26 Şubat 2014 Çarşamba

Karadayı, aldı başını gidiyor...


                Karadayı’nın yüreklerimizi ağzımıza getiren geçen haftaki bölümünden sonra, bu haftayı iple çektim kendi adıma… Nihayet iki sezondur kırıldı kırılacak, yok kırılmayacak, acaba kırılır mı gibi sorularla kendimizi tükettiğimiz o meşhur kalem nihayet kırıldı. Adaletin kime göre, neye göre olduğu belli değil malum. Dolayısıyla kırılan bu kalem, masumun suçlu, suçlunun haklı olduğu durumların en güzel göstergesiydi adeta..

                Mahkeme sahnesinden başlamak isterim yazıya, kendimi bir an Nazif Kara’nın yerine koydum da..O nasıl bir tevekkül idi, nasıl bir hayal kırıklığı ve nasıl bir teslimiyet duygusu. Çetin Tekindor rolünü yaşadığı kadar, Nazif Kara’nın içinde yaşadığı her duyguyu da yaşattı ekrandan izleyenlere, onu izlerken, masum bir insanın böylesine ağır bir cezaya çarptırılması nasıl yaraladı beni anlatamam. Öyle ya, masum bir insanın savaşmaktan vazgeçmesi kadar iç sızlatan ne olabilir ki ? Öte yandan, Mahir’in savcıya saldırması da hayli dikkat çeken bir sahne olmuş cidden. Aslına bakarsanız, biraz gerçekçi olalım, ne kadar haklı olursanız olun, orada mahkemenin savcısına hakimine öyle saldırıp, hakaret edip sonra elinizi kolunuzu sallaya sallaya o adliyeden çıkamazsınız. Mahir’in tepki göstermesi normaldi elbette ama bunu gösterme şekli bana biraz abartılı geldi..

                Dip Not                                : Mahir’in ağlaması beni çok etkiliyor…Kenan kardeşimin oyunculuğuna sağlık..

                Muhtemelen Nazif Kara asılacak, zira geçen sezonun sonunda Çetin Tekindor’un yeni sezonda olmayacağı söylentileri çıkmış idi, ama bu sezonda devam etti. Şimdi Karadayı’nın 3.sezonda devam edeceği konuşuluyor. Ne yalan söyleyeyim, ben çok doğru bulmadım bu kararı. Konu yeterince uzadı, artık uzatacak oyalayacak bir nokta kalmayınca hikaye bu defa Mahir Feride aşkının imkansızlığına döndü, gereksiz karakterlerle renk verilmeye çalışılıyor ama bu giderek dizinin kan kaybetmesine yol açacak eminim. Üstelik Karadayı’nın her bölümü gerçekten çok çok uzun. Ben çok sıkılıyorum izlerken, en son bölüm reklamsız hali ile tam 2 saat 24 dakika sürdü. Böyle olunca gereksiz diyaloglar, uzun uzun bakışmalar, ağlaşmalar, tekrarlanan cümleler, olaylar inanın bir sezon daha çekilmez benden söylemesi.

                Dip Not                : Suna karakterini hiç sevmedim ve ısınamadım. Son iki bölümdür Feride’ye yakınlığı ve yardımseverliği de hiç gerçekçi gelmiyor. Nasıl itici, nasıl sevimsiz…

                Hep mi kötüler kazanır diye soruyorum izlerken. Çünkü dizinin başından beri, hep bir iyi kötü savaşı ve kötülerin galibiyeti söz konusu. Böyle olunca da çok bunalıyor insan. Turgut Savcı’nın pişkinliği artık kabak tadı vermeye başladı. Hele hapishanedeki adeta 4 yıldızlı otel odası kıvamındaki odası ve sürdüğü keyif iyiden iyiye sinir bozuyor. En cazip karakterlerden biri olduğunu düşünürsek, muhtemelen yeni sezonda Turgut Savcı yine kötülüklere devam edecek. Ve izleyenler delirecek gibi olacaklar, zira benim hissettiğim bu..

                Dip Not                : Bülent her ne kadar çok büyük hatalar yapmış olsa da, bir şansı daha hak ediyor bence…Üzüldüm adamın haline..

                Taze kabadayımız memlekete hayırlı olsun…Orhan kardeşim muradına erdi sonunda, genç yaşında koğuş ağası olmakla kalmadı, bir de kabadayılık ilan etti küçücük koğuşun içinde. Oralarda üç beş insanı sindirmek kolay, haliyle güçlü kuvvetli maşallah, iki tekme iki tokat herkesi yola getirirde, öyle haraç toplamakla, koğuşu korkutmakla kabadayı olunmuyor ne yazık ki. Cürmü kadar bile ateş yakamayacak kapasitedeki Orhan kardeşimin, hapisten çıkınca, o kadar kuvvetli kabadayı arasında nasıl bir konumda olacağı tarafımdan merak ediliyor gerçekten. Kim bilir, belki de içeride koğuş ağası olmak, dışarıda bir kabadayının yancısı olmaktan daha cazip geldiği için kaçmadı hapisten. İzleyip göreceğiz sonunu..

                Dip Not                                : Gardiyan Serdar bence çok karizmatik !!!

                Ayten beni sinir etti sinir…Yahu millet neyin derdinde, sen düşmüşsün Feride’nin peşine, mahalle dedikodusu yapar gibi kapı önlerinde Feride’ye öfke kusuyorsun. Yahu kadın Mahir takıntısından kurtulamadı gitti. Herkes Nazif babanın derdi ile perişan iken, Ayten Feride’ye zehir saçan diliyle suçlamalar yapmakta. Ancak şunu söylemeden edemeyeceğim, bu hafta Ayten karakterinde izlediğimiz Melike İpek Yalova’dan söz etmek gerek biraz. İlk kez Muhteşem Yüzyıl’da izlemiştik ve açıkçası oyunculuğundan çok Türkan Şoray’a olan benzerliğini konuşmuştu herkes..Zaten öyle aman aman bir oyunculukta göstermedi Muhteşem Yüzyıl’da, kısa da sürdü oradaki rolü..Ama Sevgili Melike inanılmaz bir gelişme gösterdi, içinde büyük bir yetenek varmış bunu kabul etmek lazım. Karadayı’da gösterdiği performans, oyunculuk anlamındaki ilerlemesi mükemmel. Özellikle bu hafta Songül ile karşılıklı veda sahnesinde ve kocası Necdet abimden dayak yediği sahnede beni çok ama çok etkiledi. Emeğine yüreğine sağlık, haftanın kocaman alkışlar Melike’ye gidiyor bu yüzden…

                                Ayten demişken, Songül kızımıza olan öfkemizden bahsetmesek olmaz, yahu Songül, Allah aşkına Ayten’e niye söylüyorsun kaçacağınızı, yok uzaklaşacağınızı bilmem ne. Ayten zaten heyecanlı titrek bir kadın. Öyle sır saklamak, belli etmemek falan onun neyine. Senin yüzünden Ayten’in ağzı burnu dağıldı. Bu arada Necdet için kendi kendime “Yahu bu adamın karizma nereye gitti, adamı pısırık bir iç güveysi yaptılar” diyordum ki, Necdet abim eline kemeri alıverdi. O nasıl dövmek be Necdet, o nasıl şiddet, o nasıl öfke ve tehdit. Çok ama çok yanlış oldu bu durum, o kadar sevgiye, ilgiye, merhamete hiç yakışmadı bu durum. Ayrıca ben mi kaçırdım, bu Necdet Mahir’e niye bu kadar öfkeli. Nedir bu hırs anlamadım ki.

                Dip Not                : Mahir ile Feride’nin evde öpüşüp koklaşmaları beni sinir etti. Babasının idam kararı verilmiş, tüm hayatı altüst olan bir adamın şapır şupur cilveleşmesi çok sevimsizdi..

                Gelelim Melih kardeşime. Sen git, kardeşine ihanet et, sonra vicdanının sesine kulak ver..O kadar pişmanlık normal tabi, herkesin harcı değil ablasının hayatını mahvetmek. Melih başından beri kime ne tavır alacağını şaşırmış bir halde ortalıklarda dolanmaktayken, gidip hiç söylenmeyecek bir sırrı, hiç söylenmeyecek bir adama söyledi. Duygusal ruh hali de bunu kaldırmadı elbette. Aslında tüm olayların sorumlusu Melih değil mi. Azıcık öfkesine hakim olup çenesini tutaydı böyle olmayacaktı.. Melih kendini damdan attı ama öldü mü ölmedi mi onu şimdilik anlayamadık. Belki de Nazif Kara’nın dediği gibi, her gün defalarca ölmektense, bir kez ölüp kurtulmayı seçmiştir, kim bilir !

                Dip Not                : Ay ben bu Melih’i döven adamı bir yerden hatırlıyorum. Merhamet dizisindeki Sermet’in adamı değil mi bu, hani şu Sermet’e ihanet edip gazabına uğrayan. Ta kendisi !!

                Bir tarafta Nazif Kara gibi bir baba, diğer tarafta Mehmet Saim efendi. Nasıl güzel anlatıyorlar bu farkı. Zaten bu dizinin bana en cazip gelen yanı, anlattığı o sıcacık aile bağları. Artık unutulmaya yüz tutmuş bir takım değerlerimiz, fedakarlıklarımız, sevgilerimiz. Mehmet Saim’in kendini kurtarma çabasını anlayabiliriz belki ve fakat öfkesini anlamak mümkün değil. Verdiği emir ile tüm Kara ailesinin üzerine yağdırdığı kurşunları izlerken, ürperdim gerçekten. Bu kadar kin ve öfke, fazla geldi bana…

                Dip Not                                : Allah aşkına, Feride’nin dava dosyasını Suna’nın incelemesine sunması da ne oluyor ? Koskoca dava dosyası bir katip tarafından çözülürse diye korkuyorum gerçekten..

                Karadayı, son sahnesinde gözlerimi yerlerinden fırlama noktasına getirerek bitti. Açıkçası şok içinde kaldım öyle ekran başında. Dizinin hikayesinin nasıl bir şekil alacağı kesin değil, dediğim gibi 3.sezona da kalacaksa, asıl ana hikayeden epey uzaklaşacağız gibi görünüyor. Ama asıl mesele, neyi anlattığından çok, nasıl anlattığınızdır. Dizinin süresini ciddi ciddi kısaltmalarını, gereksiz diyalogların çıkarılmasını, uzun uzun bakışmalardan ve ağlaşmalardan sıyrılmasını bekliyorum kendi adıma…Bakalım ilerleyen bölümler ne kadar karşılayacak bu beklentilerimizi diyerek yazımızı da noktalayalım burada…

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42





18 Şubat 2014 Salı

O Hayat Benim...Benim yeni favorim...

Ben bildim ama…

Daha fragmanı izler izlemez…

Dedim ki, kime bakacağımı şaşırdım, bu nasıl kadro…

Hay böyle olunca, insan merak ediyor, bu kadar iyi oyuncu bir araya gelmişken, hikâye nasıl acaba diye…

Ve Pazar günü akşam merhaba dedi O Hayat Benim ekranlara…

Ben dün izleyebildim yoğunluktan..Bugün de sıcağı sıcağına yazayım dedim

Nihayet şöyle meraklar uyandıran bir senaryo ile karşı karşıyayız..Hikâye bana çok farklı geldi. En azından son birkaç sezondur izlediklerime hiç benzemiyor. İlk bölümden hızlı bir tempo ile girdiler olaylara. Öyle ki, oyunculara mı bakayım, kim kimdir onu mu anlamaya çalışayım, hikâyeye mi odaklanayım diye düşünürken, bir baktım ki ilk bölümün sonuna gelmişim.
Hikâyenin kahramanları epey kalabalık, dolayısıyla gözünüz korkabilir ama çok sade bir anlatım ile hemencecik çözüyorsunuz ilişkileri. Bu açıdan çok sevdim ben. Öyle aşırı karışık akrabalık ilişkileri beni yoruyor şahsen.

Öncelikle hikâye dedik, oradan devam edeyim. Biri sizin hayatınızı çalsa, ne yapardınız? Cidden bunu düşündüm izlerken. Ortada iki kız kardeş var..Biri aslında öz değil, bambaşka bir hayatın evladı, zengin bir babanın kızı. Gün gelip baba kızının izini buluyor, ama kızların annesi, para hırsı ile asıl kızın yerine kendi kızını koyuyor..Böylelikle asıl zengin olan kız, eski fakir hayatına devam ederken, bu hayatı hiç hak etmeyen diğeri vuruyor turnayı gözünden…
Mehmet Emir Atahan, hayli zengin ve yakışıklı bir adam..Yıllar önce sevgilisinden bir kızı oluyor, ismi Bahar ancak her zamanki gibi bunu saklıyorlar kendisinden. Yıllar geçipte, kızın dedesi vicdan azabından duramayınca bunu gelip Mehmet Emir beye anlatıyor, kızını bulup sahip çıkmasını istiyor. Çünkü kızını verdiği ailenin durumu pekiyi değil, dolayısıyla Bahar eğitimini bile sürdüremiyor. Tüm bunları duyan ve üstelik yıllardır eşinden bir çocuk sahibi olamayan Mehmet Emir Bey, kızının peşine düşüyor elbette hemen. Ama hesaba almadığı bir durum var..Kızını büyüten ailenin başka bir kızı daha var..Efsun..Ve Bahar’ın üvey annesi, Efsun’un gerçek annesi olan Nuran, tüm bunları duyunca Bahar yerine Efsun’u, Mehmet Emir’e kızı olarak vermeyi ve dolayısıyla Atahanların servetinden faydalanmayı kafaya koyuyor. Planlıyor ve uyguluyor. Bu plan ne kadar başarılı olacak, şüphesiz seyredip göreceğiz..

İlk bölümün bana göre yıldızı Yeşim Ceren Bozoğlu…Kızların annesi Nuran karakteri ile resmen döktürmüş..O Geniş Aile’nin ve Aldırma Gönül’ün eğlenceli, şakacı ve biraz da tatlı sert kadınları gitmiş, yerine hırslı bir mahalle kadını gelivermiş. Nasıl güzeldi, nasıl şahaneydi anlatamam. Bayılarak izledim. Cuk oturmuş karaktere, ya da karakteri kendine yakıştırmış diyeyim, tek kelimeyle nefisti. İnanarak oynamak böyle olsa gerek..Koskocaman alkışlar kendisine…

Diğer dikkatimi çeken Ceren Moray oldu..Hani İşler Güçler'in deli kızı Zehra..Kız kardeşinin sevgilisi ile beraber olacak kadar şahane bir ahlaka sahip olan Efsun karakteri ile çok doğal bir oyunculuk sergiledi cidden. Annesinin hırslı ve bir o kadar ahlaki değerlerden yoksun kızı Efsun, çok inandırıcıydı. Çok beğendim performansını. Tam anlamıyla ortalığı karıştırmaya meyilli, herkesi birbirine düşürecek kadar da tehlikeli..Nuran ve Efsun çok iyi bir ikili olmuşlar. Ve bu hikâyede işin kötü ve entrikacı kısmını güzel idare edecekler gibi görünüyor..

Hazır entrika demişken, zengin evimizin sakinlerinden de söz etmek gerek sanırım..Dedim ya, insan kimi izleyeceğini şaşırıyor..Zira Nuran ve Efsun cephesine karşılık, zengin tarafında da iddialı ve entrikacı karakterler mevcut..

Esas kızımız Bahar’ın gerçek babası Mehmet Emir karakterini Sinan Albayrak üstlenmiş. Açıkçası ben çok yakıştırdım karaktere onu. Zengin ve asil, bir o kadar da mutsuz bir erkek olarak hayli başarılıydı. Bir gençlik sevdasının meyvesini yıllar sonra bulmanın heyecanı, öbür taraftan eşinin çocuk sahibi olamaması, ailenin sorunlu gençlerini yola getirme çabaları, aynı evin içinde o kadar insanı bir arada tutma çabası derken, yeni bulduğu ve ailesi tarafından pek kabul görmeyecek kızının sıkıntısı Mehmet Emir beyi hayli bunaltacak gibi görünüyor…Bakalım ilerleyen bölümlerde tüm bu sorunlarla nasıl başa çıkacak, merakla bekliyoruz..

İlk bölümün dikkat çeken bir diğer oyuncusu Ahu Sungur, tamda kendine yakışır bir karakterle çıktı karşıma..Bu kadına böyle zengin, asil karakterler çok yakışıyor. Zira çok güzel ve rahat bir oyunculuğu var onun. Adını Feriha Koydum’un Aysun hanımı, bu defa çok daha zengin, ailesine bağlı ve biraz da fena bir karakter olan Hülya’yı oynuyor. Saçlar uzamış, hayli hoş olmuş doğrusu…Hülya, Mehmet Emir’in kız kardeşi. Sorunlu bir erkek evlada, genç bir kıza ve sanırım ailenin pek hoşlanmadığı bir kocaya sahip. Laf aramızda, o damadı gözüm tutmadı benim..Herkesin ortasında kalıp, sorun çözmeye çalışan ve bunun ağırlığını taşıyan, üstelik biraz da otoriter annesiyle başa çıkmaya çalışan Hülya, şimdi de ortaya çıkan yiğeni ile uğraşacak gibi görünüyor. Ama bunu ne derece başarır izleyip göreceğiz. Zira Efsun ile baş etmek hayli zor olacak gibi görünüyor..

Dizinin ağır topları, şüphesiz Gülsen Tuncer ile Nurşim Demir olsa gerek..İkisini de çok severek izlerim..Gülsen Tuncer, esas oğlumuz Ateş’in teyzesini oynuyor..Nurşim Demir ise, Mehmet Emir’in annesi rolünde..Bir kere Nurşim hanıma böyle zengin ve özellikle kibirli roller şahane oluyor. Nasıl güzel oynuyor, nasıl güzel bakıyor tepeden tepeden anlatamam..Yüreğine sağlık, çok yakışmış rolüne..

Gülsen Tuncer’i ise Aşk-ı Memnu’nun Ahsen hanımı olarak izlemiştik. Burada daha mütevazı ama biraz gizemli bir karakterde karşımıza çıktı. Yılların usta oyuncusunu tekrar izlemek çok keyif verdi bana..Henüz ilk bölüm olduğundan, olayların ne olduğunu tam anlayamadık, ilerleyen bölümlerde Atahan ailesi ile ne hesabının olduğunu anlayacağız diye düşünüyorum.

Gelelim esas kızımıza ve oğlumuza…Tüm olayların başlangıç karakteri olan Bahar, kendi halinde, çalışkan fedakâr, ailesine yardımcı olan, kardeşinin her türlü sinir bozucu haline katlanan, çok tatlı ve çıtı pıtı bir kızcağız…Bu noktadan hareketle Ezgi Asaroğlu nasıl iyi olmuş bu karaktere anlatamam…Çok sevdim ben, bir parça ilk bölüm heyecanı sezdim kendisinde ama o kadar kusur da olsun artık..Bir kere çok güzel, çok sevimli bir kız zaten. Ben sevdim ne yalan söyleyeyim Bahar karakterini…Üstelik karşı karşıya kaldığı haksızlıkları da görünce, üzüldüm doğrusu..

Esas oğlumuz Ateş’i ise Keremcem oynuyor…Keremcem, tamam boylu poslu pek yakışıklı bir kardeşimiz de, bir o kadar da oyunculuğu ilerletmiş. Genellikle masum ve duygusal rollere yakıştığını düşünsek bile, bu defa çok farklı bir karakter var karşımızda. Atahan ailesinin avukatı Ateş, aynı zamanda geçmişten gelen bir sırra da sahip anladığım kadarıyla..Atahanlar ile bir hesabı var ve içten içe bu hesabı sormanın derdinde..Ben Keremcem’i çok beğendim, oyunculuk performansı çok iyiydi. Daha sert ve ciddi bir karakter olan Ateş, büyük ihtimal Bahar ile bir aşk yaşayacak. Ama bu aşk ikisine neler getirip götürecek hep birlikte izleyeceğiz…

Biraz karışık olduysa kusuruma bakmayın. En sade şekliyle yazmaya çalıştım, hatta karakter analizi bile yapmadım ki, kafanız karışmasın. Yazamadığım oyuncu ve karakter var daha, dediğim gibi dizi hayli kalabalık. Ama hikâyenin ağırlıklı karakterleri böyle..Açıkçası, ben keyif alarak izledim, senaryo, hikâye, oyuncular hepsi çok iyiydi. Genellikle ilk bölüm yazılarında, fazla bir eleştiri, eksik yüksek falan bulup yazmıyorum malum..İlk birkaç bölüm sonra çok daha iyi yerleşiyor karakterler zihnimde, daha sağlam yorumlar yapabiliyorum.

O hayat benim, keyifle izlediğim ve tavsiye edebileceğim bir yapım olmuş..Tüm ekibinin eline yüreğine emeğine sağlık diyerek, yazımızı burada noktalayalım..

Siyah İnci’den sevgiyle…


www.twitter.com/blackpearl42

10 Şubat 2014 Pazartesi

Karagül konağında skandal üstüne skandal...Heyecan dorukta..

Kuşkusuz sezonun en aksiyonlu dizilerinden Karagül..

Oyunculuk, ekip bütünlüğü, senaryo, özellikle müzikler falan derken favorilerimden ne yalan söyleyeyim..

Üstüne bir de senaryonun özgünlüğü eklenince demeyin keyfime..

Gerçi son üç haftadır biraz sakin ortalık..Her an harekete, kavgaya, heyecana alışan izleyicisini biraz dinlendirdi Karagül..Karakterlerin ruhsal dünyasında meydana gelen duygusal değişimlerin de bunda etkisi olduğu açık. Bu hafta bizi heyecandan gözyaşlarına, mutluluktan hüzne doğru yolculuğa çıkardı.

Şüphesiz haftanın en duygusal anları, Narin ile Ebru arasındaki dayanışma idi. Şahsen ben izlerken gözyaşlarımı tutamadım. Söz konusu evlat olunca, her öfke unutuluyordu..Narin, öfkesinden sıyrıldı bir süre de olsa. Ama ya Ebru..Onun yaptığı cidden çok yürekten geldi bana..Zira Baran ve Ayşe, her ikisi de onun evladı değil. Daha doğrusu Baran evladı da, Ebru bundan haberdar değil..Yine de, bilmese de, vicdanı mıdır, annelik içgüdüsü müdür bilinmez, Narin’in elinden tuttu, Narin onu hep itmişken..Narin onu yaralamış, zedelemişken, o Narin’e merhem olmayı tercih etti.

Baran ile Ayşe’nin akıbetini bekleyenler arasında,  gecenin en iyi performansı Sibel’in yürekleri dağlayan çıldırmış halleriydi..Ebru Ojen Şahin nefesimi kesti, devleşti adeta ekranda. Kendisini oldum olası nerde izlesem, şöyle bir dalıp giderim. Oynadığı karakterin ruhunu çok iyi yansıtır insana zira..Ama bu defa bir başkaydı gerçekten. Evladını kaybetmiş bir annenin feryadı ile tüylerimi diken diken etti..Ha bu arada Ayşe, Sibel’in kızı imiş. Zaten daha öncesinde şüphelenmiştik, bu bölüm anlamış olduk. Sibel’in ağzından dökülen “kızım”kelimesini kimse fark etmedi konakta ama biz fark ettik tabiî ki de. Mesele Ayşe’nin babası kim? Muhtemelen Kasım kardeşim onun babası çıkabilir. Bu ne demek? Bizi hareketli günler bekliyor demek elbette..

Bu bölüm Kendal ağaya acıdım inanın. Şöyle bir baktım da, yanlış saymadıysam adam tam dokuz kadınla birden uğraşıyor. Yahu, millet bir tanesi ile başa çıkamıyor, Kendal ne yapsın. Hangi birine yetişsin adama da hak veriyorum bir yerde. Hiç birinin de derdi bitmiyor. Hoş, görünen o ki, Kendal ağamızı yakında çok daha büyük dertler bekliyor. Malum, Baran ile Ayşe’nin bulunduğu yerde, Jandarma araştırma yaparken, Murat ağamızın cüzdanı bulundu..Hayır, jandarma orada niye araştırma yaptı ben onu da anlamadım. Sanırım Özcan Deniz’in dönmesi yakındır. Ve bizim devreler asıl o zaman yanacak, görürsünüz. Murat ağa konağa bir dönecek ki, her şey allak bullak olmuş, herkes bir arada, herkes birbirine düşman, kavga dövüş hır gür hak getire. Anlaşılan Fırat ile boğuşmayı başarmış kurtulmuş ama konaktaki bu kadar tantana ile nasıl boğuşacak merak ediyorum gerçekten.

Gelelim daha hayatlarının baharında iken görmedikleri dertleri gören Baran ile Ayşe’ye. Şimdi ben şunu anlamıyorum. Baran’ı amcası Sibel’e götürdü, tamam…Baran, Sibel’e elini bile sürmedi, oda tamam…Tüm bunlar Baran,Kendal ve Sibel arasında bir sır..Amenna…Yahu şimdi niye hortluyor bu mesele tekrar..Ebru’ya da çok kızdım. Sanane be kadın. Niye çocukların huzurunu kaçırıyorsun. Tamam, Kendal yerden göğe kadar suçlu, haksız. Meseleyi Sibel ve Kendal arasında halletsenize. Ta Kadriye anaya söylemelere kalkmalar, işin sonunda Baran ile Ayşe’ye duyurmalar. Hayır, yani ne işinize yarayacak onu anlamadım. Ayşe bilse ne olur bilmese ne olur bu konuyu, sonuçta olan biten bir şey yok. Baran’ı da stres ettiniz, panik ettiniz, itiraf etti çocuk sonunda…Etti de ne oldu, kime ne oldu..Kendal asıl suçlu ama tüm cezayı acıyı çeken Ayşe ile Baran. Kusura bakmayın da, ben çok sinir oldum Baran’ın Ayşe’ye bunları söylemesine. Ayşe zaten yaralı bir serce..Ay nasıl tatlı o kız ya..Bayılıyorum ben ona..Sevda Erginci’yi ben ilk Veda dizisinde izlemiştim. Çıtı pıtı, hanım hanımcık idi..Ayşe karakterinde de tam olarak böyle..İnsan onu izlerken kıyamıyor..Tatlı tatlı konuşması, bakması ağlaması ve gerçekten oyunculuk kabiliyeti görülmeyecek gibi değil. Baran deseniz, o ayrı bir başka güzel. İkisinin karşılıklı sahneleri nasıl temiz, masum, sıcacık böyle..Ama maşallah ikisine de hayatı zindan etti tüm konak halkı elbirliği ile..Hikâyenin en masumları, en ağır cezaya mahkûm oldular niyeyse..Tüm bunlar tamam da, her şeyin başı olan Kendal ağa ne zaman ceza görecek onu da merakla bekliyoruz..

Son iki bölümdür Ada’nın geçirdiği değişim çok etkileyici değil mi..O aksi, huysuz, nefret dolu kızın, , kardeşi Baran’a karşı içinde büyüttüğü ve kendine bile itiraf edemediği o sevgi ortaya çıktı sonunda..Doğrusu Ada’nın hepsinden ayrı bir karakteri var..Gerek Maya, gerek Rüzgâr, hemen her şeyi unutmaya hazır iken, Ada buna asla izin vermiyor. Ne yalan söyleyeyim, bir Ada zaten bir Narin…İkisi de beni çok sinir ediyor..Bakın Özlem’de çenesini tutamayanlardan ama onun sevimli bir hali var..Narin ile Ada ise gerçekten sürekli birilerine laf çarpmaları, kavgaya her an meyilli olmaları sebebiyle benim favorilerim değil ne yazık ki..Ama işte aile dedin mi, akan sular duruyor, karşısında öfke kin bırakmıyor. Narin ve Ada, Baran’ı kaybetmek söz konusu olunca, ikisi de sıyrıldı öfkelerinden sonunda..Hele Rüzgâr’ın Narin’e “abimi görebilir miyim Narin teyze” dediği anda Narin’in verdiği izin, yüreklerimize dokundu gerçekten.

Gözüme takılan bir sahne, Baran ile Ayşe’nin hastaneden konağa geldikleri sahne idi..Orada şahsen Kadriye ananın Baran’a sarıldığı kadar, Ayşe’yi de bağrına basmasını beklerdim şahsen..Olayların en masumu olarak bunu hak etmişti Ayşe..

Bir de beni hayli rahatsız eden bir karakter var..Şu Oğuz komutanın kardeşi rolündeki motorlu arkadaş var ya..Yahu ne gereksiz bir karakter o..Hadi iki kardeşi birbirine düşürmek ve yeni bir aksiyon yaratmak için yazılmış bir karakter diyelim. Tamam, sözüm yok..Ama hiç kimseyi bulamadınız mı…Çocuk oyuncu değil besbelli..O kadar kötü oynuyor, o kadar ezberci bir rol yapıyor ki, bu kadar şahane oyunculuk arasında, ne yalan söyleyeyim çok sırıtıyor..

Baran’ın Ayşe’ye her şeyi itiraf etmesiyle konak tabii ki yine karıştı..Özlem bu fırsatı kaçırır mı..Tuttu Sibel’in saçından sürüdü vallahi…Aman bu Özlem’den korkulur gerçekten…Sibel’in çaresizliğine bir kez daha üzüldüm, onun gibi pek çok çaresiz kadına üzüldüğüm gibi…

Yani konak yine yeni bir skandal ile çalkalandı canlarım. Heyecan da tavana vurdu elbette. Bakalım daha bu konak kaç rezalet daha görecek diyerek, yazımızı burada noktalayalım..

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42



6 Şubat 2014 Perşembe

Merhamet coştu, coşturdu dün akşam !!

                Aslında yakın zamanda yazmıştım Merhamet ile ilgili bir yazı…Ama özel bir yazıydı o..Epeydir bölüm yorumu yapmadığımı fark edince ve dün akşamki bomba bölümden sonra bir şeyler karalamak gerekli oldu..Hızımı alamadım ne yalan söyleyeyim..Twitter yorumlarından sonra biraz da burada içimi dökeyim dedim..

               Gelelim dün akşamki bölüme..

    Haydi, gözümüz aydın…Nihayet bir hamilemiz daha oldu…Narin hamile !

          Haydi bakalım..Çok şükürler olsun ki, Narin hamile çıktı..Peki Fırat’a ne demeli..Kaç bölümdür ağlak ağlak gezinen Fırat, Narin’in hamilelik haberiyle kendine geldi nihayet..O ne koşuşturmaca öyle..O ne sevimli heyecan..Bayıldım Fırat’ın o hallerine..Bu arada İbrahim Çelikkol’da hakkını veriyor ne yalan söyleyeyim. Nasıl samimi, nasıl doğal oynuyor, zannedersiniz ki gerçekten baba olacak..Çok komikti o halleri..Narin’e bakıp duygulandım, Fırat’a bakıp güldüm sürekli.. Maşallah ne Fırat’mış arkadaş. Kimle beraber olsa bir bebek muhabbetidir gidiyor. Neyse, üçüncü denemede bir çocuk daha ortaya çıktı.  Ama adamın şansından mıdır nedir, hamile kalan kalana ama ortada çocuk yok..Hadi bakalım bu defa başına bir iş gelmeden bebekleri doğsun diyelim..

              Doktor sahnesi var ya…Ben koptum gülmekten yemin ederim..Fırat’ın o şüpheci halleri, Doktora falan tripler atması, yerinde duramaması, Narin’in sakinliği beni benden aldı..Yahu ne kadar bebek istiyormuş bizim Fırat. Ne alaka anlamadım..Adamın içinde çıkmayı bekleyen sorumlu bir baba varmış ta haberimiz yokmuş. Olsun olsun, güzel oldu böyle ben çok sevdim Narin’in hamileliğini, Fırat’ın heyecanını..

             Deniz kaçar, Sermet kovalar…

             Yahu ne kaderin varmış be Sermet..Bir kadın sevdin, kardeşini seçti..Birini sevdin, buda adeta atarlı kaplan..Evet evet Deniz’e atarlı kaplan diyorum ben..Anacım koskoca Sermet Karayel’i mülayim, kılıbık bir adama çevirdi daha ne olsun..Neredennnn nereye geldi camiasının en delikanlısı baksanıza…Adam ne olursa olsun, ne söylerse söylesin Deniz’e karşı bir başka değil mi..Hoş, Sermet herkese bir başka davranıyor ayrı konu..Ali ile başka, Deniz ile başka, Galina ile başka..Şimdi hakkını yemeyelim, Mustafa Üstündağ döktürüyor Allah için..Adam diziyi neredeyse bu sezon tek başına ayağa kaldırdı. Hayır, diğer karakterlere bakın, hepsi normal..Tek tip karakterler, tavırları, tepkileri her durumda aynı..Ama Sermet öylemi ya…Bir bakıyorsun acemi, eli ayağına dolaşmış, heyecandan sesi gitmiş bir âşık…Bir bakıyorsun racon kesen, bir kafa işareti ile adam öldürten, döven, söven bir kabadayı..Yâda mafya mı demeli acaba…Çözemedik ki adamı..Ne iş yapar, nerde iş yapar belli değil..Acayip bir gizem var..Gerçi gizemli oluşu da iyi..Ortalarda değil hiçbir işi..Ali ile bir aradayken ise tam iki komedyen bunlar..Gülmekten ölüyorum hallerine…Sen koskoca Sermet Karayel, otur yanında çalışandan aşk tüyoları al..Neyse konuya dönelim, Deniz tripler attıkça, Sermet daha bir eziliyor yazık..Eve gittin mi merak ettim diye telefon açmaz mı birde..Deniz’e biraz yaklaşmak aslında tüm derdi, merak ettim telefonları bahane…

           Hopppp Deniz Hanım…Eski Sermet Karayel’sin de ne demek !!

           Yahu Deniz, aklın yeni mi başına geldi..Adamın karşısında salya sümük ağlarken, “ucunda ölüm olsa bile ben seni istiyorum”derken, başka adam mıydı bu adam..Adam senin karşına geçti, acık açık cinayetlerinden bahsetti..Daha ne yapsın nasıl anlatsın kendini. Sende kalktın, ay ben seni seviyorum, ay çok razıyım deyip deyip ağlamadın mı..Şimdi sen kalk, iyi düşünmek istiyorum ama sen eski Sermet Karayel’sin de adama..Oldu güzelim…Ne eskisi, ne yenisi, adam aynı adam..Tek fark, sana âşık..Valla benden söylemesi, Sermet cidden Deniz’i çok çok seviyor, yoksa Deniz’in o söylediklerini falan başkası söylese, çoktan Teşvikiye’den kalkmıştı cenazesi..Yâda indirmişti aşağı dövdürmeye, unutmuştu bir buçuk ay..Gerçi şimdi Deniz’i de harcamayalım iki dakikada..Kız da haklı ne yapsın..Sermet’in de sağı solu belli değil ki anacım. Bir bakıyorsun çok romantik, bir bakıyorsun elinin tersiyle itip gidiveriyor..

             Irmak ile kanka olur musun Can, al sana, al sana az bile…

       Sermet kardeşim Can’ı öldürmese bari…Yahu Can karizmayı iyice çizdirdin sende arkadaş ya..Diskonun bahçesi midir otoparkı mıdır artık neresiyse, Sermet’e kafa tutuşuna pek güldüm. Daha öncede hatırlarsanız Sermet’in evin basmıştı bu Can kardeşimiz. Sen Deniz’e nasıl mesaj çekersin, oynattın mı be adam demişti..Asıl sen mi oynattın acaba Can. Dua et Sermet’in âşık dönemine denk geldin, yoksa çoktan senin de namazın kılınmıştı benden söylemesi..Hayır, Irmak ile bunlar birbirine düşman gibiydiler, hangi ara yaklaştınız, dost oldunuz, kanka oldunuz anlamadım ki..Sermet’e iddia yapayım derken başına Irmak belasını aldı Can haberi yok..Al işte atölyen yandı bitti kül oldu..Üzülmedim ne yalan söyleyeyim, Irmağı hayatına alması değil işte öyle..Can her geçen gün Sermet karşısında biraz daha puan kaybediyor. Sümsük, pısırık, asalak bir tipe dönüşüyor gözümde. Önceleri yok ressam, sanatkâr falan diye ucundan kıyısından kurtarıyordu ama şimdi o da para etmiyor..Irmak yüzünden Deniz’in hayatından da çıkmıyor bu sayede.

                Madem Can hayatımızdan çıkmıyor, biz başka hayat kurarız arkadaş !!!

            E ne yapmalı bu durumda..Evlenmeli Deniz’le..Yahu zaten Sermet yatıp kalkıp bu Ali kardeşime dua etsin..Ali’ye çok sinirliyim o ayrı konu ama şimdi Deniz ile Sermet aşkının temel mimarı kendisidir…O ikisinin karşılıklı konuşmaları zaten çok komik, ama bu defa ciddi ciddi evlilik konuştular, Ali fikir verdi, Sermet dinledi..Şahsen bu Ali kardeşim, bu işlerden anlıyor..İyi anlıyor hem de..Ama Allah için öldüm gülmekten. Hele Ali Sermet’e evi steril etme konusunda tüyo verirken koptum resmen.. Eve adam getirip dövmek yok, ağzına silah sokmak yok, kulağını kestim yedirdim yok…Kulağını kestim yedirdim ne ya…Peki Sermet ile oturup bilgisayardan helikopter beğendikleri sahneye ne demeli…Sizi bilmem de benim gözlerimden yaş geldi gülmekten. Şimdi Ali olmasa, Sermet kesin eline yüzüne bulaştırırdı bu işi, neyse ki bir aksilik olmadı bu defa, organizasyon on numara…

Ali hercai çıktı, Tatyana’nın gözü yaşlı..

           Sinirliyim dedim ya Ali’ye..Abi ne iş…Ne alaka şimdi Şadiye..Zaten üç beş kişisiniz..Dön dolaş birbirinize mi âşık oluyorsunuz anlamadım ki..Şadiye’ye niye âşık oldu ki Ali. Mis gibi Tatyana dururken. Sen aylarca kıza ümit ver, cilve yap, sonra Şadiye’ye âşık ol…Hiç olmadı hiç…Hayır, Sermet en başta bunu İrina ile evlendirirken, Tatyana’ya az dil dökmemiş miydi bu Ali. Girip çıkıp Tatyana ile muhabbet etmeye çalışmıyor muydu..Şadiye’nin ne olduğunu da biliyorsun yani..Seni takar parmağına fırıl fırıl çevirir alimallah…Ama bu Ali dedim ya, anlıyor bu işlerden diye..Az biraz fazla anlıyor bu işlerden, biraz da ayran gönüllü müdür nedir. Deniz’in hizmetçisi Şükü kardeşime de hafiften cilvelenmişti bu Ali, sonra Tatyana, şimdi Şadiye…Kusura bakmasın kimse, ben hiç münasip görmedim Şadiye ile ikisini..Şadiye de maşallah, ne çabuk unuttu Zafer kardeşimi..Onun ki de istemem yan cebime koy, bir taraftan abi diyor, öbür taraftan mesaj çekiyor. Ne yüz veriyorsun, bir sen kaldın zaten. Sen de Ali ile evlen, artık kim kimin neyi oluyor iyice karışacak vallahi..Ali kardeşimin derhal Tatyana’nın gönlünü almasını bekliyorum ben o kadar !!

                Evlilik teklifi edeceğiz, karar verdik, mekân seçiyoruz….Ali iş başında…

                Oturmuşlar baş başa, Ali ile Sermet, evlilik teklifi için yer seçiyorlar…Allah aşkına, çok mu aradınız siz orayı…Sermet telaşlarda yağmur yağarsa diye, şeker oldunuz eriyeceksiniz sanki..Kardeşim yağmur yağsa daha iyi işte, daha romantik. Hoş biz mekânın hazırlanmış halini görmediğimiz için başta böyle düşündüm ama yağmur yağsaymış, o tüller falan rezil olacakmış..Ayrıca bu soğukta niye açık mekân diye çırpındınız anlamadım ki, illaki deniz manzarası istiyorsanız, dört tarafı camlı bir yer hazırlasaydınız, niye bu kadar çırpındılar anlamadım açık havada soğukta ortam hazırlayacağız diye…

            Sermet plan yapmakta, Deniz’in kafada bin bir tilki dolaşmakta…
            
           Tüm bunlar olup biterken, Sermet Deniz için uçaktı mekândı uğraşırken, Deniz ile Narin’in ilk müşterisi olan kadına ne demeli..Ne ayaksın be kadın. Yahu iki dakikada harcadılar bitirdiler adamı..Deniz tedirgin oldu, korktu ve haklı da sayılabilir..Tamam da o müşteri kadın pısırık korkağın teki. Deniz öyle değil ki..Vallahi parçalar adamı… Yani şimdi gerçekçi olalım birazcık, Sermet gibi adamlara pek rastlanmaz öyle sokakta. Zaten öyle romantik bir mafya babası da duymadım ben hiç..Öyle elinde çiçeklerle gelip, konuşalım falan filan ama önce çiçekleri suya koy diyecek bir adam, komple yok zaten..Yani aslında Sermet gibi bir erkek dünya üzerinde yok bunu kabul edelim baştan..Deniz elbette ki korkuyor, kim korkmaz ki öyle bir hayatın içine girmekten. Ama âşık be kardeşim..Kim durabilmiş aşkın karşısında..Üstelik Sermet’e tam Deniz gibi biri lazım, öyle pısırık sessiz bir hatun ile yapamaz Sermet abimiz…

                Ve Sermet şeytanın bacağını kırdı…

            Vay arkadaş...Yahu o nasıl güzel bir ortam…O nasıl güzel bir Deniz..O nasıl âşık bir Sermet...Aslında başta ilk gördüğümde dedim ki, al işte dağın başında evlenme teklifi..Ama ciddi ciddi dağın başına çıkmamışlar mı..İn cin top oynuyor kardeşim. Neredeyse uçurumun kenarına kurmuşlar o şahane dekoru. Ama sonra düşününce Sermet gibi bir adam, lokantada romantik bir yemek,mum ışığı eşliğinde evlenme teklif etse çok sıradan gelecekti. Cidden çok sıra dışı ve romantik bir evlenme teklifi idi. Uzun zamandır bu kadar güzel ve duygusal bir sahne izlememiştim. Hakkını vermişler ne diyeyim. Ben Sermet’ten uzun uzun bir konuşma beklemiştim, hatta eline yüzüne bulaştırır yine demiştim ama öyle olmadı. Üç cümle etti adam, tam on ikiden vurdu cümle âlemi..Yüzük falan da yok ortada, hoş dedik ya yakışmaz Sermet abimize öyle sıradan yüzük takmalar falan. Bir karizması var neticede, tamam âşık falan ama onun aşkı da uçlarda..Adam, kendisinden vazgeçip başkasıyla evlenen kadına, üç milyonluk tapu yolluyor daha ne yapsın. Yüzükte neymiş..Adam yüzükle değil, yüreğiyle kendine bağlayanlardan. Yüzük Fırat gibi entel dantel tiplerin işi. O yüzden ben onun Deniz’in ellerini tutup, gözünün içine bakarak evlenme teklif edişine bayıldım…Samimi, yürekten, sahici..Sevgisiyle etkiledi, inandırdı Deniz’i..Şahaneydi gerçekten..

             Irmak varken şeytana ne gerek !!!

           Ciddi ciddi çuvala koyup denize atmalı bu kızı..Yahu yaptığı şeytanın aklına bile gelmez. O değil de, o romantik ortamları bozuldu ya Deniz ile Sermet’in ona üzüldüm..Adam ne zaman Deniz ile plan yapsa bir şeyler çıkıyor hemen..Sen o kadar masraf et, iki lokma yiyemeden kalk gel. Üstelik bir de suçlandı Sermet. Ama size bir şey diyeyim mi canlarım, ben Sermet kardeşimin o bakışlarını çok iyi tanıyorum. Muhtemelen Irmak kızımızın foyasını yine meydana çıkaracak. Hatta bana kalırsa, şöyle kocaman bir kahkaha atıp “Yahu ben Deniz ile evleniyorum, Can kim, ondan banane artık” dese pek güzel olur gibi geliyor…Bakalım haftaya merakımızı gidereceğiz diye düşünüyorum. Ama şu bir gerçek ki, ne kadar kızsak, hatta nefret etsek bile, tüm olayların kilit noktası Irmak..O olmasa ortalık karışmayacak…Bu sebeple Irmak kızımızın yeni maceralarını heyecanla beklediğimizi belirtir, muhtemelen bir tımarhanede son bulacak hayatında başarılar dileriz efendim…

                Son Not : Siz siz olun, yeni bölüm öncesi fragman, kamera arkası, yok set arkası resimleri falan görmemeye gayret edin. Zira sahnelerin tüm büyüsü bozuluyor…

                Siyah İnci’den sevgiyle…

                www.twitter.com/blackpearl42



               
               


Zeytin Tepesi..Güzel iş..

Zeytin Tepesi…

Bu sezon başlayanlar arasında en iyilerden biri..

Çok fazla dizi başladı yine sezon başında, pek çoğu yayından kalktı..Kimi iyiydi gerçekten, kıymeti bilinmedi, kimi gerçekten olacak gibi değildi…Vakit ilerleyip sezonun ortalarına gelince, sezon ortasında başlayan dizilerin riski de arttı elbette. Çünkü seyirci seçimini çoktan yapmıştı.
Bu kaygı ne kadar önem taşıdı bilmiyorum ama Zeytin Tepesi, çok özenilen bir iş olmuş gerçekten..

Yeni başlayan dizilere genel olarak göz atıyorum, zira fazlasıyla takip ettiğim dizi var malum, hatta bazılarını bir iki bölüm geriden takip ediyorum..Aslına bakarsanız yeni başlayanları takip etme niyetinde değildim. Zeytin Tepesi’ni izleyene kadar…

Her şeyden önce görüntüler çok nefis…

Oyuncular desem gerçekten hepsi iyiydi. İlk bölüm olması sebebiyle, elbette ki bir yabancılık, karaktere yeni yeni oturma durumları gözlemlesem de, genel olarak her biri çok iyi iş çıkarmış.
Kadro epey kalabalık, ilk bölüm için bunun dezavantaj olacağını düşündüysem de, çok net anlattılar hikâyeyi. Kafa karıştırmadılar ama gizemi de korudular..Her şey çok açık seçik değildi doğal olarak, ilerleyen bölümlere bırakılmış detayları merak ederek izledim ilk bölümü bu yüzden.

Hikâye size biraz karışık gelebilir. Ama özgün gerçekten, şimdiye kadar izlediklerime benzemiyor. Ben böyle diyorsam buna inanın..O kadar çok dizi, karakter, hikâye takip ettim ki son üç sezondur, artık hepsi birbirine benziyor benim için..Ama Zeytin Tepesi farklı. Hikâyesiyle, karakterleriyle, anlattıklarıyla..

Gelelim oyunculara..

İlk bölüm için gözüme çarpanlar Tayanç Ayaydın, Salih Bademci ve Neşem Akhan oldu..Her üçü de beni ters köşe yaptı diyebilirim. Tayanç Ayaydın, varlıklı toprak sahibi Tarık karakteri ile karşımızdaydı. İmajı hayli değişikti. Aslında sanırım biraz da yaşını büyük gösterme çabası yüzünden, daha önce izlediklerimizden oldukça farklı bir görünümde çıktı. Öfke ve kin dolu Tarık karakterinin sert yönünü de çok iyi yansıttı ekrandan. Tarık için kötü diyemeyiz belki ama fazlasıyla öfke dolu olduğu ve bu öfkesinin gözünü kararttığı kesin. İlerleyen bölümlerde , sert görünümünün altında yatan naif tarafında ortaya çıkacağını düşünüyorum.

Salih Bademci’yi Öyle Bir Geçer Zamanki Hakan karakteri ile hatırlayacaksınız. Aman Allah…Şimdi Akın karakteri ile harikaydı akşam gerçekten. Hani yaşayarak oynayanlardan tam olarak. Dedim ya, ilk bölüm için en iyi performanslardan biri kendisinindi..Emeklerine sağlık..Tarık abimizin erkek kardeşi olan Akın, hafif serseri, çapkın, başına buyruk, atarlı bir tip..Sanırım abisinde olduğunu tahmin ettiğimiz yumuşak kalp, kendisinde hiç yok. Akın kötülük düşünüyor, kötülükte yapıyor..İlk bölümden anladığım bu..

Neşem Akhan ise, beni cidden çok şaşırttı. Adını Feriha Koydum dizisinin fettan ve kötü gelini Seher gitmiş, yerine bambaşka bir karakter gelmiş..Onu ilk görür görmez ciddiyeti şaşırttı beni. Ama birkaç dakika sonra karakteri öyle güzel ortaya koydu ki haliyle ve tavrıyla, bravo dedim gerçekten. Tutucu, ciddi, insanların ne düşünecekleri korkusu taşıyan ve aile bireylerini bu tarz laflardan sözlerden korumaya çalışan, ailesine karşı sivri dilli, açık sözlü ve korumacı, ama dışarıya sırrını vermeyen, sakin sesiz bir görünüm çizen, söz konusu ailesi olduğumu yırtıcı bir kaplana dönüşen Suna karakteri, dizinin kilit taşlarından biri olacak gibi görünüyor. Neşem Akhan, beni gerçekten bu performansı ile hem şaşırttı, hem hayran bıraktı. Yüreğine sağlık gerçekten.

Ayça Varlıer diyeyim..Daha ne diyeyim ki..İsmi bile yetiyor..O kadar seviyorum ki onu izlemeyi. Üstelik bu defa o da beni şaşırttı..Hayli hareketli, kıpır kıpır bir karakterle karşımıza çıktı..Çok fazla izleyemedik dün akşamki bölümde ama ilerleyen bölümlerde uzun uzun görmeyi umut ediyorum kendisini.

Ve çok büyük bir usta vardı dün akşam..Bana da büyük sürpriz oldu. Sevgili Zerrin Sümer..Maşallah yıllar geriye mi gitmiş ne…Geçmişine bağlı, güçlü ama bir o kadar da kalbi yaralı bir anne Keriman Hanım..Evladından ona yadigâr kalan torunlarına sıkı sıkıya bağlı bir kadın. Aslında kızının akıbetini bilmediğinden olsa gerek, ondan kalan her şeye sahip çıkmış Keriman Hanım. Odasına bile dokunmamış.  Bir de topraklarına düşkün elbette, işine gücüne sahip. Çektikleri sıkıntıları göğüslemeye hazır..Zerrin Sümer’i izlemek büyük keyif oldu benim için..

Esas Kızımız Deniz karakterindeki Aslıhan Gürbüz ise, ilk bölüm için sanki biraz heyecanlı idi. Ve fakat ilk bölüm için gayet iyi iş çıkardı. O güçlü, hırslı, kararlı, ayakları yere sağlam basan Deniz, daha ilk günden kasaba tarafından dışlanmaya ve zorlanmaya başlasa da, kolay pes edecek bir tipe benzemiyor. Yarım kalan aşkı, işlemediği bir cinayetin yükü derken, Deniz’in işi epey zor görünüyor…

Öbür taraftan sürprizlerden biri de Hakan Karahan idi. Akşam görünce küçük bir hayret çığlığı atmadan edemedim. Kaçak dizisinin Kız Taylan’ı burada Tarik kardeşimin müstakbel kayınpederi rolü ile karşımızdaydı. Karizmatik ve gizemli Ragıp karakterine cuk oturmuş Hakan Bey..Dizinin kötülerinden biri olsa gerek kendisi. Şöyle ilk bölümden benim anladığım bu. Öbür taraftan Atilla Saral’ı yıllar sonra, ekranda görmek şaşırttı beni..Çok değişmiş, artık orta yaşlı bir karaktere uygun hale gelmiş. Yine İpek Tenolcay, Deniz’in annesi rolü ile çıktı karşımıza ama sanırım sürekli boy göstermeyecek. Merhamet ve Eski Hikâyede izlediğimiz Haldun Boysan usta da dizide yerini almış.

Gördüğünüz gibi kadro hayli kalabalık..Hatta kim kimdir zorlanabilirsiniz. Üstelik daha yazamadığım karakterler var..Dizinin hikâyesi dediğim gibi bana ilginç geldi. Yıllar önce birbirini seven Deniz ve Tarık, Tarık kardeşimin babasının öldürülmesi ve cesedinin başında Deniz’in bulunması sebebi ile ayrılırlar, Deniz işlemediği bir suç için uzun yıllar hapiste kalırken, Tarık ve kardeşleri (4 kardeşler) sürekli diş bilerler. Erken tahliye olan Deniz’in kasabaya dönmesi ve anneannesi ile kardeşleri(3 kardeşler) eşliğinde Tarık ve ailesine meydan okuması hikâyeyi hem karışık hem heyecanlı hale getiriyor. Deniz’in fabrikasını, işyerini hatta evini kaybetmesine yol açacak büyüklükte borçlarını ödeme çabaları da, hikâyenin keyfini artırmış. Öbür taraftan Tarık kardeşim Ragıp abımızın kızı ile nişanlı, Ragıp biraz karanlık bir tip gibi geldi bana. Bu cinayette parmağı var sanki..Ama ilk bölümde tam net anlayamadık bazı şeyleri elbette.

Zeytin Tepesi, gerek görsellik, gerek oyunculuk, gerek hikâye açısından benden tam not aldı. Sevdim, keyifle izledim..Hepsinin emeğine yüreğine sağlık..Umarım uzun ömürlü olur. Bu keyfi hep beraber, izler ve konuşuruz…

Siyah İnci’den sevgiyle..

www.twitter.com/blackpearl42


3 Şubat 2014 Pazartesi

Kayıp bitti..Eski Hikaye bitiyor..Sıradaki hangisi...

Kayıp…

Kayıp, finali tam da beklediğim gibi çıktı..Hiç şaşırmadım, yorulmadım..Kendisine yapılan haksızlığa cevap verircesine, saçma sapan, ayarsız, özensiz bir final yaptılar. Siz bize böyle yapar, kıymetimizi bilmez, erken final isterseniz, alın size final dediler adeta..Aslında 14. Bölümde final yapacağı haberleri çıkınca, 14. Bölümde finale yakışır bir kurgu izlemiştik hatırlarsanız. Kerem eve döndü, asıl patron ortaya çıktı falan filan..Tüm olaylar sonuçlandı ve Mehmet, vurulduğu yerde bulduğu yüzükle işin başlangıç noktasının Özlem olduğunu gördü..Ve belki de öldü orada..Keşke 14.bölümde final yapılsa ve orada bırakılsaydı. Çok daha şık olurdu eminim. Kanalın kararsızlığı ekibe de yansımış olacak ki, adamlar final yazdıktan sonra, dizinin yeniden devam etme kararı üzerine ne yapacaklarını şaşırdılar. Zira 14.bölümden sonraki bölümler tam bir fiyaskoydu. Nitekim Pazartesi günkü final de bana göre tam bir fiyasko oldu. Sürekli ters köşe yapan dizinin dümdüz bir finalle bitmesi beni üzdü ne yalan söyleyeyim. Hele Mehmet kardeşimin, dizinin son birkaç dakikasında tüm milletin başına geleni özetlemesine ne demeli..Muhtemelen 39 bölüm olarak tasarlanan dizide, eğer erken final olayı olmasaydı, Mehmet’in tüm anlattığı sonuçlar, şahane bir senaryo ve olay örgüsüyle bize sunulacaktı eminim..Ama ne yazık ki, tüm kilit karakterler birkaç dakikanın içine sığdırılıverdi..Mehmet’in Özlem’i hapishanede ziyaret etmesi ve oğlunun resmini getirip önüne koyması da, tam anlamıyla komediydi..Nerden buldun, nasıl buldun, niye buldun? Aynen Faik kardeşimin ölmesi gibi..O niye öldü. Pat diye ortaya çıkan Defne, pat diye hayatımızdan niye çıktı. Onun gelme amacı neydi, hayli esrarengiz görünen Defne, hiçbir fonksiyonu olmadan olaydan çıktı gitti. Kısacası Kayıp, yaptığı final ile tam anlamıyla bir iki saat kaybettirdi bana..

Eski Hikâye…

Kayıp ile aynı akıbete uğradığından dolayı, Eski Hikâye’yi de aynı yazıda ikinci bir başlık yaptım. Zira birazdan yazacağım sebepler her iki dizi için de geçerli.

Eski Hikâye, bir iki hafta sonra final yapacak. Henüz izlemedik ama Kayıp kadar kötü olmaz umarım sonu..En azından bir takım olaylar açıklığa kavuştu şimdiden, sebeplerini ve sonuçlarını izleyebiliyoruz. Eski Hikâye, kadro açısından çok iyi ve sağlam bir hikâyeye sahipti. Ama her zamanki gibi bir takım hesapların kurbanı oldu. Aslında her izleyişimde bu korkuya kapılmadım değil. Zira bazı diziler, baştan belli ediyor kendini ve kalitesini. Bizim beklentilerimize aykırı olduğu zamanda, önce yayın saati değişiyor, sonra bir bakıyoruz final bölümü gelmiş. Bazı hikâyeler, farklı ve derinlikli oluyor. Eski Hikâye, bu derinlikli hikâyelerden biriydi. Ben bir diziyi izlerken karakter üzerinde düşünmeyi seviyorum. Başroldekinden en kıyıda köşede kalanına kadar. Eski Hikâye, bu anlamda her karaktere özenilmiş bir yapımdı.

Bu iki diziye bir tane daha kardeş geliyor. Cinayet dizisi de aynı sona doğru gidiyor. Zira yayın saatini Pazar günü 23.15 gibi fazlasıyla uçuk bir saate aldılar. Hem de ne için..Küçük Ağa dizisi gibi aklı başında olanın keyif almayacağı, sıradan, basit, esprileri bile güldürmeyen bir dizi için. Oysa Cinayet, ilk bölümünde çok ısınmasam da, ikinci bölümünden itibaren keyifli bir hale gelmiş ve giderek de lezzetleniyordu. Umarım bu hata hemen düzeltilir de, Küçük Ağa gibi bir dizi için Cinayet harcanmaz.

Gelelim neden Eski Hikâye ve Kayıp gibi dizilerin, uzun sürmediğine…

·         Daha önce de söylemiştim, yine söylüyorum. Bizim halkımız, böyle dizilerden hoşlanmıyor..Bu tarz gerçekçi hikâyeler gözümüzü boyamıyor çünkü. Fazlasıyla çıplak ve gerçekçiler zira..Öyle abartılı yalılar, süslü kadınlar, yakışıklı erkekler, pahalı arabalar, makyajlar, mücevherler, karmaşık aşk ilişkileri, entrikalar yok böyle dizilerde. Hikâyeleri özgün ve farklı. Alıştığımız gibi değil yani. Daha içimizden, daha tanıdık aslında. Oysa bizim halk olarak hoşlandığımız böyle gözümüzü boyayan, ağzımızı açık bırakan hayatlar izlemek. Gerçek hikâyeler bizim çok ilgimizi çekmiyor. 

·         Diğer bir sebep, elbette ki kanalın tavrı..Sen bir diziyi belli bir gün ve saate koymaz, sürekli saatiyle günüyle oynarsan, elbette seyirci kaybı olacaktır. Bakın Kuzey&Güney dizisine..Karşısında Muhteşem Yüzyıl gibi bir yapım varken, hiç tavırlarını bozmadan Çarşamba akşamı yayınlamaya devam ettiler. Hiç yerinden oynatmadılar. Ve sonunda kendi izleyicisi Kuzey&Güney’i finale kadar taşıdı iki sezon boyunca. Dizinin yeri ve saati değiştiği anda, tüm cazibesini kaybettiği kesin. Dolayısıyla kanalın yayın politikasını belirlerken, yayın günü ve saati konusunda ciddi bir araştırma yapılması bu sorunu ortadan kaldıracaktır diye umuyorum.

·         Kayıp ve Eski Hikâye gibi dizilerde, bazen olay örgüsü, karakterler, hatta yapılan espriler çok zekice oluyor. Ama bu kadar keskin zekâ ürünü hikâyeler, ne yazık ki anlaşılmıyor. Hele espriler. Hoş, Kayıp öyle çok fazla esprisi olan bir dizi değildi. Ama, örneğin Eski Hikâye dizisindeki Kese ve Zeynep karakterleri, hayli enteresan bir espri anlayışına sahiptiler, her babayiğidin harcı değil anlamak elbette. Hal böyle olunca, dizinin ne anlatmak istediğini anlayan kesim oranı hayli düşük oluyor. Zira bizim izleyicimiz yukarıda açıkladığım türden dizileri seviyor.

·         Bir diğer sebep yüksek dizi enflasyonu elbette. O kadar çok dizi yapılıyor ki ve o kadar saçma sapan diziler yapılıyor ki. Bakıyoruz reyting listesine, dizi pek yükseklerde değilse, hop kaldır onu, yeni dizi koy yerine. Hal böyle olunca, izleyicide bir bıkkınlık oluşuyor. Üstelik o korkunç boyuta gelen dizi sürelerini de hesaba katarsak işin içinden çıkmak mümkün değil. Her sezon yüze yakın dizi başlıyor ama neredeyse yarısı sezon ortasına gelmeden dökülüp gidiyor. Arada böyle sağlam hikâyeler çıkıyor ama onlar da bu yayın kirliliğinin kurbanı olup gidiyor.

·         Çok fazla dizi olunca, hikâyeler de zamanla birbirine benzemeye başlıyor. Ben bu kadar dizi takip edince, bir noktadan sonra “şu ev, şu dizideydi”, “şu otel, şurada çıkmıştı” noktasına geliyorum. Bu durumda, farklı hikâyeler beni cezp ediyor. Kayıp ve Eski Hikâye’den bu kadar keyif almamın sebebi de buydu..Ama alışılmışın dışına çıkıldığında, belli bir standarda alışmış olan izleyici bunu kabullenmiyor.

·         Bazen, sadece başrol oyuncusunun popülerliği yüzünden devam eden saçma sapan diziler, böyle kaliteli yapımların önüne geçebiliyor.


Peki, ne yapmalı..Aslında ne desek boş. Herkes bildiğini okumakla meşgul zira..Dolayısıyla, daha pek çok iyi proje, heba edilir, çöpe atılır..Olan yazanın, çekenin, oynayanın ve izleyicinin emeğine olur..

Kayıp ve Eski Hikâye benim keyif alarak izlediğim iki dizi idi. Her ikisine de emek veren tüm ekibe yürekten sevgiler gönderiyorum. Emeklerine sağlık...Çarkın içinde parçalandılar ama umarım bu tarz diziler çoğalır, kıymeti bilinir..Belki böylelikle tek eğlence kaynağı olan TV, bir işkence aleti olmaktan çıkıp, keyif makinesine dönüşebilir..

Siyah İnci’den sevgiyle..

www.twitter.com/blackpearl42