26 Mart 2013 Salı

Evim Sensin...



Aslında film seyretmeye çok vakit bulamıyorum. Benim gibi hem iş hayatı, hem diziler hakkındaki yazı hayatı, hem kitap çalışması yoğunlukta olan biri için sinemaya gitmek hayli zor. Bu sebeple de çoğu zaman vizyondaki filmlerin DVD lerini beklemek zorunda kalıyorum.

Evim Sensin vizyonda iken çok istemiştim gitmeyi ama vakit olmamıştı. Şimdi DVD’si çıkınca hemen bir tane elde edip seyrettim..

Filmin açıkçası çok beğeneni olmuş, seyrederken hüngür hüngür ağlayanlar olmuş. Bende bu hislerle filmi seyrettim ama…

Kocaman bir ama…

Her şeyden önce, filmin senaryosu alıştıklarımızın aynısı. Farklı hiçbir durum göremedim ben.. Zengin kız, kızın babasının işçisi fakir oğlan, büyük aşk, kavuşma ve hazin son..Şüphesiz ki, senaryo çok daha iyi işlense, daha farklı bir düşüncem olabilirdi ve fakat çekimler sahneler de kopuk kopuk, sanki zoraki çekilmiş gibi..Ani sahne geçişleri, sanki çok fazla anlatılmak istenen konuyu, bir iki saate sığdırma telaşı ile acemice geldi bana..

Filmde en çok dikkat çeken kesinlikle Özcan Deniz&Fahriye Evcen ikilisi…Birbirlerine olan aşkları hali hazırda bitmemiş bir ikilinin performansı görülmeye değerse de, Özcan Deniz’in kendisini hala oyunculukta geliştirememesi de ayrı bir yazı konusu ..Sevgili rolünü her ikisi de çok iyi oynamış, hatta oynamamışlar yaşamışlar diyebilirim. Hele bir nikâh sahnesi var ki görülmelere değer. Ama insan Fahriye ve Özcan için duygulanıyor filmde, İskender ve Leyla’nın hikâyesi ise fazlasıyla yapay geldi bana..Film boyunca bol bol Özcan Deniz ile Fahriye Evcen’in sarılıp koklaşmasını izleyeceksiniz. Üstelik filmin çok ses getiren türküsü “Sen Yârim İdun” parçasını Fahriye Evcen’in bir söyleyişi var ki, insan sözlerini dinlerken sanki özellikle bu eser seçilmiş hissine kapılıyor. Sanki Özcan Deniz, yarım kalan aşklarını bu filmde devam ettirmek istemiş de özellikle Fahriye Evcen’i oynatmış filmde..Evet, ikisini en çok yakıştıranlardan biriyim. Ama sanki bir başkası oynasaymış bu kadar keyifli izlenmezmiş film..

İkisini izlerken keyif aldım ama hikâye beni nedense heyecanlandırmadı, üstelik bazı sahneler çok tanıdık geldi. Ayrıca sevgili olabilmenin şartının bir bardak rakıya bağlanması bana sevimsiz geldi, sanki onun yerine daha romantik bir istek olsaydı daha şık olacaktı Tanıdık sahnelere gelince, filmin bazı yerleri hemen hemen 50 İlk Öpücük filminin aynısı. Arazide koşturup ev hayali kurdukları sahne ise bana Öyle Bir Geçer Zaman ki’de seyrettiğimiz Soner ile Aylin’in sahnelerini hatırlattı .Ve fakat inanın bana Soner ile Aylin çok daha inandırıcıydı.

Merak edenler için söyleyeyim, hiç duygulanamadım film boyunca, hiç te ağlamadım, ancak bu benim duygusuzluğum değil, filmden o duygusal elektriği alamamış olmamdır.
Kısaca filmi seyredipte çok beğenenlerden özür dileyerek, eğer çok fazla boş vaktiniz var ise izlenebilecek bir film olduğunu, onun dışında izlenmediğinde fazla bir kaybınız olmayacağını belirterek Evim sensin için yazımızı burada noktalayalım..

Siyah İnci’den sevgiyle…





21 Mart 2013 Perşembe

Güney'i anlamak...Kuzey'e ağlamak..




Son iki sezonun, en iddialı iki haftasını geçirdik Kuzey&Güney ile beraber..Dizinin pek çok iddialı sahnesi oldu bugüne kadar. Ve fakat beni en çok etkileyen iki sahneyi söyleyecek olursam, birincisi Ali’nin öldüğü sahnedir. Diğeri ise şüphesiz ki Cemre’nin hapishaneye düşmesidir..

Gelelim son iki haftanın olaylarına…

Simay..Kurtulamadık gitti. Bu gidişle de kurtulacak gibi değiliz. Her türlü pis olaya bulaştı maşallah Simay kardeşim. Çevirmediği dolap, yatağına girmediği erkek, zarar vermediği kimse kalmadı. İsminin yanında felaket sözcüğü de bir arada geliyor artık onunla. Durdu durdu turnayı gözünden vurdu. Cemre’nin başını yaktı sonunda. Karaktersiz, ahlaksız hayatına bir de cinayete teşebbüs ve iftira da ekledi tam oldu. Simay konusunda beni en çok sinir eden, her türlü pisliğin altında olmasına rağmen, tereyağından kıl çeker gibi sıyrılması elbette. Kendini çok zeki zannedip habire yalanlar uyduran Simay, Güney gibi kendisinden daha zeki ve güçlü kişiler karşısında da mağduru ve garibanı oynamakta da çok usta doğrusu.

Simay kötülükte şu an dizide bir numaraya yerleşmiş durumda. Ancak iki numaraya bir türlü karar veremiyorum. Barış mı, Güney mi, Zeynep mi bilemedim. Güney konusuna birazdan değineceğimden, öncelikle Barış ve Zeynep için konuşalım, iki numaraya hangisi layık okuyanlar karar versin.

Barış. Öleydin iyiydi gerçekten. Ne hale getirdiler adamı. Tamam, senaryoya diyecek hiçbir sözüm yok. Ama geçen sezonun parlayan yıldızı Barış, bu sezon nedense tam tersi bir çizgide yürüdü. Adam beş para etmez karaktersiz çıktı, üstüne üstlük Cemre’ye karşı saplantılı tutkusu, aşağılayan kibirli hali, aşkı ile nefreti arasında dengesiz halleri, onu iyiden iyiye iyi ile kötü arasında hızla geçiş yapan bir hale getirdi. Sonunda Barış kötü olmayı seçti ama onu da beceremedi, eline yüzüne bulaştırdı. Simay ile ne işin var senin Barış dedim çoğu zaman kendi kendime. Kuzey’den intikam almak için bile değmez zira bu ilişkiye. Cemre’yi günden güne kaybederken, kaybetmenin öfkesini de yine Cemre’den almayı tercih etti. Cemre’nin Kuzey’e kavuşmaması için onu suçladı, aslında bu düşmanlığında da yalnız değildi…

Peki ya Zeynep. Karakolda herkesin derdi başka, sen gitmişsin Cemre’ye göstere göstere Kuzey’e dokunma, yakınlaşma derdindesin. Vardır aslında böyle insanlar çevremizde ve hayatımızda. İstenmediğini bile bile, sırf birilerine acı verebilmek uğruna, gururlarını bile ayaklar altına almaya hazırdırlar. Zeynep, karşılıksız aşk yaşayan kötü kalpli bir insandan başka bir şey değil elbette. Cemre ile Kuzey arasındaki gelişmeler sonucunda Kuzey’i tamamen kaybettiğinin farkında. Ve hayatta en korkulacak insan, kaybedecek bir şeyleri kalmayan insandır.

Gelelim Güney’e… Sanırım dizinin en zor ve karmaşık karakteri Güney. Onu anlamak mümkün değil. Kıskançlık mı, öfke mi, karaktersizlik mi. Her olayda, her insanla ilişkisinde başka biri oluyor Güney. Hastanede Kuzey’in gözünün içine baka baka, onun damarına basarcasına konuşması, Cemre’nin kendisinden yardım istediğini söylemesi, aslında Simay’dan şüphelendiği halde Cemre için hiç bir şey yapmaması anlaşılır gibi değildi. Daha da anlaşılmazı var elbette. Güney bütün bunları yaptıktan sonra, Kuzey’i azat edip, Cemre ile ilişkisine vize verdi. İşte o noktada Güney, zaten karmaşık olan kafamızı iyice karıştırdı. İyi mi kötü mü, melek mi, şeytan mı? Bana sorarsanız ben çok olumlu düşünmüyorum.Zira hem Kuzey’e özgürlüğünü verip, hem Cemre’yi kurtarmamak için Simay ile işbirliği yapması, sanki Güney’in karanlık tarafının biraz daha ağır bastığını gösteriyor.Ama bu karanlık taraf, Güney’in içine kapanık ve aslında duygularını açığa vurmayan tarafı sebebiyle, çok net değil.Zira Güney, her an şaşırtmaya hazır bir karakter.Aslında hepimizin içinde biraz Güney var değil mi? Aklımıza bile gelmeyenleri yaşar, yaşatırız çoğu zaman. Kendimizi bile tanıyamaz, hislerimizden emin olamaz, çok emin olduklarımızın doğruluğunu tartışırız. Bu anlamda Güney hepimizin içinden biri aslında. Onu anlamak zor. Anlamaya çalışmak ise keyifli bir yolculuk içimize doğru.

Ya Cemre… Kuşkusuz son iki haftanın yıldızı o.Hele dün akşam Öykü Karayel ve Zerrin Tekindor akşamıydı adeta. Gerçekten ana-kız olsalar ancak bu kadar olurdu. Gerçekten yaşamış olsa, ancak bu kadar içten oynayabilirdi ve ağlayabilirdi. Gülten Hanım ile karşılıklı sahneleri yürekten yaraladı gerçekten beni. Eminim izleyenleri de.Gülten Hanım, bir annenin evladı için nasıl kendini hırpalayacağı nasıl da güzel anlattı bize.Nasıl da kıyamadı Cemresi’ne.Nasıl da sarıldı gardiyanlara bile aldırmadan evladına.Kim ne derse desin, Öykü Karayel ve Zerrin Tekindor dün gecenin yıldızıdır.Yüreklerine sağlık, emeklerine kocaman alkış gerçekten..

Peki Kuzey…Güney’den onay almış kalbi nasılda heyecanlıydı Cemre’yi görmeyi beklerken. Nasıl da yerinde duramıyordu..Nasıl da söylemek istiyordu bir şeyleri de susuyordu…Kim demişti ki zaten aşk çok kolay diye..Üstelik o en zor olanı seçmişti, kolaylaştırmaya bile çalışmadan..

Ben dün akşam en çok Gülten hanıma ağladım..Bir annenin çaresizliğine ağladım..

Ama bir o kadar da Kuzey’in Cemre için koşturuşuna, yanında oluşuna, arkasında duruşuna, desteğine, sevgisine, bakışına, endişesine, aşkına ağladım gerçekten..Bir aşk ancak bu kadar zor ve bu kadar derin yaşanabilir..

Kuzey, her haliyle gerçek olamayacak kadar iddialı bir karakter. Güney ne kadar içimizden ise, Kuzey o kadar masalsı bir kahraman..

Keşke Kuzey gibi sevebilen erkekler olsa..Yâda eğer varsa daha da çoğalsa…Ve biz o erkekler için ağlayabilsek..

Siyah İnci'den sevgiyle...

www.twitter.com/blackpearl42

14 Mart 2013 Perşembe

Karadayı, bu hafta Nazif ile vurdu bizi !!



  
Karadayı son iki haftadır bizi hem hüzne, hem sevince boğdu canlarım. Aile kavramının doya doya verildiği Karadayı’yı seyreden herkesin kendisinden ve kendi ailesinden bir parça bulduğu dizinin bakalım son iki haftasında neler olmuş neler..

Nazif babanın hapis macerası sona erdi öncelikle ve ben açıkçası bu duruma ziyadesiyle sevindim. Zaten son birkaç bölümdür dizinin ekseni Feride-Mahir aşkına odaklanmıştı ve bu haliyle de pek sevimsizleşmişti. Zira asıl konumuz başkaydı ve ağırlık Nazif babaya verilmeliydi bence. Feride ile Mahir’in lise öğrencileri gibi yaşadıkları aşk bana pek sıradan geldi açıkçası..Hoş dizinin emekçilerine de haksızlık etmeyelim şimdi. Topu topu bir aylık bir süreci bize 22 bölümde(yaklaşık 5,5 ay), üstelik her bölümü yaklaşık iki saat olan 22 bölümde, çok güzel bir akışla sundular. Bu sebeple Feride-Mahir aşkı da işin kaymağı olsun diyelim..

Şimdi, aile kavramını şahane sunuyorlar dedik. Evet, sıcacık sarıp sarmalıyorlar sevgileriyle bizleri, inandırıyorlar. Sanki gerçekten bir aile yaşamış o yıllarda, ben izlerken o sıcaklığı hissediyorum. Üstelik ailede özlük-üveylik kargaşası da var. Ancak ben hala kim kimin öz çocuğu, kim kimin üvey kardeşi anlayamadım. Bir İlknur var bildiğim anasız babasız evlatlık edinilen. Mahir de sanırım Nazif babanın oğlu, ama annesi başka..Songül ile Orhan konusunda hepten karışık kafam. Ama Orhan sanırım ikisinin de çocuğu değil..O nasıl sinir bir tip öyle. Nasıl lüzumsuz, sevimsiz ve aileye düşman..Adam ne yapsam da kimi zorda bıraksam diye çırpınıp duruyor. O haliyle de Kara ailesine pek yakışmıyor diyebilirim..

Geçen haftaki bölüm, sizleri bilmem ama benim gözyaşı dökme konusunda zirveye ulaştığım bir bölüm oldu..Nazif babanın hapisten çıkışı, evine gelişi, ailesiyle kucaklaşması, Mahir’in gözlerindeki ışık, o sevimsiz Orhan’ın ağlaması, minik Nazif’in dedesinin gelişine kadar büyümemek için yemek yememesi..Hepsi ama hepsi aileye dair, sevgiye dair, aile bağlarına dair şahane ayrıntılardı, yüreklerinden öpüyorum her birini..

Nazif babanın hapishanede Dalyan ile vedalaşması da ben en çok etkileyen sahnelerden biri oldu. Dalyan gibi dost versin Allah herkese bu hayatta. Başlarda Dalyan konusunda çok net değildim ama sonrasında Nazif babanın gerçek dostlarından biri olduğu ortaya çıktı. Veda sahnesindeki hırka ayrıntısına da değinmeden edemeyeceğim doğrusu. “Bir insana verilecek en güzel hediye, hırkadır. Sıcacık sarıp sarmalar” cümlesi üzerine de edilecek laf var mı bilmem..

Hele hele Nazif babanın geleceği haberinden sonra, terliğinin hazırlanması, ütüler yapılması, evin temizlenmesi beni yürekten etkiledi..Peki Nazif babanın eve geldiği akşam ? O sobanın üzerindeki mandalina kabuğunun kokusunu izleyipte, o kokuyu duymayan kaldı mı bilmem..Ya Songül’e gelen bir kesekâğıdı dolusu kestaneye ne demeli..Sobanın üzerinde yapılan, elimiz yanmasın diye bir o elimize, bir diğer elimize sektirdiğimiz kestanenin tadını hatırlamayan var mı peki? Eminim Karadayı sayesinde bunların hepsini hatırlamış ve özlemle anmışızdır ailecek..İşte zaten Karadayı’yı bu denli sevdiren en önemli özellikte bu bana göre..Yozlaşmış, sevgisizleşmiş toplumumuza, unutulmuş şahane güzellikleri hatırlatmasıdır bu diziyi gözümüzde, gönlümüzde yücelten…

Aile sıcaklığını bir tarafa bırakıp, biraz da Feride ablamızın tarafına bakalım. Şimdi bu Feride neden savcı Turgut’tan hiç şüphelenmez kardeşim? Biri bunu bana açıklasın lütfen. Adamın habire yalanı dolanı ortaya çıktığı halde, uçan kuştan bile nem kapan Feride kızımız bu adama niye bu kadar güvenir, niye işkillenmez, niye peşine düşmez..Niye bu kadar dost zanneder, adam zanneder Turgut’u..Nazif babayı suçsuz ilan etmek için habire delil arayan Feride, neden Turgut hakkında bir sürü karışık durum ortaya çıktığı halde ondan huylanmaz..Anlamak mümkün değil doğrusu..

Bu arada Mehmet Saim beyin tavırları ve o şahane Türkçesi de beni ziyadesiyle rahatsız ediyor..Hele bu hafta Mahir’i huzuruna kabul etti ya..O nasıl bir odadır öyle..Kocaman odanın içinde küçücük kalmış bir masa iki sandalye bana pek eğreti geldi doğrusu. Sanki o odaya ait değillermiş te, Mehmet Saim bey için geçici olarak oraya konulmuş gibi saçma sapan duruyordu odanın hali..

Bu haftaki bölümde Songül ile Yasin’in mektuplaşmaları da beni maziye ve o yıllardaki saf masum aşklara götürdü. Şimdiki gibi iki günde aşk, tutku, haz, nefret, ayrılık döngüsünden çok uzaklarda, masum, tertemiz, hislerini yüzüne değil mektuba yazacak utangaçlıkla yaşanan aşkları hatırlattı bana..

Necdet ve Turgut ikilisi, kötülüğün zirvesine günden güne ulaşırlarken, ben bu Necdet’in akıbetini merak etmekteyim. Zira Dalyan onun yaptıklarını duyunca, bu ikiyüzlü düşmanın sonu çok güzel bitmeyecek eminim. Bu arada Necdet’in, Mahir’lerin o kadar kalabalık evine girme cesaretini göstermesi de beni epey güldürdü. Hadi onu geçtim, bozuk kapı kilidine ne demeli. Başınızda onca sıkıntı var, insan o kapıyı tamir ettirmez mi? Ne demek kapının kilidi bozuk, sürekli açılıyor. Gece gündüz kapı açılıyor kendi kendine, Necdet eve girip güzel güzel dolaşıyor karanlıkta, bir tane bile hane halkı ile karşılaşmadan üstelik. Bu haftanın bana en saçma gelen sahnesi buydu açıkçası..

Gelelim Ayten kızımıza..Maşallah oda Necdet ya da Turgut’tan geri kalmaz. Her fırsatta Mahir’in üzerine atlamaya hazır olan Ayten, her lafı her cümleyi Mahir ile evliliğe getiriyor ya, güleyim mi kızayım mı bilmiyorum..Ama şu bir gerçek ki, Ayten göründüğünden çok çok daha şeytani bir zekâya sahip. Bu hafta ne yaptı etti, Mahir ile Feride aşkını Nazif babaya ispat etti. Aman ne ispat ediş ama..Hayır, anlamadığım şu..Şimdi Ayten geliyor, Nazif babasına diyor ki “beni filanca çay bahçesine götür”..İyi de niye baş başa gidiyorlar? Nazif baba yanına niye eşini, kızını olmadı torununu almaz da ikisi baş başa gider. Mantıksız geldi bana bu durum ne yalan söyleyeyim..

Bu haftanın son sahnesinde, bütün bölüm boyunca minik Nazif’in peşinde koşup duran iki kötü adam, muradına erdi..Nazif ortadan kayboldu. Özellikle Nazif babayı, yine Nazif ile vurmaya kalkan kötülükler ordusu, bakalım Kara ailesine daha neler edecek, Mahir’in kimliği nasıl ortaya çıkacak, Nazif baba nasıl kurtulacak..Merakla takip edelim diyerek Karadayı yazımıza burada son verelim..

Siyah İnci’den sevgiyle…







11 Mart 2013 Pazartesi

Kayıp Şehir'in suçu büyük !!!




Şu memlekette bir gün olsun, kolay harcamayalım bir şeyleri ama olmaz..Biz öylesine alışkınız ki, kolayca gözden çıkarmaya bazı değerleri..

İnsanı, hayvanı, kadını, çocuğu, sanatı, sanatçıyı, senaryoyu, diziyi, filmi, şiiri, edebiyatı..

Hayatımıza değer katan her şeyi…

Doğru söyleyeni kovmayalım bir kez de köyümüzden…Gerçeği acımasızca yüzümüze vuranlara, iki tekmede biz atmayalım da, o gerçeğin acı tarafını, masalların tatlı rüyalarına çevirmeye çalışalım..Hayatın en acımasız taraflarını görmekten dolayı niye rahatsız oluyoruz acaba..Elimiz kolumuz bağlı oturup kimse için bir çaba harcamadığımızdan olabilir mi…Ve bunu bize anlatmaya çalışanlara da mı tahammülümüz yok..

Şüphesiz evet…

Kayıp Şehir…

Nasıl güzel bir hikâye, nasıl sıcak ve nasıl şahane oyunculuklar..Bir Aysel varmış Gökçe Bahadır’dan da içeri..Hayat Bilgisi dizinin Törpü karakteri nasıl da şahane bir oyuncu oldu gözlerimizin önünde ve nasıl da gözümüzün içine soktu oyunculuğunu, nasıl da yüreklerimize Aysel’i yerleştirdi..

Ya Nazan Kesal…Kocaman bir anne yüreği nasıl olurmuş gördük, hissettik hatta Nazan Kesal sayesinde..

İlker Kaleli ile delikanlı olduk, Sadık ile asi bir genç, Kadir ile sorumluluk sahibi, İsmail ile hem bencil hem fedakâr..Hakan ile saf olduk, Seher ile cesur bir âşık..

Ama biz bunların hiçbirini sindiremedik içimize. Kafayı Aysel’in mini eteklerine, bacaklarına, Kadir ile olan öpüşmesine, arkadaşı Duygunun cinsel kimliğine, tüketilen içkiye, mekânın geçtiği mahalleye taktık kafamızı daha çok..güzelden anlarız ya biz hani..Hayatın gerçeklerinden kime ne..Aşk olsun bize, pırlantalar, güzel kıyafetler içinde pür makyajlı şık kadınlar, son derece yakışıklı erkekler, villalar, cipler, şahane hayatlar olsun..Hayatın en yalan tarafını seyredelim biz hep beraber, gıkımız çıkarsa ne olayım..

İş en acısından en sertinden hayatı anlatmaya gelince iş değişir oysa..

Aynı durum Behzat Ç. Gibi şahane bir dizinin de başına geldi biliyorsunuz..Sanki hiç küfür etmeyen, hiç içki içmeyen bir milletmişiz gibi, hayatın en doğal halleri gözümüze battı en derininden..

Zira biz millet olarak eleştirmeye, çamur atmaya bayılırız, içindeki anlatılanı, anlatılmaya çalışılanı görmeye uğraşmadan..

Çok sevdim ben Kayıp Şehir’i..Hayat kadınından, travestisine, içkisinden, meyhanesinden en saf aşkına, zencisinden göçmeninden, Karadeniz’i özleyen dedesine kadar..

Ama olmadı..Olmazdı da..

Bizim kimdik ki? Bizim sevgimiz, başka büyük adamların maddi kaygılarından büyük olabilir miydi ? İzleyici için yapılan ama izleyiciyi umursamayan bir tavırla Kayıp Şehir yayın hayatına son vermek zorunda kalacak yakında..

Şimdilerde başka bir kanala geçmesi gündeme gelmiş olsa bile, bu sevinç uzun mu sürer kısa mı onu bilmek mümkün değil elbette..

Kayıp Şehir yayın hayatına devam eder mi, yoksa final mi yapar onu bilmem. Ama emin olduğum bir şey var ise, Kayıp Şehir’de anlatılan her şey bizim görmek istemediğimiz hayatın içindeki gerçekler..Bize yakın ya da uzak her gün yaşanan olayları bize cesaretle aktarmaya çalıştıkları için, ben tüm Kayıp Şehir ekibine sonsuz teşekkürler ediyorum..Hepsinin emeğine yüreğine sağlık..

Özgürlük için çığlıklar attığımız ve eşitlikler için çırpındığımız ülkemizin, Kayıp Şehir hezimetinden sonra anlıyoruz ki, daha kırk fırın ekmek yemesi lazım hoşgörü adına, eşitlikler adına, özgürlük adına…

Sanata, sanatçıya, emeğe değer verileceği, hayata dair yaşanan her olayın doya doya anlatılabileceği günleri görmek dileğiyle..

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42

3 Mart 2013 Pazar

Hükümet Kadın..İmkanları küçük,yürekleri büyük insanların hikayesi



Aslında Kelebeğin Rüyası için niyetlenmiştik ama nedense son anda Hükümet Kadın’ı seyretmeye karar verdik..İyi ki de öyle yapmışız. Hafta sonunda hem müthiş bir keyif yaşadık, eğlendik, hem de dersimizi aldık insanlıktan, kadınlıktan, genç kızlıktan yana..

Gelelim Hükümet Kadın’ın şahane hikâyesine…

Konusunu detaylı anlatmayacağım elbette..Ama hissettiklerimi anlatabilirim tüm samimiyetimle..

Çok beğendim !..Hem de çok..

Demet Akbağ deyince bir durmak lazım bilirsiniz. Kadının bugüne kadar hangi projesini izlediysem, ağzım açık bayıla bayıla izlemişimdir. Yeri ayrıdır, değeri çok başkadır..Hükümet Kadın’da da yanılmadım..Ödüllük bir performans sergilemiş gerçekten..Zor hayatların içindeki güçlü kadın rolleri çok yakışıyor Demet Akbağ’a..Yâda o çok iyi oynuyor ve yakıştırıyor bilmiyorum..

Filmin hikâyesi öylesine güzel ki, inanın bana canlarım, gözlerinizden gülmekten yaşlar akacak, aynı şekilde hüzünden de ağlayacaksınız..

Ercan Kesal, yüreği dev bir adam, aynı zamanda oyunculuğu da elbette. Bilenler bilir de bilmeyenlere not düşelim. Kendisi aynı zamanda, Kayıp Şehir’in Meryem annesi Nazan Kesal’ın da eşi olur.

Nasıl bir performanstı öyle hala etkisindeyim..O şive, o tavır, o bakışlar..Ercan Kesal, filmin başındaki performansı ile filmin tamamında bulunmasa bile…Tüm hikâyeye damgasını vurdu diyebilirim..

Hem hikâyeye imzasını atan, hem de filmi yöneten Sermiyan Midyat ise, beni öylesine güldürdü ki anlatamam…

İmkânları küçük, yürekleri büyük insanların hikâyesi dedim ya başında..1956 yılında Mardin’de geçen bir hikâyesi var Hükümet Kadın’ın. Okuma yazması bile olmayan Xate kadının, kocasının ölümüyle başlayan Belediye Başkanlığı hikâyesi ve yaptığı hizmetlerin anlatıldığı filmde, kesinlikle çok keyifli vakit geçirirken, aynı zamanda hüzünlenecek, gururlanacak, ağlayacak ve emin olun şunu söyleyeceksiniz içinizden…

Türkiye’nin böyle kadınlara ihtiyacı var !

Xate kadın, bir yandan Başkanlık ettiği insanları suya kavuşturmak için, elinde kazma kürek çalışırken, diğer yanda küçük yaşta gelin edilen, edilmek istenen, mağdur edilmiş genç kızların da anası oluyor, onları koruyor, kolluyor, bir sığınma evi bile yapıyor onlara. Onlarda Başkanları’na canla başla yardım edip suyu getiriyorlar yaşadıkları memlekete..bir fedakarlık, azim, cesaret, güç hikayesi de diyebiliriz Hükümet Kadın’a..Hatta “Kadın isterse başaramayacağı hiçbir şey yoktur” diye de ekleyebiliriz sonuna..

Kocasının hatırasını ve yarım bıraktığı işi tamamlamaktan, okuma yazması bile olmamasına rağmen, kendini hizmete adamasına kadar, nasıl bir duygu seli var filmde anlatamam..

Bütün bunların yanında çok komik sahnelerde var..Arada bazı bazı eski birkaç espri çıksa bile, bu durum filmin geneline bakınca devede kulak kalıyor. Ekrandan tanıyıp sevdiğiniz Cezmi Baskın, Mahir İpek (ki müthiş bir performansı vardı), Renan İpek,Bülent Çolak, Ayberk Atilla ve Rıza Akın gibi oyuncularda filme müthiş bir enerji vermiş. Ayrıca 20 Dakika dizisinin sinir bozucu hapishane müdürü Süreyya rolünde izlediğimiz Sevgili İpek Bilgin ablamızı da, kısa sürelide olsa görmek hayli güzel bir sürpriz oldu..

Filme yapılan bazı eleştiriler var ama ben açıkçası hikâyenin anlatılış tarzı ile ilgilendiğim ve ne hissettiğime önem verdiğim için, çok olumlu düşünüyorum film ile ilgili..

Özellikle Türk- Kürt arasındaki ayrımcılık hakkında da çok inceden bazı göndermelerini olduğu filmin beklide en güzel cümlesi şuydu…

Önemli olan sana benzemeyenle de yaşayabilmek..Her şey beyaz olursa, beyazı nasıl fark edeceksin..

Bundan başka söze gerek yok sanırım…

Ben kendi adıma, naçizane çok beğendim Hükümet Kadını. Gidin ve seyredin ama tek bir bakış açısıyla değil..Anlatılanın özünü anlamaya çalışarak seyredin lütfen.

 Ülkeme, insanlarıma Hükümet gibi kadınlar diliyorum..

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42