan yana..Bu sebeple de, etkileyen değil genellikle etkilenen taraf oluyor. Olayların akışını değiştiren değil, o akışa uyum gösteren biri olmayı tercih ediyor . Bu hali de onu özellikle Gülten Hanım’ın gözünde biraz pısırık yapıyor. Dolayısıyla, Hüseyin Baba’nın duygularını açması biraz zor görünüyor. Özellikle son gelişen olaylarla beraber, Cemre ve Zeynebin karşı karşıya gelmesi de Gülten Hanım’ın onun kalbinde gömülü bir sevgi olarak kalmasına yol açacaktır. Bu haliyle Hüseyin Baba, iyi olmaya çalışan ama eline yüzüne bulaştıran bir baba karakteri sadece..

            İşte Kuzey&Güney dizisinin anne ve babaları..

            Kötüler mi..Hiç biri kötü değil..Fazlasıyla gerçekler sadece..Hepimizin iyi ve kötü özellikleri olduğu gibi, onlarında iyi yönleri ve kötü yönleri var..Hepsi de evlatlarının iyiliğini istemekte. Çoğu zaman onlara kötülük ettiklerini bilmeseler de..

          
    Ve şüphesiz, bütün bu karakterler ile iç içe geçmiş oyunculuklar..Ustalar..Her biri ellerinden öpülesi, her biri ayrı bir okul adeta..Seyrederken bizi içlerine çekerken,oyunculuklarıyla gerçeğin ötesini bizlere sunarken,  elbette ki ayakta alkışlanmayı ve saygıyla ellerinden öpülmeyi hak ediyorlar...Var olun, sağ olun..

        Ece Yörenç-Melek Gençoğlu’nu da unutmamak gerek. Böylesine karışık, böylesine gerçekçi insan karakterleri yazabildikleri,bizlerle tanıştırdıkları  ve seyredenlerin kafasında oluşturdukları bunca güzellik,yüreklerinde hissettirdikleri bu kadar duygu için onlara da sonsuz teşekkürler..Kalemlerine sağlık diyoruz..

 


            Siyah İnci’den sevgiyle…

            www.twitter.com/blackpearl42


           

19 Kasım 2012 Pazartesi

Kayıp Şehir'de işler zor..



           
                Kayıp Şehir, giderek bizi içine çeken öyküsüyle sakin sessiz yoluna devam ediyor canlarım malum. Büyük şehrin karmaşası ile boğuşan kalabalık aile dramlarının alışılmış çizgisinden,  az biraz farklı bir şekilde yürüyor. Her karakterin sağlam işlenmiş hikâyesi, dengeli dağılımı, üstüne her bir oyuncunun özenli performansı eklenince,  izlemelere doyulmayan bir lezzet çıkıyor ortaya. Ama malum benim adım Siyah İnci, biraz huysuzumdur bilirsiniz, illaki takacak bir şeyler bulur çıkarır, yazarım..Bakalım bu son bölümde neler görmüş geçirmişiz..

                Şimdi İsmail kardeşimin düğünüyle başlayalım bence. Malum, ikisi de annelerinin inadını kıramayınca son çare kaçmışlardı. Düğünde Zeyneb’in annesi Vahide Hanım yine tutamadı çenesini. Yahu kadın kızın kaçmış zaten, hala neyine laf ediyorsun. Üstelik İsmail’e iftira attın, olmadı o da tutmadı, birde aldatıldığını öğrendin, sinip oturacağına hala çenen çalışıyor maşallah. Neyse ki Allah’tan oğlan tarafı gelin kızı da aldı, düğünü terk etti de rahat bir nefes aldık. Fakat o da ne. Koskoca futbolcumuz İrfan, sanki İstanbul’da başka yer kalmamış gibi, aileyi aldı götürdü küçücük meyhaneye tıkış tıkış doldurdu. Cebinde paran var kardeşim, götürsene lüks şık bir yere insanları. Hepsi dizildiler bardak gibi. Aysel kızımda ayakta dikildi kaldı. Ona da bir otur diyen olmadı. Kızcağız ayakta helak oldu saatlerce..Aslında bu biraz da Aysel’in o ailenin içine hiçbir zaman kabul edilmeyeceğinin de küçük bir ifadesi oldu bana kalırsa..İrfan koskoca istanbulda âşık olacak kimseyi bulamadı mı..Annesine nasıl kabul ettirecek Aysel’i acaba. Zaten Meryem anne, düğünde kime bakacağını şaşırdı kadıncağız…

                Ama Allah için, Aysel’i, Duygu’su, Zenci gitaristi ile epey eğlenceli ve ilginç bir düğün oldu. Bu arada söyledim mi bilmiyorum ama ben Duygu’ya çok gülüyorum. Ne muzip ve sevimli kadın..Şahane oynuyor. Aysel karakterine hayat veren Gökçe Bahadır ile müthiş bir ikili olmuşlar. Çok keyif alıyorum ikisini izlerken..Bu arada hazır Aysel demişken, Sezen Aksu’nun İstanbul İstanbul Olalı şarkısını muhteşem söyledi diline sesine sağlık. Sanırım kendi sesiydi Gökçe Bahadır’ın. Eğer öyleyse, şahane bir sesi var fark ettiniz eminim. Nedense bu diziye Sezen Aksu şarkıları hâkim ve cuk oturuyor her biri..

                Ben bir de dedemizin şivesine takmış durumdayım. Sanırım dublaj yapılıyor Ahmet Mekin’e. Ama o konuşan her kim ise, sanki kâğıttan okuyor o Karadeniz ağzını. Öylesine eğreti duruyor. Üstelik bütün ailenin şahane bir İstanbul Türkçesi konuşuyorken, dedemizin şivesi biraz göze batıyor açıkçası..

                Gelelim Seher kızımızın hafiften gözünün kaydığı Esmer gitaristimize. Aman diyeyim Seher, sen sen ol hiç bu çocuğa âşık olayım falan deme..Annenin yüreğine iner vallahi. Şimdi Meryem’e de hak vermemek mümkün değil zaten. Kadın hangi birinin peşinde koşsun. Seher’e zenci bir gariban göz koydu, İrfan desen iyi hoş ama pek lüzumsuz. Nerede ne konuşacağını bilmez, öfkesine hâkim olmaz, sonda söylenecek lafı başta söyleyen bir tip. Hepsini bir kenara bıraktık, kalktı gitti elin hayat kadınına âşık oldu.  Sadık hiç ismiyle alakası olmayan, nereye çekersen oraya gidecek bir serseri adayı. İsmail kardeşim desen evlendi geldi ama işi gücü yok.  Kadir’e gelince bir bakıyorsun hak hukuk peşinde koşmakta, bir bakıyorsun meyhane kapısında Zehra ile halay çekmekte. Hayır, o halay ne manasız oldu çok güldüm. Girin içerde adam gibi oynayın. Yok, halay çekmeyi unutmuşlarda, bilmem neymiş. Onlar saçma sapan halay çekti, ben de bol bol güldüm sayelerinde..

                Neyse biz Seher kızımıza gelelim. Çok şeker ve tatlı..Üstelik geleceği parlak. Tek eksiği var. O da henüz anne olmaması. Hani annelerimiz bize hep derdi ya “anne olunca beni anlarsın” diye. Seher ne yazık ki çok genç, güzel ve masum. Annesinin, üzerine düşmesini anlayamıyor şimdilik ama Meryem kadın çok haklı. Oğullarını koruyamamaktan korkuyor ki, Seher için nasıl korkmaz. Üstelik daha ilk izin verişinde Seher kalktı gitti bir partiye. Biz boğazımızı patlatsak duymayacak Seher anlaşılan. Gitti o zenci oğlana yine. Üzerine de Sadık gelmez mi..Yahu Sadık sen sanki çok pırıl pırılsın da, gelmişsin Seher’i rezil ediyorsun. Ama diğer bir bakış açısıyla, Sadık girdiği ortamların farkında ve Seher’i biricik kız kardeşini yakıştırmadı o ortama diyelim. 

                Bu bölümün benim gözümde en şahane sahnesi Aysel’in geçmişiyle yüzleşmesi ve hesaplaşmasıydı..Yaprak Dökümünde Leyla karakterinde çok iyi bir oyunculuk çıkarmıştı Gökçe Bahadır. Şimdi Kayıp Şehir’de bir hayat kadını rolünde. İnanılmaz zor bir karakter..Üstelik dümdüz biri değil Aysel. Gel gitleri pek çok. Yaşadığı hayatın izlerini içinde, yaptığı işin izlerini de kılık kıyafetinde ve tavırları da taşımakta..Konuşması, tavırları, bakışları ile Gökçe Bahadır çok ama çok başarılı..Aysel’in ruhundaki yaraları, başına gelenlerin hayatındaki yansımalarını içimize işlete işlete oynuyor. Bu son bölümde çocukluğundan kalan ve şimdi kendisinin olan eve gitti İrfan ile…Merdivenleri çıktı, kâh geçmişle yüzleşerek, kâh kendiyle hesaplaşarak..Her türlü çirkin anının, yaşadığı ızdırabın izlerini yüzünde taşıyarak. Ve bir çerçevenin kenarına iliştirilmiş, çocukluğuna dair bir vesikalığa korkarak dokunarak o günlerin hesabını verdi yeniden..Bu kez yalnız değildi. İrfan vardı onu anlayan, belki hayatında hiç olmadığı kadar saçını okşayıp onunla beraber ağlayan..Çok yanlış bir aşk onlarınki, ama bir o kadar da gerekli..

                Ethem kardeşim ise nerde ne oyun çevirsem diye düşünüp duruyor da, benim ona kısaca bir iki kelamım olacak. Ethem abi, sen bu kadar paraya, pula, lükse kavuşmuşken, sözüm ona Aysel’i de deli gibi seviyorken, bunca zaman hiç mi aklına gelmedi Aysel’i o bataktan kurtarmak, o mahalleden çıkarmak. Kadın dediğin, en delikanlı geçineni bile olsa, korunup kollanmaktan hoşlanır benden söylemesi. Kızcağız bu hallere gelene kadar senin aşkın sevgin nerelerdeydi acaba, şimdi hiç köpürme boşu boşuna..

                Kadir kardeşim de, son dakikada süper kahramanlığa soyundu ya ben ne diyeyim. Ailenin en sessiz,sakin ve hayırlı evladı Kadir, farkına bile varmadan iki aşkın arasında kalırken, üzerine doğrultulan silahlarında karşısında kaldı yazık. Üstelik kendisini işten kovan patronunu ve iş arkadaşlarını koruma pahasına..Bakalım Kadir kardeşim, iki sokak serserisi ile baş edip, hem işine hem de ona âşık iki kıza kavuşacak mı? Bunu da haftaya göreceğiz..

                Kayıp Şehir müthiş keyifli canlarım..Sadece güzel işlenen senaryonun biraz daha hareketlenmesi ve ilginç hale gelmesinin iyi olacağını düşünmekteyim. Birkaç kişinin ve bir iki konunun fazla bir gelişim göstermesi beklenemez elbette. Olaylar aynı çerçevede dönüp duruyor ve bir süre sonra bu durum, hikâyenin kısırlaşmasına sebep olacaktır. Her ne kadar güzel yazılıp oynansa bile, seyirci artık öyle entrikalara, kurgulara alıştı ki, kaliteli bile olsa bu sadelik, bir noktadan sonra seyredilme oranlarını düşürüyor. Bu konuda biraz daha özen isteyelim ve bu haftalık bu kadar diyelim..


                Siyah İnci’den sevgiyle..

                www.twitter.com/blackpearl42
               





10 Kasım 2012 Cumartesi

Emir'in Yolu için birkaç kelam...



Bu Emir’in Yolu ile ilgili ilk yazımız. Öncesinde kısa bir yazı ile dizimizin yeni formatından ve değişikliklerinden biraz bahsetmiştik. Ama şöyle derinlemesine bir yorum yapmanın vakti geldi de geçiyor bile canlarım. Daha önce de söylemiştim. Tekrarlayarak başlamak isterim ki, Emir’in Yolu, eski karakterler ve eski olaylarla bağlantılı olsa bile, bambaşka bir dizi. Dolayısıyla seyrederken yeni diziymiş gibi seyretmenin daha olumlu ve tarafsız etkisi olacaktır diyelim ve yeni dizimizin ilk üç bölümünün genel bir özetini çıkarıp yorumlayalım bakalım neler görüp hissetmişiz.

Dizinin ilk bölümü cidden fenaydı. Ama ikinci bölümden itibaren hikâye oturmaya başladı. Benim ilk söyleyeceğim Güneş kızımızın tıpatıp Feriha taklidi oluşu elbette..Seyredenlerin eminim dikkatini çekmiştir bu durum. Hareketleri, konuşması, bakışı, ağlaması bile Feriha..Yüzü de çok benziyor. Gizem Karaca bu sebepten mi seçildi bilinmez ancak bu benzerlik Hazal Kaya’nın yerini doldurmak için yapıldıysa büyük yanlış olmuş benden söylemesi. Bütün hikâyenin Güneş üzerine kurulması da bu kadar emek veren diğer karakterlere biraz ayıp olmuş doğrusu. O diziyi bugünlere taşıyan çok kilit karakterler epey geride kalmış. Şahsen ben Hatice Hala’yı, Aysun Hanım’ı, Seher’i daha sıklıkta izlemek isterim..Allah’tan Sanem Hanım Güneş ile yakından ilgileniyor da, hiç olmazsa onu görebiliyoruz. 

Süt Kız,ani bir kaza haberi ile aramızdan ayrıldı nihayet. Kim karar verdiyse yürekten tebrik etmek lazım. Zira o kadar gereksiz ve sevimsiz bir karakterdi ki Zülâl..Üstelik neredeyse süt kardeşinin eşini kendine ayarlama planları yapmaktaydı ki hayli tatsızlaşacaktı bu mesele. Dolayısıyla gitmesi pek güzel oldu. Hayırlı olsun cümlemize..

Yavuz Sancaktar kardeşime kısa birkaç cümlem var..Sen iyi bir ağabey olabilirsin, ama iyi biri değilsin bunu unutma. Kardeşine, değil en pahalısından araba almak, dünyayı satın alsan da sevimsizsin ne yapalım..Ayrıca, kardeşine arabadan önce bir cüzdan alsaymışsın daha iyiymiş. Koskoca İstanbul’u dolaşmaya çıkmış sevgili Prensesimiz Güneş, ama cebinde parası yok..Pek bir güldüm doğrusu. Bir de nereden bulduysa, koskoca İstanbul’un en ücra ve tehlikeli sokaklarına girmez mi..Neyse ki karşısına Emir kardeşim çıktı da kurtardı kendisini. Sevgili Yavuz kardeşim, senin iyi ki uçan kuştan haberin varmış yahu. Olmasaymış ne olacakmış merak ettim. Kız kardeşin Emir ile birlikte İstanbul’un altını üstüne getirdi, sen hala farkında değilsin..

Ve fakat ne kurtarma ne kurtarma, Güneş kızımız kapıldı Emir’in rüzgârına, soluğu yatakta aldı, Emir’in oyununun kurbanı oldu. Kızımız, sabahleyin o bozulmamış fönü ve makyajıyla kalkıp ta her şeyin oyun olduğunu anlayınca sizi bilmem ama ben pek güldüm doğrusu.. Yani şimdi ben söyleyince kızıyorlar da, hiç mi başka intikam hikâyesi bulamadınız gözünüzü seveyim yapmayın..Bu kadar klasik bir intikam hikâyesi olabilir mi Yarabbi ya..Seyrederken aklıma Orhan Gencebay ile Müjde Ar’ın meşhur filmi geldi..Kır Gönlümün Zincirini. Hani orada da kız kardeşine tecavüz eden adamın kardeşini kendisine âşık eden adamın hikâyesi vardı..Şöyle daha yaratıcı bir intikam hikâyesi seyretmek isterdim doğrusu. Yine de Güneş, Emir’e istediği fırsatı vermedi. Çok ta iyi yaptı. Nasıl olsa hikâyenin bu gidişi, Emir’in kendisine âşık olmasıyla sonuçlanacak. Fazla telaşa gerek yok o bakımdan..

Yok, yok…Ben bu dadıyı sevemeyeceğim canlarım kusura bakmasın kimse..O ne öyle..Güneş kızımız spor salonuna gitmiş, dadı elinde havlu peşinden koşturuyor. Gülmekten karnıma ağrılar girdi yemin olsun. Bu ne saçma sapan bir durumdur ben anlayamadım cidden.

Son üç bölümün parlayanları ise Sanem Hanım ve Hande elbette…Hande ah hande..Geri geldin nasıl güzel oldu anlatamam. Öyle bir yakışıyor ki Hande bu diziye. İşte karakterle bütünleşmek böyle bir şey. Ceyda Ateş, Evlerden Biri erken final yapınca diziye geri döndü ve çok ta iyi oldu..Nasıl güzelsin sen Ceyda maşallah..Hele koyu renk saç, o makyaj, kıyafetler şahane olmuşsun. Ben bakmalara doyamadım. Bu arada Hande kızımız geri döndü elinde kafam kadar bir tek taş yüzükle. Gözlerimi alamadım doğrusu. O yüzüğü takan Mert kardeşim de yakında kadroya dâhil olacak. Bakalım kim oynayacak Mert karakterini merakla beklemekteyim. İyi hoş güzel, Hande Koray’ı unutmuş, yeni aşklara yelken açmış, yetmemiş nişanlanmış, oda yetmemiş evlenecek. Böylelikle Pınar kızımız da büyük ihtimal Koray’a kalacak. E daha ne olsun. Gülsüm otursun haline ağlasın en iyisi..

Ama ben takılacak bir nokta bulacağım ya illaki. Bu Hande kızımız ne iş yapıyor anlayabilen oldu mu? Ben anlayamadım zira. Hummalı bir çalışma var ama ne iş olduğu belli değil. Üstelik tesadüfe bakın ki, Hande’nin işyeri bizim meşhur apartmanın arka sokağındaymış. Hayır, ben niye şaşırmadım bu duruma..Çünkü koca İstanbul’da oturacak bir bu apartman var, bir de arkasında işyeri. Alt sokakta Koray ile Emir’in işyeri derken herkes burun buruna nedense..

Gelelim Sanem hanıma..Deniz Uğur..Nasıl bir kadınsın sen..Zaten şu dizide giyipte yakıştıran, her renge uyum sağlayan bir o var, bir de Aysun Hanım..Son bölümde Sanem hanımın giydiği o turuncu elbise beni benden aldı..Sanem bu sezon nedense pek bir ezik, kabullenmiş ve Yavuz’a boyun eğmiş bir tavır içinde. Hiç yakıştıramıyorum ben ona böyle sakin sessiz boyun eğen bir tavrı. O asi, güçlü kadın gitmiş,hırslarından sıyrılmış..Aşk mıdır, para sevdası mıdır bilmem ama Sanem hanım, kendi çocuklarına göstermediği ilgiyi, şefkati Güneş kızımıza göstermeye başladı.  Ama ne olursa olsun, Sanem hanımın ilgisi, o dadının yapmacık ilgisinden kat be kat iyidir diye düşünüyorum. 

Ya diğerleri..Dediğim gibi, eskilerden pek çoğunu göremez olduk ne yazık ki..Hikâyenin ağırlığı Güneş üzerine kurulmuş. Niye böyle olduğunu anlayamasam da ben Emir’in Yolu’nu seyretmeye ve yazmaya devam edeceğim. Diğer karakterlerimiz de başka bir yazıya diyerek yazımıza burada nokta koyalım..

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42