12 Nisan 2013 Cuma

Sinanerler Güneyi, Güney Kuzey'i, Cemre Kuzey'n inadını alt etti..





Cemre, özgürlükle hasretin arasında kaldı, hüzünlü ve içli..Ağlamak değildi ama niyeti..Ağlamaktansa koşmalıydı aşkının arkasında,ona yakıştığı gibi..Belki bu yüzden pes etmedi..Demir parmaklıkların ardından Kuzey’di tek istediği. Gidenin ardından ağlamak değildi, aşkına sahip çıkmaktı tek bildiği..Zira o aşkın en doğrusunu seçmişti..Aşmıştı her engelin en dikenlisini..Ve aşkı uğruna ödemişti en büyük bedelleri..Kadındı bedeni, ama delikanlıydı yüreği..Ne vazgeçmeyi bilirdi bu yüzden, ne pes etmeyi..

En sonunda kararını verdi..Oturup ağlamaktansa, Kuzey’ini bekleyecekti..Bu savaşı kazanacaktı aşkları ölü ya da diri..Her gün aradı ve aşkını söyledi..Biliyordu ki, Kuzey her nerede olursa olsun, kalpleri birlikteydi. Cemre söyledi, Kuzey dinledi..Ağlayıp çocukluk etmedi, zira hayatını güzelleştiren bir aşktı onunkisi..Ayrı bile olsalar, aynı gökyüzüne bakabilmekti..

Kuzey uzaklarda idi söz verdiği gibi..Bilmeden içine düştüğü oyunda sandı ki yenildi..Oysa o ne kadar susarsa, Cemre o kadar dillendi..Yürekliydi Kuzey, korkak değildi, sadece Güney’in hain oyununu tahmin edemedi. Yüreğine gömdü Cemre’yi, zira tek düşündüğüydü Cemre’nin iyiliği..Cemre için, işine verdi kendini..Sanki unutabilecekmiş gibi..Her gün Cemre’yi dinledi..Yüreğindeki aşk öğretti ona sabretmeyi..

Ama eninde sonunda hasret ağır geldi, Aşktı zaten her şeyin galibi..

Bize kaldı en acizinden, anlatması o hisleri..

Aşk zirveye doğru koşarken, Güney en dipteydi..

Elbette böyle hesap etmemişti..Banu düşündüğünden çabuk iyileşti..Saf zannettiği Banu, aslında çok ta zekiydi..Aniden suya düştü tüm hayalleri…Çünkü hep düşündü kendini, başkalarının hayallerini kendi bencilliğine kurban etti..İyilikle kötülük arasında hep gidip geldi..Çaresizce savurduğu tehditlerdi, onu daha çok gözden düşüreni..Banu’yu hafife almaktı en büyük hatası belki..Yâda bir türlü unutamadığı Cemre’nin hayali..Oysa işler gitmedi istediği gibi..Önce Banu vurdu tekmeyi, sonra Barış bastı sırtına hançeri, Ebru hanım söyledi son sözünü..Artık gitmekti ona kalan tek seçeneği..

Hiç kimse bilemedi Güney’in aslında içini..Ne düşündüğünü ve hissettiğini..Hatta ne istediğini ! O aslında içimizden biriydi, herkes kadar insan, herkes kadar kötü, herkes kadar iyi..Bu kadar hırs şüphesiz iyi değildi..Üstelik Güney, istiyordu kendine her şeyi..Parayı, gücü, aşkı ve Cemre’yi..Ve biliyordu içten içe Cemre’yi çoktan kaybettiğini..Şimdi tek amacıydı düştüğü kuyuya çekmek Kuzey’i..Aslında Cemre de değildi istediği..Onun için kazanmaktı en önemlisi..

Kaybetti mi peki ? Kim bilir, Güney idi bahsi geçen kişi..Elbet vardı kafasında bir çıkış merdiveni..

Güney sudan çıkmış bir balık gibiydi şimdi..

Oysa iyi niyetle, tertemiz sevenler öyle miydi ?

Eninde sonunda buldu Cemre Kuzey’i..Sarıldı doya doya, içine çekti hasretini..Kuzey’in gözlerinde, aşk aldı şaşkınlığın yerini..Aşkın ve hasretin en yakın şahitleriydi her ikisi..

Aşk mı kazanırdı, yoksa Güney mi galip gelirdi ? Hayat bu..Kime neyi ne kadar verir, ancak zaman gösterirdi..


Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42


11 Nisan 2013 Perşembe

Merhamet 9.Bölüm..


Bu sezon çok fazla dizi izleyip takip etmek beni erkenden yordu canlarım. Dolayısıyla geçen sezona nazaran yazılarım da fazla aktif olmadı. Bazen insanın içinde birikiyor kelimeler, ne kadar yazmak istese bir o kadar suskunlaşıyor. Bir süredir böyle bir dönem içerisinde kaldım. Ama havalar ısınıp bahar yüzünü göstermeye başlayınca tekrar içime dolan enerji yükü ile dilim döndüğünce keyifli cümleler paylaşmaya devam edeceğim yine tüm hızımla..
Yazıya başlamadan önce, yazı bekleyen okuyucularımdan da bu süreç için özür dilemek ve güzel anlayışlarına sığınmak isterim..

Gelelim bu haftanın ilk yazısına. Hangisinden başlayayım diye düşündüm zira o kadar çok birikmiş ki. En sonunda Merhamet’te karar kıldım. Dün akşamki yeni bölümün sıcağı sıcağına yorumunu yapalım bakalım neler görmüş düşünmüşüz.

Merhamet aslında tek konu üzerinde dönüp dolaşıyor eminim farkındasınız. Her zamanki gibi üçlü bir aşk üçgenimiz var. Aynı kıza âşık iki erkek ya da aynı erkeğe âşık iki kız hikâyeleri her ne kadar bayatlamış ve bıktırmış olsa da, Narin’in hüzünlü yaşam hikâyesinin de konuya dâhil edilmesi, geçmişi ile bugünü arasındaki bağlantıların anlatılış tarzı sayesinde dizi tekdüzelikten kendini sıyırmayı başarıyor..

Araya küçük bir not : Sadece müzikleri için bile seyredilir Merhamet..

Hazır Narin demişken, iyisin hoşsun çok güzelsin Narin kızım. Öyle ki Babür Efendi seni 15 yıldır takip ediyormuş bak adım adım. Kime nasip olur böylesi. Hoş olmasa da olur ayrı konu. Neyse benim Narin için söyleyeceklerim başka..Şimdi Narin seninki azıcık, “istemem, yan cebime koy” olayı sanki. Fırat’a bitti diyorsun, görüşmek istemiyorum diyorsun ama dilin başka söylüyor gözlerin başka, bedenin çok başka. Adamın üzerine her an atlayacakmış gibi yanaşıp, bakıp ta “istemem seni” demek bir nebze saçma geldi bana. Ayrıca her fırsatta da öpüşmeyi ihmal etmiyorsunuz..Bu nasıl istememek diye soruyorum kendi kendime seyrederken..

Bu arada Fırat konusundaki rahatsızlığımı da hemen söylemek isterim. İbrahim Çelikkol’u çok yakıştırdım ben bu role. Ve fakat bazen, şu İffet dizisindeki Cemil gibi konuşmuyor mu, bütün sempatimi yitiriyorum kendisine karşı.

15 yıl boyunca Babür’ün Narin’i böylesine ince ince takip etmesini anlayan varsa bana anlatsın. Niye takip ediyorsun kardeşim. Adam olup karşısına çıksan daha kolay olurdu. O değil, yanındakilere takip ettiriyorsun, adamın psikolojisi alt üst olmuş, sonunda dayadı kafasına silahı. Babür’de ne Babür ama..Mustafa Üstündağ deyip bir kenara geçip durmak lazım. Oyunculuğuna zaten hayrandım da, bu dizide kendini de aştı gerçekten. Aslına bakarsanız, tek düze konuyu hareketlendiren ve bir anlamda diziyi sırtında taşıyan en renkli karakter o. Dizinin lokomotifi bence odur ve böylesine kısır bir konuyu sırtlamış götürüyor, bize de bayıla bayıla izlemek kalıyor..
Bu bölümde dikkatimi çeken unsurlara da değinmeden edemeyeceğim. Argo kültürüm çok iyi değildir ama “yiyişmek” kelimesinin 1996 yıllarında kullanılmadığını sanıyorum. Yanılıyorsam düzeltin ama zaten bir hayli sevimsiz olan kelime, bir de zamansız kullanılınca pek tuhaf oldu doğrusu..
Narin’in Yaslıhan kaçamağının örtbas edilmesi için kendini kurban eden Atıf kardeşimin, Narin’i koştur koştur Abant’a çağırmasını anladık. Anladık da, Narin hangi ara topuklu ayakkabısını çıkarıp düz tabanlarını giyiverdi. Gördüğüm kadarıyla yanında bavulu valizi bile olmayan Narin, sanırım o ayakkabıları el çantasında taşıyordu. Ayrıca Atıf kardeşim, niye bu uçuk kaçık dörtlünün arasındaki oyunlarla uğraşıyor, gidip kendine hoş güzel bir sevgili yapsa fena mı..Çocuk Narin ve çetesinin arasına katıldığından beri, başı dertten kurtulmadı..

Narin’in babası Recep abimizin evlatlarına zamanında gösteremediği merhameti, yeni eşi Ümmü’nün oğluna göstermesi de içimi cız ettiren bir ayrıntı oldu.

Recep demişken, aman Allah Narin’in annesi Hatice ablam da ne Recep meraklısıymış öyle..Kapı gıcırdasa Recep diye zıplıyor kadın havaya.Hele Şadiye’yi tembihlemez mi “siz siz olun güzel adama varmayın kızım, alırlar elinizden diye”..Koptum gülmekten. Güzel adamda Recep oluyor bu arada..Recep te Recep olsa..Bu kadınları anlamak mümkün değil gerçekten. Nerede kendilerini sevmeyen var ise, onun peşinde koşarlar ve üstelik bu her dönem böyledir. Bakın aradan 17 yıl geçmiş, Irmak’ta Fırat’ın peşinde dönüp duruyor. Ama sanırım farkında değil, ilişkileri çoktan bitmiş.

Ve Şadiye elbette. Nasıl bir hikâyesi olacak çok merak ediyorum gerçekten. Senaryonun geçmiş ile bugün arasındaki geçişleri öyle güzel, anlatım öyle şahane ki, eminim Şadiye’nin de hüzün dolu hikâyesini izleyeceğiz yakında.

Merhamet, gerek oyuncularıyla, gerek hikâyesiyle beni cezp edebilen ender yapımlardan biri. Giderek hikâye daha anlaşılır hale geliyor ve tadı artıyor. Umarım bu lezzette devam eder diyerek Merhamet yazımızı noktalayalım..

Siyah İnci’den sevgiyle..
 www.twitter.com/blackpearl42