25 Aralık 2013 Çarşamba

Her bölüm kendini de aşan dizi...Kayıp yine nefes kesti..


Kayıp bu hafta 14.bölümü ile ekrandaydı..Erken final yapacağı haberi çıktıktan sonra izleyicisinin yoğun isteği ve tepkisi üzerine devam etmesine karar verilen Kayıp, bu bölümle adeta herkese ne kadar iddialı olduğunu gösterdi. Olayların çözüldüğü 14.bölüm belli ki final için hazırlanmıştı. Ve fakat yine de şahane bir kurgu yapılmıştı ve anladık ki dizinin yeni bölümlerinde bizi iddialı sahneler, heyecanlı olaylar bekliyor..

Bakalım 14. Bölümden aklımızda neler kalmış..

Mehmet’in kardeşi İnci’nin ölümü hayli sarsıcı oldu gerçekten. Zira en masum kişi, en ağır cezayı gördü…Kendi kardeşinin ölümünün intikamını almak isteyen Falko, Mehmet’in kardeşinin canını aldı çirkin bir oyunla..Oysa İnci çok masumdu, kendi kardeşi ise ister istemez ucundan kıyısından bulaşmıştı pisliğe. Eninde sonunda kötü bir son bekliyordu onu..Dolayısıyla İnci’nin ölümü şok edici ve etkisi yüksek bir olay oldu..

Hele o hastane sahnesi. Cemile kadın ile Mehmet’in halleri..Son zamanların en çarpıcı sahnesini izledim gözümü bile kırpmadan, ağlayarak..Etkilenmemek mümkün değildi, kusursuz olmuş gerçekten. Mete Horozoğlu bir kez daha gösterdi oyunculuğunun şahaneliğini. Bayıldım gerçekten. Yüreklerine sağlık, çok gerçekçi olmuş..Mehmet yerine göre olgun, yerine göre neşeli, yerine göre romantik, yerine göre acımasız, yerine göre çocuksu, yerine göre de sert…Tüm bunların hakkını sonuna kadar vermiş sevgili Mete Horozoğlu..

Öbür tarafta ise Keremciğin bulunan günlüğü tüm dengeleri alt üst etti. Zaten Leyla ile Kemal epeydir kopuklardı, günlükteki aldatma hadisesi üzerine kapak oldu. Ama Leyla yinede asil kadın çıktı. Ne yalan söyleyeyim, ben olsam o güzelim beyaz bavula kıyamazdım. Atardım eşyalarını pencereden aşağıya..Üşenmedi bide bavulunu topladı Kemal’in..Kemal’e hiç acımadım, layığını buldu sonunda. Başından beri hata üstüne hata yapan, üstelik Özlem’i kaybettiğini kabullenemeyen Kemal, bir de karısına rezil oldu..

Dip Not : Kerem, yattığı o soğuk yerde zatürree olmadı çok şükür…Haftalardır üzerindeki kıyafetler de hiç kirlenmedi niyeyse..

Allah aşkına, Defne’nin ikizi Sedef ne iş? Kızın o gizemli halleri, sürekli kapı dinlemesi falan boşuna değil bence..Bu Sedef acaba işin içinde mi? Zira dizide öylesine ters köşeye yattı ki bu hafta izleyici, artık kim iyi kim kötü kesinlikle anlamak mümkün değil..

Son bir iki haftadır merak edilen en önemli soruya karşılık bulduk bu hafta..Özlem Falko’nun kız kardeşi değilmiş onu geçen bölüm anlamıştık zaten..Bu bölüm de ablamız ile tanışmış olduk. Ama ne abla..Erkeğim diyeni siler süpürür yemin olsun. Kötülükte Falko’dan pek farkı olmasa da, yine de içinde bir parça insanlık kalmış gibi geldi bana…

Dip Not : Aman aman Falko kardeşim, ablasından çok korkarmış ta haberimiz yokmuş..Süt dökmüş kediye döndü mübarek ablasının karşısında..Eee dinsizin hakkından imansız gelir işte böyle..

Geldik tabii ki asıl bombaya…

Asıl patron Özlem çıktı…Şok üstüne şoklardayız…

 Vay arkadaş ya !

İzlerken ağzımdan bu cümle döküldü cidden…Nasıl bir ters köşe yaptılar..Başından beri ben Avukat Metin’den şüpheleniyordum, oysaki en masum sandığımızmış en şeytan olan, haberimiz yokmuş…En vicdanlı sandığımız kişi meğer en acımasız olanmış…Falko’yu arayan gizli patron Özlem imiş..Kerem’i kaçırtan, intikam planları kuran, daldan dala konan Özlem…Sahi maşallah kaç kişiyi sevmişsin Özlem sen..Kaç kişinin hayatını alt üst etmişsin..Şimdi sıra Mehmet’e mi geldi..Aman Allah, nasıl bir plan, nasıl bir ekip..Üstelik sen bu kadar adamı tek bir parmağınla yönet, vallahi bravo !

Dip Not : Şeytan, kadının yaratıldığını görünce boşuna dememiş “beni niye yarattın” diye…O hesap işte…

Özlem, hesap sormaya geldiği Falko tarafından esir edildi..Özlem’e acıdım mı…Acımadım…Avcı iken av oldu, oh dedim…Bu kadar kötü ve şeytani bir yürek, daha beterini hak etmişti..İlerleyen bölümlerde neler olacak cidden çok merakla bekliyorum zira Kerem kurtulup evine dönerken, Özlem Kayıp oldu resmen..Aslı Enver performansına bir kez daha hayran kaldım. Özellikle Falko ile karşılıklı sahnelerinde çok iyiler..Ama sanki İlker Kaleli fazla bağırıyor..O bağırırken vallahi ben korkuyorum şimdi boğazı yırtılacak diye…Az sesini kıssa daha şık olacak gibi…

Dip Not : Maşallah Falko kardeşim de çok geniş adammış vesselam..Sen kalk seni başkası için terk eden eski sevgiline yardım et..Kemal ile ilişkisini bile bile sesini çıkarma, ama söz konusu Mehmet olunca arslan kesil..Oldu paşam..Bence sen önce eski hesapları kapat Özlem ile..

Bu arada bizim saf âşık Bekir yakalandı...Mehmet Bekir’i döverken ben zevkten dört köşe oldum adeta..Bekir aslında ekibin en zayıf halkasıydı ve tahmin ettiğimiz gibi birden çözüldü..Biraz da onun sayesinde kurtuldu Kerem…

Dip Not : Dora fena yamuk yaptı Bekir’e…Ben yakıştırmıştım ikisini, beraber hapse girseler iyiydi..

Kerem kurtulurken Özlem kayıplara karıştı, üstelik Mehmet Falko’yu oyuna getirip burnuna silahı dayadı..Pardon öncesinde iyi bir dövdü Falko kardeşimi. Gerçi ne hikmetse, Falko’nun ağız burun yerindeydi…O kadar yumruğa yüzünün dağılmasını, en azından kan revan kalmasını, kaşının gözünün patlamasını falan bekledim ama nafile…Falko kardeşim, en yakışıklı bakışıyla, birazcıkta alayla Mehmet’in gözünün içine içine baktı…Öyle bir bakış ki, hadi vur vurabilirsen korkmuyorum bakışı....Mehmet’in acısı ortadaydı, ama yine de vurulan Mehmet oldu..Hem de tam sırtından. Tam Falko’ya ve onun ekibine yakışır şekilde…Cidden İlker Kaleli ile Mete Horozoğlu karşılıklı döktürmüşler o sahnede ne diyeyim helal olsun...

Dip Not : Son 15 dk. Ayakta izledim…

Kerem ailesine kavuşurken, insan ister istemez hiçbir anne evladından ayrılmasın diyor. Nasıl duygulu ve güzel bir sahne olmuş anlatamam..Özellikle Dolunay Soysert için iki kelam etmek lazım, dizinin ilk bölümlerinde tam alışamasam da, ilerleyen bölümlerdeki performansı kusursuzdu…Oyunculuğu alkışlara layık ve gerçekçi geliyor bana…Çok etkileniyorum onun anneliğini izlerken…

Son Söz : Son sahnede Mehmet’in bulduğu alyans ve içindeki isim pes dedirtti gerçekten. Bu kadar güzel senaryo, bu kadar kurgu ve daha ileriye saklanmış pek çok gizem gösteriyor ki, Kayıp bizi şaşırtmaya ve ekrana bağlamaya devam edecek.

Daha önce söyledim ama tekrarlamakta fayda var…Kanal D, Kayıp dizisini devam ettirme kararı almakla çok doğru yaptı…Zira yayından kaldırsaydı, çok büyük bir yayıncılık hatasının altına imzasını atacaktı..Böyle diziler çok nadir oluyor ve alışılmış, sıradan, basit senaryolar yerine böylesine zekice yapımlar cidden çok daha fazla keyif veriyor…

Teşekkürler Kanal D ve tüm Kayıp ekibine…


Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42






23 Aralık 2013 Pazartesi

Yeni cici diziler..

Aşk Ekmek Hayaller…

                Dizi en başında sevimsiz ismi dolayısıyla insana itici geliyor. Başka hiç isim bulamamışlar galiba. Un-tuz-şeker Deniz-kum-güneş üçlemeleri bile daha sevimli geldi kulağıma. Biraz da ismin etkisiyle ilk bölümü izlerken çok sevemedim diziyi. Çok ama çok klasik bir konu etrafında dönen entrikalar artık öylesine bıktırdı ki. Hele hele meşhur erkek çocuk sevdası da hayli sevimsiz geldi bana. Zengin ve tabii ki kocaman bir evde yaşayan ahalinin yaşadığı entrika cidden sıkıcı… Hele o evin dekoru. Nostalji yapalım derken gözünü çıkarmışlar resmen. Nasıl klasik nasıl göz yorucu. Hikâye de öyle iddialı falan değil. Evin oğlu, evin beslemesini seviyor, ondan bir çocuk peydahlamış ama hizmetçi ortada yok. Zira evin oğlunun kuzeni, kötü adam yani, beslemeyi çoktan uzaklaştırmış evden, ama bu arada kuzenin eşi ile de ilişkiye girip oda bir çocuk peydahlamayı ihmal etmemiş. Biz bu yanaşma çocuğu muhabbetini Asmalı Konak’tan itibaren izlemekteyiz, Hatta en son Bugünün Saraylısında izledik, sonradan birbirini bulan kardeşleri Merhamet’te, sınıf farkına sahip kardeşleri Kuzey-Güney’de izledik. Hemen aklıma gelenler bunlar ama daha çok yerde izledik biz bu konuları. Dolayısıyla heyecanlandırmadı beni.
                Gelgelelim bir Müjde Ar koymuşlar anne karakterine, evin hanım ağası rolünde. Nasıl güzel, nasıl hoş bir kadın bu Müjde Ar. Ne sade oynuyor, abartmadan, olması gerektiği gibi. Ustalığına yakıştığı gibi ya da. Evin entrikacı gelini rolünde Berna Lâçin vardı ki, dizinin üç bölümünü de izledim. Üç bölümde de harikaydı gerçekten. Oldum olası çok beğenmişimdir kendisini zaten. Burada da döktürmüş. Uzun zamandır da reklamlar dışında bir projede görmeyince galiba, çok ta özlemişim onu izlemeyi. Sinan Tuzcu ise esas oğlan karakteriyle karşımızdaydı. Onu en son Görüş Günü Kadınlarında karizmatik polis olarak izlemiştik. Oradaki tarzı aşağı yukarı devam etmiş fiziki olarak. Ama karakter bambaşka ve Sinan Tuzcu izlemeye yine doyamadım ben. Başrol çocuk oyuncu cidden çok kötü oynuyor. Fazlasıyla yapmacık ve ezberci geldi bana. Ayrıca çocuğun ses tonunu kullanışı öyle garip ki, konuşurken sanki bir korku filminin tam ortasındaymış gibi vurgular duydum ve bu benim kulaklarımı hayli rahatsız etti. Ayrıca Burak Hakkı’ya kötü adam rolünü hiç yakıştıramadım ben. Olmamış. Üzerinde iyi durmamış. Dizinin hayli kalabalık kadrosu içinde şimdilik bahsedeceğim ana karakterler bunlar. Dizi ilk bölümdeki sıkıcı hikâyesi, üçüncü bölüme doğru heyecanlı olaylarla karşımıza çıksa da, Ben dizinin akıbetini pekiyi görmüyorum bu gidişle…

Firuze…

Offfff…Yine çok kalabalık bir dizi… Bu kadar kalabalık diziler yoruyor insanı gerçekten. Hele böyle kalabalık olunca durum, kim kimdir diye açıklayacağız diyerek ilk bölümü 2 saat 9 dakika yapmışlar ve ben cidden çok sıkıldım izlerken… Başroldeki Ceren Hindistan kardeşim kusura bakmasın ama cidden çok kötü bir oyunculuğu var. Oyunculuk iki mavi göz, iki karakaş olsa keşke ama olmayınca olmuyor işte. Aynı şekilde Demir karakterini oynayan Haluk Piyes’in performansı da hayli kötüydü. İlk bölümü izlerken kendimi ortaokul piyesi izliyor gibi hissettim sayelerinde. Senaryo zaten aman aman bir senaryo değil. Zengin oğlan hayatındaki yapmacık ilişkilerden sıkılmışken, fakir kızla karşılaşır, ona iyilik yapar, sever, evlenir ama cümle âlem karşı çıkar. Buna oğlanın eski sevgilisi de dâhildir falan filan. Esas oğlan Fırat Çelik, Oğuz karakteri ile bana bu dizide daha sahici bir oyunculuk sergiliyor gibi geldi. Diğer iki dizisinden sonra sanki biraz daha geliştirmiş kendini. Üstelik yanılmadıysam kendi sesiyle oynamış bu defa. Ceyda Ateş, Oğuz’un fettan ve entrikacı sevgilisi karakterinde yine aynı hep aynı. Nerede seyrettiysem aynı oyunculuk, aynı mimikler, bakışlar, ses tonu. Yeterince bıktırıcı geldi bu yüzden bana…
                Dizinin Engin Şenkan, Yıldız Kültür, Aytaç Öztuna gibi oyuncu kelimesine yakışır ustalarına da tüm bu olumsuzluk içinde yazık olmuş gerçekten. Ben Firuze’yi hiç sevmedim. Çok uzun ömürlü gibi gelmiyor bana. Üstelik bu kadar kısır ve defalarca izlediğimiz bir konu etrafında dönerken işi zor.

Vicdan...

Şu üç dizi arasında Vicdan onlardan biraz daha iyi diyebilirim. Klasik bir aşk hikâyesi etrafında dönen dizinin belki de en ağır iki topu Ahu Türkpençe ve Timuçin Esen. İlk bölümde hayli iddialı girdiler, olayların gelişimi ilgimi çekti. İşte yemek aynı yemek ama sunumu çok güzel oldu mu, sanki farklı bir şeyler yiyormuş gibi geliyor insana… Vicdan’ı sevdim. Timuçin Esen, çok doğal ve içten oynuyor. Sanki kapıyı açıp dışarı çıksak karşımıza çıkacakmış gibi gerçek. Ahu Türkpençe, çok şaşırtıcı bir karakterde değil ama onun performansına da ısındım ben. Bu arada sevgili Hande Soral’ın kız kardeşi Bensu Soral’da bu dizide Müge karakteri ile karşımıza çıktı. Ben bazı sahnelerde onu Hande zannettim. Ablasına çok benziyor. Dizinin eski ama eskimeyen bir aşk hikâyesinden yola çıktığını söyleyebilirim. Hikâyenin henüz tam açıklığa kavuşmayan yönleri olsa da, ilerleyen bölümlerde bunlar açıklanacak diye düşünüyorum. Üstelik olay örgüsünü de beğendim ben. En azından diğerler gibi çok sıradan bir giriş yapmadılar.

 Dizilerin yayın saatleri kısalmadıkça, üç beş bölüm geriden bile takip etmek mümkün oluyor artık. Bana sorarsanız bu üç dizi arasında sıralama yapmam gerekirse, Vicdan, Aşk Ekmek Hayaller ve Firuze diyebilirim. Siyah İnci, üçü arasında hangisini izler derseniz Vicdan diyebilirim.. Ama her üçü de, gerek sezonun tam ortasında yayına girmeleri, gerek çok güçlü olmayan alt yapıları sebebiyle, bir Karadayı, Muhteşem Yüzyıl, Kaçak, Kayıp, Fatih Harbiye vs. gibi iddialı yapımlar değil benden söylemesi.


Siyah İnci’den sevgiyle…


www.twitter.com/blackpearl42

18 Aralık 2013 Çarşamba

Karagül’ün Kadınları...Anneleri..Annelik Neydi?

              İki sezondur favorilerimden biri olan Karagül hakkında geçenlerde yazmıştım. Dizinin belki de bu kadar sevilmesinin en büyük sebeplerinden biri de, işlediği olaylar ile kadınların ezilip üzüldüğü ülkemizde, tamamen gerçekçi bir yaklaşımla bu olayları sunması olsa gerek. Dizinin sadece olaylardan ibaret olmadığını, toplumun çok önemli yaralarına parmak bastığını da takipçileri biliyorlar elbette.

                Dizide dikkatimi çeken bir unsur, pek çok anne karakteri ve profilinin olması. Her biri ayrı, her biri ince işlenmiş bu karakterler, dizinin temel yapısını da oluşturuyor aslında. Dolayısıyla bu yazıda, Karagül’ün kadınlarını ve anneliklerini konuşacağız.

                Emine… Annelik deyince ilk akla gelen bir duygunun, FEDAKÂRLIĞIN ve SABRIN simgesi. Emine, ezilmiş, üzülmüş, kırılmış ve bir kanadı da fena halde kırık bir kadın. Kendini ifade etmek şöyle dursun, bazen söz söylemeye bile hakkı olmadığını düşünüp susuyor, bazen de tek bir cümle ile taşı gediğine koyuveriyor. Ama mazlum Emine, dedik ya bir kolu da kırık. Arkasında güveneceği kimsesi yok. Öte yandan, ne kadar güçsüz olursa olsun, güç vermek zorunda olduğu bir evlada sahip. Bu noktada bir anneni nasıl fedakâr ve sabırlı olabileceğini gösteriyor bize. Çünkü oğlu Asım engelli.Emine, kendini bırakmış, evladına eksiklerini hissettirmemeye çalışan, bunun için çırpınan bir anne.Sabırlı.Çok sabırlı zira Asım’a yediriyor içiriyor, onunla bir bebekle ilgilenir gibi ilgileniyor, üstelik babasının oğluna vermediği sevgiyi ve ilgiyi de üstlenmiş Emine kadın.Suskun Emine kadın, vazgeçilmiş bir kadın olmanın verdiği acı bir yandan, gidecek sığınacak yeri olmaması bir yandan, susturmuş Emine kadın yüreğini.Evin tüm işlerine koşturması da bu yüzden olsa gerek.Kendini oyalamak çabasında belki..Bir de anneliğine sığınmış adeta. Kendini evladına adamış. Onun için katlanıyor belki de, kim bilir..Ama fedakârlığıyla ve sabrıyla, anneliğin ne yüce olduğunu anlatıyor bizlere..

                Sibel…Bir annenin ÇARESİZLİĞİ daha nasıl anlatılabilirdi bilmiyorum..Sibel’in durumu açıklanamaz, anlaşılamaz şekilde öylesine zor ki…Mecburiyetler, çaresizlik, ya da pek çok koşulda bu durumda kalan ne çok kadın var..Kimse Sibel’e kızmasın. Düştüğü durum bir yana, istenmediği çok açıkça belli olan bir yerde, kendinden nefret edenlerle karşı karşıya, kendini ifade bile edemeden, susmak ve ağlamak, kaderine razı olmaya çalışmak bu olsa gerek..Elinde olsa kurtulurdu taşıdığı bebekten şüphesiz, ama öbür taraftan, ne kadar çaresiz bile olsa, içinde büyüyene kıyamıyor..Kendi canından korktuğundan değil asla, kıyamadığı günahtan oluşmuş bir günahsız aslında..İnsan düşününce aklı almıyor. Sevmediği bir adamdan, mecburiyetler karşısında yapılan bir hatanın bedelini çok ağır ödüyor Sibel. Kötü değil Sibel kadın, çaresiz sadece. Onun yaşadığını yaşamayanların bunu anlaması çok zor elbette..Ne gurur kalmış elinde, ne başka bir çare..Kimsenin düzenini bozma heveslisi değil, o sadece kardeşini kurtarmanın peşinde. Bu haliyle, ne kızabiliyoruz onu izlerken, ne kabulleniyoruz elbette..

                Özlem…EVLAT ACISI ne demek, bize en güzel şekliyle anlatıyor Özlem..Aslında Özlem, hamileliğine güvenip epey rüzgâr estiriyordu konakta, hatta bazen Özlem’e kızanlar bile olmuştur eminim. Oysa öyle çok ki böyle kadınlar etrafta..Görünüşte masum ama diliyle kendini ele veren, dereyi görmeden paçaları sıvayan ama bir kaşık suda boğulan, yine de vazgeçmeyen, başına gelenlerin acısını başkasından çıkarmaya çalışan..Sürekli birilerinin açığını arayan, her olaya burnunu sokan, sivri dilli, zehir bakışlı Özlem, tüm bunların bedelini evladını kaybederek öderken, şüphesiz ne kadar kızarsak kızalım çok ta üzdü bizi..Çünkü hiçbir anne, ya da anne adayı, içinde büyüyen ya da dünyaya getirdiği yavrusunu kaybetmek kadar büyük bir acı görmemiştir, görmeyecektir, Özlem’in evladını kaybetmesi ona daha büyük bir intikam hırsı aşılasa da, üzülmemek elde değil..Böyle kaybedişlerle hiçbir anne sınanmasın elbette..Henüz görmediği, koklamadığı bebeğini kaybetmenin acısını Özlem sayesinde çok iyi anlıyoruz, hissediyoruz.  Özlem’e de hak veriyoruz bir parça..Zira o da kocaman bir hüznün, kırık parçalarından bir tanesi. Bebeğine güvenen ve bu cesaretle yapmadığını bırakmayan Özlem kadın, bebeğini kaybettikten sonra şimdi de nikâhını kaybetmek korkusuyla karşı karşıya..Oda güçsüz aslında, onunda sığınacak kimsesi yok, ama en azından Emine gibi susmaktansa, başkaldırmayı tercih ediyor Özlem. Ve bu isyankâr hali ile bile gönüllerde kocaman bir yeri var..

                Narin…Hiç şüphesiz anneliğin SEVGİ kısmını anlatıyor bize Narin..Hani hep tartışılır ya, doğuran mı büyüten mi diye..İşte Narin bunu en güzel anlatan karakter..Anne olmak için doğurmaya gerek olmadığının en güzel ispatıdır Narin karakteri…Zira annelik, bir süre karnında taşımaktan ibaret değildir sadece..O işin fiziki kısmıdır, ama asıl olan ömür boyu sürecek sevgi faaliyetidir elbette. Bu noktada Narin, kesinlikle Baran’ı çok seviyor ve sahipleniyor. Zaman zaman Narin, verdiği tepkilerle, oğlunu sürekli kışkırtmasıyla sevimsiz olsa bile, evladını kaybetme korkusu ile tüm bunları yaptığını biliyoruz, anlıyoruz. Onun en büyük korkusu Baran’ı kaybetmek. Son zamanlarda Baran’ın diğer kardeşlerine yakınlaşması, onlara karşı eskisi kadar uzak olmaması da Narin’i geriyor ve tedirgin ediyor. Önce evlendiği eşi tarafından terk edilmek, sonra hiç çocuk sahibi olamayacağını öğrenmek..O tüm bunların altından Baran’a duyduğu sevgi ile kalkmayı başarmış. Baran’ı üzecek hiçbir şey olmasını istemiyor. Bir parça da onun büyüdüğünü kabullenemiyor. Zira bu durum Baran’ın üzerindeki otoritesini yavaştan sarsıyor. Ama asıl olayın özü, Baran’ı kaybetme korkusu olsa gerek..Ve tabii ki bunun sebebi de evladına duyduğu sonsuz sevgi..O Baran’ı doğurarak değil severek anne olmuş çünkü..

                Ebru…Onun anneliği deyince akla ilk olarak CESARET geliyor. FEDAKÂRLIK duygusu da var Ebru’nun anneliğinde şüphesiz. Ama her şeye sıfırdan başlayan bir kadın olarak, kendini kabul ettirme çabasında iken ve kimi zaman yorulup pes etmeye yaklaşmışken, evlatları söz konusu oldu mu, çok güçlü bir kadın oluveriyor Ebru..Çünkü kendinden önce evlatlarını var etme çabası içerisinde, onlar için çekiyor her sıkıntıyı ve onların çektiği her sıkıntıya göğüs geriyor cesurca. Ebru çok cesur bir anne, beş parasız, her şeye sıfırdan başlayacak kadar cesur. Ona bu cesareti veren de üç çocuğu aslında. Onlar için güçlü, cesur olmak zorunda. Ama bunu bir zorunluluk olarak görmüyor, o zaten dimdik duran bir kadın. Zaman zaman cesareti kırılsa bile, bunu çok sık göstermiyor Ebru. Çünkü o kocaman bir çınar ağacı olmak derdinde, evlatlarını gölgesinde serinletmek üzere..Bunun için her türlü fedakârlığı da yapıyor elinden geldiğince. Hiç kabullenmeyeceği bir hayatı, kabullenmiş olmanın sıkıntısı bir yandan, aynı avluda kendine sürekli düşmanlık besleyen Narin bir yandan, bir kez koklayamadığı ve koparıldığı evladı ile hiç bilmeden aynı havayı soluması bir yandan, evlatları ile konak ahalisi arasında denge kurmaya çalışması bir yandan, Ebru bütün bunlara göğüs gererek çok büyük cesaret gösteriyor doğrusu. Bir gün Kadriye kadına, “anne” diyebilecek cesareti olabilecek mi bilmem, ama Ebru, kendi gücüne bunu yakıştıramıyor sanki..

                Ve şüphesiz tüm özellikleri kendinde toplayan Kadriye Ana..

                Onda ne yok ki..Evlat acısı mı istersiniz, sabır mı, cesaret mi, fedakârlık mı, çaresizlik mi,sevgi mi..Ölen ya da öldüğünü sandığı oğlunun acısı içinde gezinip dururken, kucak açtı Kadriye kadın ondan kalan emanetlere, yüreğinde kocaman bir sevgi demeti ile karşıladı onları..Yeri geldi herkesin ortasında oğlu Kendal’ı tokatlayacak cesarete sahip oldu, yeri geldi torununun açığını örtmek için kolundan bileziğini çıkarıp verecek kadar fedakâr…Sibel karşısında çaresiz, Asım karşısında merhametli, Rüzgâr karşısında sevgi dolu bir kadın oldu…Açıkları kapatan, ayıpları örten Kadriye Kadın, bazen öğretmen oldu hepimiz için söyledikleriyle, bazen güç verdi Ebru’ya tavsiyeleriyle..Kimi zaman aileyi topladı bir sofranın başında, kimi zaman üzmemek için göstermedi gözyaşlarını büyük bir olgunlukla..Özlem’e sabretti, Emine’ye üzüldü, Kendal’a sinirlendi, ama hep affetti..Herkese aynı mesafede, herkese eşit ve adaletli idi..Haklı kimse onun yanında durmayı bildi, yeri geldi mi herkesin hakkını avucuna vermeyi de..Sevgi ve şefkatte olduğu kadar, öfkede de başarılıydı. Otoritesini koruduğu kadar, yumuşacıktı..Onu Kadriye ana yapan, yüreğimize işleyen kelimelerin sahibiydi, ana olmak, yüreğini ortaya koymak demekti zaten..Ve bu anlamda Kadriye ana, tam anlamıyla anaydı…

                Fedakârlık, sabır, çaresizlik,evlat acısı, sevgi,cesaret…Sanki tüm Karagül kadınlarını toplayınca ortaya bir Kadriye Ana çıkıyor. Dizinin karakterlerinin ne kadar inceden inceye oluşturulduğu da anlaşılıyor böylece..Her biri ayrı bir noktadan çiziyor anneliğin çerçevesini ve çizgiler birleştirildiğinde bir bakıyorsunuz ki, kocaman bir dağ oluşmuş..İsmi de Kadriye konmuş…

                Öncelikle bu kadar derinlikli karakterleri yazan Sema Ergenekon ve Eylem Canpolat’ı yürekten kutluyor, sonrasında tüm bu duyguları yaşatan…Bu karakterleri bizlerle tanıştıran ve yaşatan..

                Kadriye ana karakteri ile Şerif Sezer’e
                Ebru karakteri ile Ece Uslu’ya
                Narin karakteri ile Özlem Conker’e
                Özlem karakteri ile Hilal Altınbilek’e
                Emine karakteri ile Hülya Duyar’a
                Sibel karakteri ile Ebru O.Şahin’e

                Yürekten teşekkürler ve sevgiler gönderiyorum..Şahanesiniz..

                Siyah İnci’den Sevgiyle..
                www.twitter.com/blackpearl42




17 Aralık 2013 Salı

Bir izleyicinin feryadı !!!

Bu yazı ciddiye alınmayacak biliyorum !

Bir şeyler değişmeyecek farkındayım !

En azından içimi dökeyim rahatlayayım..

Zira bu bir zulüm…Bu zulme ve haksızlığa ne zaman, nerede dur denecek bilmiyorum ama bir gün bu durum sona ererse, ben de zamanında bu konuya ucundan kıyısından el atmıştım diyerek sevineceğim…

Dizi süreleri…Zulmün adı bu..

Dizileri seyrederdim eskiden, sonra gördüğüm güzellikleri, beğendiklerimi, beğenmediklerimi yazayım dedim..İnsanlar okurken keyif alsın, izledikleri dizilere bir de benim baktığım pencereden baksın..

Çok sevildi yazdıklarım, nasıl güzel tepkiler, ne acımasız eleştiriler aldım…Ben de çok sevdim yazmayı, konuşmayı…Oysa dört sene sonra geldiğim noktada tükenmişlerin de tükenmişiyim artık ben !!

Her gün yeni bir dizi başlıyor, seyretmek takip etmek zaten imkansız tamamını..Yeni başlayanlara şöyle ucundan kıyısından bakıp, en azından izlemeyenlere bir ipucu sunayım derken. Bir de ne göreyim..Dizinin birinin ilk bölümü tam 2 saat 9 dakika…Bir diğeri 1 saat bilmem kaç dakika..Seyret seyredebilirsen. Yaz yazabilirsen..Bölümün sonuna gelince, başında ne seyrettiğini unutuyor insan..

 İnsaf kardeşim insaf !!

Bir sürü kalabalık karakter, isimler, olaylar hepsi birbirinin aynısı olmuş…Senaryoyu yazanlara da hak veriyor insan..Bir noktadan sonra motor yanıyor olmalı. Sinemaya gidiyorsunuz, bir film izliyorsunuz 1,5 yada 2 saat..Bir bölüm diziye denk…Adamların aylarca uğraştığı senaryoyu, bizim dizi senaryosu yazanlar, birkaç haftaya yada güne sığdırmaya çalışıyorlar. Hal böyle olunca da, birbirinin aynısı olaylar, insanlar ekranı işgal edip duruyor..Kim bilir, belki ben yayınlanan pek çok diziyi izlediğimdendir, bir bakmışım her şey aynı, olaylar benziyor, karakterler anımsatıyor. Hiçbir senaryo cazip gelmiyor..

Sonra bizim halkımız günlerce Meryem Uzerli’yi konuşuyor. Tükendi tükenmedi gitti gitmedi..Yazmıştım onunla ilgili bir yazı..İyi de bir tek Meryem Uzerli olsa iyi..Ne çok oyuncu var bu derde muhatap, ağızlarını açsalar zaten suç, konuşmaya, hak istemeye korkar olduk zira sanat adına..Konuşmasalar, kabullenmek zor..Kabullenseler, katlanmak..Saatlerce oynayan, tekrar yapan, ezberleyen, üşüyen, ıslanan, terleyen, ağlayan insanlar…Onları çeken kameralar, yönetmenler, ışıkçılar, sette çalışan pek çok insan..Günlerce, gecelerce ortaya koyulan kocaman emekler….Sonra üç beş kuruşluk reklamlara feda edilen diziler. Sonra bir anda aylarca emek vermiş insanlara vurulan kocaman bir tokat..Yayından kaldırıldı…Niye ??? Reytingi düşük…

Düşer tabii ki..Sen her bölümde iki saat dizi gösterirsen, bunu reklamlarla üç dört saate çıkarırsan, kim izler, kim vakit ayırır, ayırsa bile ne kadar dayanır ?

Öyle oyuncu hayranı bir insan değilim. Onun hayranı, öbürünün fan grubundan falan da değilim. Tamamen tarafsız izliyorum, oyunculuklara, hikayeye, kurguya, müziğe takmışım kafayı ben..Ama vicdanım bağırıyor bir yandan..Yazık bu kadar insanın emeğine…Sen bile yoruluyorsan oturduğun yerde izlerken, sıkılıp bunalıyorsan, bu işin içindeki insan ne yapsın…
Kusura bakmayın, hiç kimse, oyuncular çok yüksek paralar kazanıyorlar, bu memlekette asgari ücretle geçinenler var demesin..Biraz vicdanı olan demesin…Oturduğunuz yerde, sıcacık evlerinizde siz dizi izleyip, onların yüksek maaşlar aldığını konuşurken…

İşte tam o sırada…

O konuştuğunuz insanlar soğukta, yağmurda, karda çekim yapmaktalar, çalışmaktalar yani…
Onların işi bu diyebilirsiniz…

Haklısınız…İşleri bu ama bir farkla…Oyunculuk zor iş…Çok zor iş…

Saatlerce süren dizileri yetiştirme çabasıyla günlerce uykusuz kalan ve rahatsız ortamlarda çalışmak zorunda kalanları görünce biraz elimizi vicdanımıza koymalı diye düşünüyorum..

O dizilerde izlediğiniz muhteşem yalılar, şahane sofralar, pahalı kıyafetler sadece dekor…Onun gerisinde yorgun, bezgin ama yüreğini koyan bir sürü insan var…

Bu kadar uzun olunca bir bölümün süresi, ne yazanda, ne oynayanda ne de benim gibi izleyen gariban izleyici de sabır kalıyor..

Bu yazı ciddiye alınmayacak biliyorum !!

Ama söylüyorum…

Çözüm belli…Düşürün dizi sürelerini yarı yarıya…Ama bölüm sayısını artırmadan…Yoksa Umutsuz Ev Kadınları gibi, süreyi yarıya indirip, haftada iki bölüm yayınlamak değil bahsettiğim…

İnsanlar rahat rahat yazsınlar ve hayal güçlerini daha güzel çalıştırsınlar, daha özgün, daha farklı senaryolar yazılsın, oyuncularımız daha mutlu oynasınlar, insanlar dinlenebilsin, uyuyabilsin, kazandıkları para başkalarının diline dedikodu olmasın, izleyenler bunalmasın !!!

Vallahi yoruldum !!

İnsanların evlerinde TV karşısında geçirdiği saatler keyiften işkenceye döndü !!

Bu sezon son diyorum kendi kendime böyle giderse…Zira ben bile oturduğum yerde yetişemiyorsam, oyuncunun, yönetmenin, senaristin, teknik ekibin suçu ne !!! Ben oturup iki satır yazmaya yoruluyorsam, oyuncunun günahı ne… Öyle kıymetli oyuncularımız var ki…Bazıları ülkeyi terk etti, bazıları dizilerdeki bu gidişle baş edemeyince ekranı bırakıp tiyatroya ağırlık verdi, dedim ya bu ülkede sanat zor, sanatçılık daha zor, izleyici olmak bile zor…Kim kimi cezalandırıyor belli değil. Sadece çimenler eziliyor, filler yine tepişiyor hepsi o..

Kanal yöneticileri, bu işi organize edenler..Geldiğimiz noktayı siz düşünün…Vicdanınız vardır umarım !!

Bu sömürüye bir son verilsin artık !! Tüm yüreğimle bunu diliyorum. Çünkü ben memleketimin tiyatrocusunu, oyuncusunu, genç yeteneklerini kaliteli yapımlarda izleyerek mutlu olmak istiyorum..

Bunu çok görmeyin artık..

Emeğe saygı duyalım, sanata sahip çıkalım ! Kendi cebimizi doldurmak adına, başkalarının ruhlarını boşaltmayalım..Daha çok kazanmak uğruna, değerlerimizi kaybetmeyelim..

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42





Karadayı, yüzümüzü güldürdü, gözlerimizi ağlattı !!

 50 bölüm sonra nihayet yüzümüzü güldürdü Karadayı dün akşam..

Hoş ben güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Daha çok ağladım sanırım..Nasıl gerildiysek artık 50 bölüm boyunca..

Bölümün ilk başında malum Turgut Savcım yine kurtuldu kaçtı polisin elinden. Cidden bazen çok saçma sapan yazıyorlar. Türk Polisine de hakaret ettiler resmen. Yahu bu kadar mı beceriksiz artık bir polis..Silahı dayamış Turgut Savcıya, biz tam sevindik yakalanıyor diye, bir baktım ki, Turgut adamı tepelemiş, bir de kıyafetlerini giymiş, neyse ki bedenleri tutuyor, cuk diye oturmuş üniforma üstüne maşallah..Yine kurtuldu yine kaçtı onca polisin arasından..Nasıl operasyon, nasıl kuşatma anlamadım gitti.

Turgut Savcım yakalanmıyor bir türlü ama Feride babasına yakalandı izleyenler hatırlar..Hem de Mahir ile sarmaş dolaş. Adamın yüreğine inecek dedim, cidden indi vallahi..Ben Mehmet Saim beyden çok daha büyük bir tepki beklerdim doğrusu, o gitti hastalık numarasına yatıp bir an önce düğün beklediğini söyledi. Koskocaman kaçakçılık mafyasını yönet, sonra gel kızına böyle uyduruk bir hikaye ile evlilik baskısı yap. Hiç yakıştıramadım doğrusu..

Evlilik demişken, bizim gariban aşıklar, Yasin ile Songül de Mahir’in hışmına uğradı hatırlarsanız. Hayır, da, Mahir kardeşim Yasin’den iyisini mi bulacaksın o devirde..Neyine karşı çıkıyorsun anlamadım ki ben..Songül okumayacağım demiyor, üstelik Yasin de niyeti ciddi ki vermiş o yüzüğü. Bunlar Ayten ile Necdet gibi saçma sapan bir evlilik derdinde de değiller. (Ayten ile Necdet konusuna birazdan geleceğim)..Tamam kızabilirsin bir ağabey olarak, senden saklamaları da doğru değil, ama bir dinle be kardeşim, bir savunma al..Sen ki suçsuz babanı kurtarmak için aylardır koşturuyorsun, ama iki aşığı dinlemekten acizsin..Hak hukuk ararken, haksızlık yapmak yakışmadı sana Mahir..Gerçi dün akşamki bölümde biraz yumuşamıştı sanki. Ama ilk başlarda düşmanı iken, sonra kendisi ile omuz omuza kötülerle savaşan Yasin Komiser, öyle bir anda kardeşlikten silinmeyi hak etmedi benden söylemesi. Ben Yasin ile Songül aşkını çok severek izliyorum. Songül zaten çok tertemiz, Yasin ise onca kötülüğün arasında kalbinde pırıl pırıl bir yer bırakmış seveceği kadın için. Birbirlerini bulmaları, tanımaları, anlamaları, ne kadar zorlu bir süreçten geçti. Ne ayrılabildiler, ne vazgeçebildiler, ne bir araya gelebildiler. Birbirlerini hiç göremeseler, konuşamasalar bile tek bir yüzük ile bağlandılar. Bu kadarı bile saygıyı hak ediyor benden söylemesi..

Necdet…Ah Necdet..Adam hırs dedin mi ilk akla gelen isim..Öfkeli, kötü, hırslı ama kalbinin bir yerlerinde de güzel duygular beslemeyi biliyor Necdet..Ama ne fayda. O hırs insanı koskoca yalılardan, eşinin evine iç güveysi yapıverdi en sonunda. Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Ayten ile Necdet aslında dizinin başından beri birbirlerine tencere ile kapak kadar uygunlardı. Ama ilerleyen bölümlerde Necdet, kötü duruşuna bir de karizma yerleştirince, sanki Ayten kızımıza birkaç gömlek büyük geldi. Yine de aşkının peşinde koşup kendine eş yaptı. Bu noktada adamlığını da göstermiş oldu..Ayten ise aslında biraz da sığınmak istedi Necdet’e. Mahir’i kaybettikten ve aileden uzaklaştıktan sonra, kanatlarının altına sığınacağı biri gibi gördü Necdet’i. Sever mi sevmez mi bilinmez, ama Necdet kardeşime de yazık doğrusu...Zira Necdet, Ayten’e sahip çıkmasıyla, onu başının tacı yapmasıyla delikanlılığın nasıl olacağını gösterdi cümle aleme..Sırf bu yüzden bile bir parça mutlu olmayı, güzellikler yaşamayı hak etti bence..

Güzellik görene, sevmeyi bilene..Tabi doğru zamanda doğru kişiyi sevmek şartıyla..Haydi buyurun bakalım Orhan kardeşime. Adamın sanki başında hiç bela yokmuş gibi, şimdi bir de başına Yılan Merdan’ı saracak. Ailene bir faydan yok, kendine hiç faydan yok..Olacak gibi de görünmüyor..Yahu ne cesaret sen Merdan’ın kadınına göz koyuyorsun, aşık oluyorsun, kendi çapında oyunlar çeviriyorsun, yok dışarı çıkmalar, gizli buluşmalar, liseli aşık pozları falan..Merdan bunu anlamayacak mı acaba. Ben merakla Merdan’ın Orhan kardeşime yapacaklarını bekliyorum doğrusu.. Bakalım kadınına göz koyduğunu fark edince Merdan’ın Orhan için nasıl bir planı olacak.

Yarabbi ya, Bülent abimize ne demeli peki..Sanki sen dört dörtlük bir eş oldun İlknur bacımıza. Kalkmış şimdi ukala ukala tavırlar, yok Nazif’i görmemeler..Nazif’in akşam bir cümlesi vardı ki yüreğime taş gibi oturdu..”Dedem bana Baba olur” dedi o küçücük yüreğinden hiç beklenmeyecek bir büyüklük ile..Bu arada bu sezonun en iyi çocuk oyuncularından biri olan, küçük Nazif’i oynayan Atabek Mutlu’yu da yanaklarından, gözlerinden minicik ellerinden öpüyorum doğrusu..

Tam bunlar yaşanırken, öbür tarafta Mahir, Turgut savcıyı yakaladı amma velakin silah ta alnına dayandı kaldı..İyi ki de yakaladı. Elinden bir kez daha kaçırırsa ayıp artık. Ben Turgut Savcıyı da anlamıyorum. Kardeşim artık suçlu olduğun meydanda, neyine kaçıyorsun, rezillik çekiyorsun viranelerde. Teslim ol, git bir koğuşta ağa ol bundan iyi..

Tüm bunları son sahnede izledik dün akşam. Cidden dizi beni son zamanlarda çok germişti, hatta sıkılmıştım bile sürekli kötülerin kazanmasından, hiç iyi bir gelişme olmamasından..Ama dün akşamki bölüm “al bakalım,sevin sevinebildiğin kadar” dercesine güzel bir bölümdü. Özellikle Mahkeme sahnesi beni benden aldı canlarım.. Nazif baba beraat etti..Hakime hanım, sesinin titremesine engel olamadı. Yüreğindeki sevinç ve heyecan taşmıştı adeta..Çok şahaneydi Bergüzar Korel o sahnede, hakkını yemeyelim..Onun o sesindeki titreyiş, Nazif babanın gözlerindeki bakış, Safiye kadının gözyaşları derken, kendimi bir anda mahkeme salonunda onlarla beraber ağlarken buluverdim..

Ve fakat artık bu kadar ağlama yeter. Haftaya Turgut kardeşim yine kaçmayı başarmaz ise, ben Nazif babadan şöyle büyük bir kutlama yapmasını bekliyorum doğrusu, ağlayanlar gülsün, ayrılanlar kavuşsun, Yasin ile Songül nişanlansın, Ayten Necdet’e sırılsıklam aşık olsun, Mahir ile Feride evlensin, İlknur ile kocası barışmasın, hatta mümkünse hiç görüşmesinler, Nazif baba Küçük Nazif’e de baba olur nasıl olsa (bölümün en baba sahnelerinden biriydi zira Küçük Nazif’in bu cümlesi)..Her şey böylece toz pembe olsun diye hayal etmekteyim ama…
Nazif baba serbest kalırken, Mahir Turgut’u vurup içeri girmesin ne olursunuz…Bir 50 bölüm daha bununla uğraşılmaz…

Karadayı, yüzümüzü güldüren bir bölümle karşımızda iken, tüm bunları yazan biri olmanın dışında, herhangi bir izleyici olarak, bir nebze yüzümüzü güldürdükleri için teşekkürler efendim…



Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42