24 Temmuz 2014 Perşembe

Bu kadar arızalı karakterden, bu kadar şahane bir iş çıksın..Ulan İstanbul, büyülüyor !!

               
                İlk tanıtımını ekranda izlediğim gün, önce ekrana öylece bakıp kaldım, sonra da ağzımdan istem dışı bir “vayyy,kadroya bak”cümlesi döküldü…Zira hepsi tanıdık, hepsi sevdiğim ve özlediğim oyunculardan oluşan Ulan İstanbul, ilk bölümünden itibaren her biri ayrı yazı konusu olabilecek karakterleri, farklı konusu, eğlencesi, aşkları, şarkıları sayesinde yaz ekranının bana göre en kaliteli işleri arasında bir numaraya oturuverdi.

                Dizinin en önemli özelliği, aklımızın ucuna bile gelmeyecek tuhaf ve arızalı karakterlerin bir araya toplanmış olması. Üstelik bu arızalı tipler, bir araya gelince, inanılmaz müthiş bir ekip oluşturuyor.Oyunculuk anlamında adeta ders verir nitelikteki performanslar üzerine eklenince, keyif üstüne keyif geliyor adeta..

İlk 5 bölümü geride bırakan dizimizde kimler varmış, niye bu kadar sevilmiş, haydi hep beraber bakalım..

Kandemir…

İşin başındaki adam. Tecrübeli ve çok zeki..Tüm ekibin lideri, yaş olarak da diğerlerinden büyük, gençlerin gırgır şamatasına çok bulaşmıyor. Bildiğimiz hırsız, ya da dolandırıcı mı demeli bilmiyorum. Çoğu zaman ciddi, bu ciddiyette ona çok yakışıyor, yüreğinin derinlerinde bir yarası var..Kızını uzaktan seyrediyor, kızı ise onu hiç bilmiyor. O ciddiyet, belki biraz da bu yüzden…Ama işini çok profesyonel yapıyor, hiç açık vermemesi bu yüzden. Kandemir, haklı olarak, grubun diğer gençlerinden çok daha mantıklı düşünebiliyor. Diğerlerine karşı kimi zaman bir abi korumacılığı, kimi zaman bir baba şefkati, kimi zamanda bir patron öfkesi gösteren Kandemir, kimseye eyvallahı olmayan da bir adam. Ve tabii ki de çok ama çok karizmatik. Çapkın bir adam Kandemir ve fakat kadınlar karşısında fazla bir zaaf göstermiyor, zaten kadınlara da pek eyvallahı yok gibi görünüyor. Ama tersinden baktığımız zaman, kadınların ona olan ilgisini görebiliyoruz. Kandemir, kadınların ona olan bu ilgisini, menfaate çevirmeyi iyi biliyor. Uğur Polat’ın büyüleyici performansı karşısında söylenebilecek ne olabilir ki? Usta oyuncu, Kayıp Şehir’in takıntılı psikopat âşık Ethem’i, burada usta bir hırsız olarak arz-ı endam eylerken, bize de keyfini çıkarmak kalıyor sadece…Yüreği uzun ömürlü olsun..

Karlos…

Çakal Karlos mu demeli ya da…Gerçekten tam bir çakal deyim yerindeyse..Hele de bu özelliğini, saf masum pozlarda gizlemeye çalışmıyor mu…Her sahnesini birkaç kez izliyorum itiraf edeyim..Yaren ile klozet boyadıkları sahneden tutun, Jandarma kılığında kötü adamlara ayar verişine kadar, Erkan Kolçak Köstendil döktürüyor kelimenin tam anlamıyla…Hele ki son bölümde, Yaren ile yaptığı düet, son noktayı koydu adeta..Karlos hem saf bir delikanlı, hem her duruma bir çıkış yolu bulacak kadar çakal, hem de yeri geldi mi haşin bir erkek..Yaren ile yaptığı düetteki duruşundan, bakışından, beni hafife almayın der gibi bakışından etkilenmemek ne mümkün…Onun da içinde bir yarası var…Kabuk bağlamayıp hep kanayan o yara Yaren elbette. Zaman zaman işi gırgıra vurup, üstü kapalı imalarla Yaren’e asılsa da, yüreğinin derinlerinden gözlerine yansıyan o büyük aşkı hissedebiliyoruz. Adam şarkı yazmış Yaren’e daha ne olsun..Öbür taraftan fazla mı fazla sevimli Karlos. Ekibin neşe kaynağı adeta. Yaren ile kafaları çok uyuyor birbirine. En gergin anlarda Karlos’un “Yardır Yaren” deyip, Yaren’in ana uygun şarkıya girmesi bu uyumu ortaya koyuyor. Onunda çok eyvallahı yok bu hayatta, Yaren hariç. O oldu mu akan sular duruyor, aşkını öyle net cümlelerle dile getirmeyecek kadar delikanlı, ama belli edecek kadar duygusal bir âşık Karlos..İş söz konusu ise Kandemir’in ağzından çıkan her emre hazır, eline yüzüne bulaşmadığı sürece…Kısacası Merhamet’in Mehmet’i, Sakarya Fırat’ın Er Mahmut’u, Erkan Kolçak Köstendil, Karlos karakteri ile zirvede…Yüzü hep gülsün, uzun yaşasın, çok oynasın..

 Yaren…

 Karlos deyince artık arkasından hemen Yaren gelmeli elbette…Tam bir kaçık Yaren..Çok benziyorlar aslında Karlos ile birbirlerine. Çünkü Yaren de, tatlı mı tatlı, eğlenceli bir genç kız. Buna rağmen, Karlos ile zaman zaman didişen, zaman zaman küçük flörtler eden Yaren iş sahneye çıkmaya geldi mi, bambaşka bir kadına dönüşüveriyor..Beni fark edin, kadınım ben diyor adeta..Yaren’in sahnesi bize çok uzun yıllar öncesinde kalan arabesk kadın şarkıcılarını hatırlatıyor. Hatta hatırlatmak ne kelime, Yaren sahnede tam anlamıyla onlardan biri. Şebnem Bozoklu, vücut diliyle, bakışlarıyla, sesinin tonuyla bunu öyle güzel başarıyor ki, işte benim izlemekten keyif aldığım oyunculuklar bunlar…Abartılı saçı ve makyajı, allı pullu tüylü kıyafetleri ile Yaren geceleri tam bir pavyon şarkıcısı iken, gündüzleri üzerinde kot pantolonu, sokaklarda çekirdek yiyerek bakkaldan akşam yemeği için malzeme alan bir genç kız… Yaren de yaralı bir kadın. O hayatın içinde olupta yaralı olmayan kadın var mıdır zaten…Üstelik Karlos ile aralarındaki o bir türlü dile getiremeyen aşk düğümü de işin tuzu biberi..Gündüz Karlos’un aşkı ile pır pır eden kalbi, geceleri şuh ama erkeklere kafa tutan delikanlı bir kadın yüreğine dönüşüveriyor..Çok eğlenceli bir kadın Yaren aynı zamanda. Arabesk tavırlarının dışında günlük hayatta, cilveli, neşeli..Kandemir’i çok seviyor, çok bağlı, bir o kadar da korkuyor ondan..Ama bu korku Kandemir’e olan saygısından..Şimdilik pavyon hayatını bırakmış gibi görünse de, ucundan kıyısından o hayata bulaşıyor. Çünkü illaki de onu tanıyan birileri çıkıyor karşısına. İşin eğlence kısmı da zaten burada..İki farklı karakterin keskin geçişini başarıyla oynayan sevgili Bozoklu, özlenen performansını seriyor önümüze ve bize de keyfini sürmek kalıyor..O güzel gülüşü hep bizimle olsun..

Ferdi…
Ekibin ağır abisi…Tam bir delikanlı.. Lafta değil icraatta da öyle..Fena halde keskin dili var..Korkusuz ve kavgacı. Karlos’un sevimli, esprili komik hallerine karşın, Ferdi kara mizah yapıyor diyebiliriz. Ama onun kendine has bir karizması da var..Lafı pek dolandırmayı sevmiyor Ferdi, içinden ne geliyorsa, laf kalabalığı yapmadan paldır küldür söyleyiveriyor. Karizmasına ve zekâsına güvenen herkeste olduğu gibi, ukalalığı da var Ferdi’nin..O da Kandemir’e çok bağlı. Ama elbette oda yaralı…Aile kavramını bilmeyen Ferdi, yetiştirme yurdunun soğukluğunda şekillenen kalbinin o en derin yarasını, şimdilerde Derya’nın açtığı yara ile kapatmaya çalışıyor. Yara, başka bir yara ile kapanır mı, onu ilerde göreceğiz. Derya ile aralarında başlayan yakınlık, şahane bir aşka dönüşürken, büyük aşklar, büyük kavgalar ile başlar sözünün de haklılığını anlıyoruz. Adeta birbirlerinden nefret ediyorlarken, küçük kıvılcımlarla, birbirlerine yaklaştılar..Ferdi, içindeki aile özleminin de etkisiyle, belki de ailesinde bulamadığı sevgiyi Derya’da arıyordur, kim bilir..Zaman zaman o duygusal yanını çıkarıyor ortaya, çoğu zaman Derya’nın yanında oluyor bu yansıma..Ama işin içine Derya’dan hoşlanan başka bir adam girdi son zamanlarda ve Ferdi şimdi hayatının en büyük sınavını veriyor. Dokunmaya bile kıyamadığı Derya’ya dokunmaya niyetli Ceyhun, onu yeterince sinir etse de, onları bir araya getiren amaç sayesinde öfkesini kontrol etmeye çalışıyor. Derya ile aşklarını henüz dile dökmediler ama böylesi belki de çok daha güzel…Ferdi karakterini Kaan Yıldırım oynuyor, hani Kayıp dizisinin kapüşonlu gizemli delikanlısı…Ama Kaan Yıldırım, Ulan İstanbul’da bambaşka…Yerden göğe, buram buram karizma ve çekicilik abidesi Ferdi karakterini, öylesine doğal ve gerçekçi oynuyor ki, şimdiden fenomen oldu benden söylemesi..Yolu çok uzun ve açık olsun…

 Derya…

 Onun aslında ekiple hiç alakası yok..Yani o bir hırsız değil. Ama ucundan kıyısından öyle bir bulaştı ki aralarına, şimdi onlardan biri oldu adeta.. İçlerinde en normali o diyebiliriz. Çıtı pıtı, tatlı bir genç kız..Onun en büyük yarası, babası..Sağlığı pekiyi olmayan babası, haksız yere hapse düşünce, denize düşen yılana sarılır misali, Derya, Kandemir ve ekibine güvenmekten başka yol bulamadı. Babasına çok bağlı, onu kurtarmak için her fedakârlığa razı. Başlarda hiç sevmediği ekibin insanlarına çabuk kaynaştı, belki bu yüzden, belki de Ferdi’nin ona bakan kapkara gözlerinin etkisinden. Orası meçhul…Ama içlerine girdikçe, aslında dışarıdan damgaladığı insanların, yüreklerinin temiz ve iyi niyetli olabileceğine de inandı. Hoş, bizim ekip çok sıra dışı..Önceleri hiç anlaşamadığı Ferdi ile ilk sahnelerini izlediğimde, bu ikisinden iyi bir aşk hikâyesi çıkacak demiştim. Öyle de oldu..İnsanın aklına gelmeyen başına gelir misali, Derya, Ferdi’nin o kocaman, cesur ve sevgi dolu kalbine vuruldu. Onlarınki dile gelmedi çünkü henüz ikisi de kabullenme aşamasında…Öyle ya, kolay mı bir hırsıza âşık olmak..Ama aşk bu arkadaş..Hangi engeli aşamamış ki bugüne kadar. Aralarındaki duygusallık, zaman zaman işlerine yansıyor, planları bozuyorlar, ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar. Ama bu onları daha sevimli kılıyor. Derya üstelik şimdi iki erkek arasında kaldı...Ferdi ile onu kardeş zanneden Ceyhun, Derya’nın peşindeyken, Derya, hem Ceyhun’dan kaçmak, hem Ferdi’nin kıskançlık krizleriyle baş etmek zorunda. Derya’yı oynayan Sevtap Özaltun çok ama çok sevdiğim bir oyuncu. Canım Ailem dizisinden, Fatmagül’ün Suçu Ne dizisine, kaliteli performanslarıyla dikkat çeken sevgili Özaltun, burada farklı imajı ve kaliteli oyunculuğu ile göz kamaştırıyor. Yüreğinden öpüyoruz onu kocaman kocaman…

Bahadır…

Komedinin dibi diyeyim siz anlayın gerisini…Bahadır anlatılmaz yaşanır adeta..İzlemeden anlayamazsınız gerçekten. Ekibin teknik beyni ve olağanüstü zekâ sahibi asosyal üyesi..Bilgisayar başında harikalara imza atarken, aynı başarıyı normal yaşantıda gösteremeyen Bahadır, ani atakları, ödlek tavırları, tehlike anında donup kalmasıyla beni kahkahalara boğuyor…Karlos ve Ferdi gibi işin ustaları yanında acemilik çekse de, teknik konularda hepsinin on adım ötesinde..Ekibin en önemli elemanlarından olan Bahadır’ı yine çok sevdiğim Caner ÖZyurtlu oynuyor.. Hani Elveda Rumeli’nin hafiften kaçık Namık karakteri vardı ya, ta kendisi..Yâda Bizim yenge dizisinin Fatih’i…Komedi deyince müthiş bir performansa sahip Caner Özyurtlu. Burada da hakkını vermiş. Üstelik onunda bir yarası varmış, bir kıza âşık olmuş, kavuşamamış. Bahadır’ın böyle bir aşk acısı olabileceği aklımızdan bile geçmezken, bir sarhoşluk anındaki itirafı ile hem gülüp hep şok olabiliyoruz. Ekibin sırlarını ortaya dökse dökse Bahadır döker bir gün. Ama bunu da bile isteye yapmaz, sakarlığından ya da panik tavırlarından şüphe çeker hepsi o…Caner Özyurtlu’ya Bahadır karakteri için özel bir alkış isterim gerçekten..

 Ceyhun…

E bu kadar hırsıza bir polis lazım değil mi..Ceyhun, polis abimiz. Üstelik hırsızlık masasından..Üstelik bizimkilerin yerleştiği mahalleden..Üstelik Derya’ya âşık..Tüm bunlar üst üste gelince de, elbette eğlencenin dozu artıyor. Ceyhun, annesi ile yaşıyor. Aman Allahım ne anne ama..Neredeyse sokaktan geçen genç kızlar, Ceyhun için potansiyel eş adayı. Kendisine aşırı düşkün annesinin ilgisinden bazen bunalsa da, Ceyhun tam bir aile erkeği. O da normal, sıradan bir insan. İşi gücü düzgün, dürüst, temiz ve seviyeli. Derya’dan hoşlanıyor ama Ferdi engelini bir türlü aşamıyor. Üstelik Derya’nın babası Kandemir ve abisi Karlos seslerini çıkarmazken, Ferdi’nin ona karşı gergin tavırları onu işkillendiriyor. İşi söz konusu oldu mu ciddi ve akıllı bir adam ama aşk meşk işlerinde saf halleri var..Aileyi tam olarak çözemedi, zaman zaman bu her biri birbirinden çılgın aile fertlerinden şüphelense de, tam olarak ismini koyamadı. Salih Bademci, tek kelimeyle nefis..O kadar yakışmış ki, karaktere..Üstelik Öyle bir Geçer Zamanki dizisinden sonra tam ters köşe bir karakterle karşımızda. Çok ama çok başarılı, yürekten tebrikler ediyorum..

Şehriban…

Ceyhun oğlumuzun annesi Şehriban, aslında tam Yaren’e uygun bir kayınvalide adayı. Oda kaçık çünkü. Mahallenin meraklı, her şeye karışan kadınlarından. Ceyhun’a aşırı derecede bağlı, bir yandan da evlendirme heveslisi. Çok konuşuyor, hatta bazen nefes bile almadan konuşuyor..Çok komik bir kadın…Anaç bir ev kadını, oğluna uygun gelin adayını bulduğunu düşünüyor. Kandemir ve ailesine karşı sıcakkanlı yaklaşıyor ama oda henüz tam olarak onları çözemedi..Ceyhun’a kapı önünde zorla bir şeyler yedirmek istemesi, arkasından su dökmesi, koskocaman polis oğluna “terini muhafaza et” diye tembihlemesi, bizlere çok ta yabancı değil aslında..Zeynep Kankonde, Kayıp dizisinin sessiz mülayim Elmas’ı, Ulan İstanbul’un deli Şehriban’ı oluvermiş. Üstelik yaşından hayli büyük bir karakteri oynayan Sevgili Kankonde, ustalıkla işin içinden çıkıvermiş. Neşesi daim olsun…

Maşuka..

 Şehriban’ın başına son bölümde bir de Almanya’dan gelen Maşuka çıktı. Ama ne çıkma..Tek kelimeyle bomba..Aksanlı konuşması, her lafın ucunu ihtiraslı konuşmalara bağlaması, çılgın, erkek delisi Maşuka’da şimdiden en gözde karakterler arasına girdi..Onun en büyük yarası malum, bir koca bulamamış olması. Kandemir abimize kafayı taktı ama pek yüz bulduğu söylenemez doğrusu…

                Tüm bu karakterlerin ortak tek bir özellikleri var…İçlerinde, yüreklerinin derininde her birinde ayrı bir yara var…Gerek geçmişten gelen, gerek yeni yeni açılmaya başlayan..Bu ortaklık, onların birbirlerine olan bağlılığını, güvenini artırıyor, belki de ekip başarısı denilen olay, böyle ortaklıklar sebebiyledir, kim bilir..

                Ulan İstanbul, ismi konusunda eleştirildi. Ben ismine çok takılmadım açıkçası, benim eleştirim başka…Amaç ne olursa olsun, kimden alınırsa alınsın, hırsızlığı meşru göstermek bana hiç doğru gelmiyor. Ve fakat dizideki hikâye öylesine eğlenceli ve heyecanlı ki, inanın bu durum hiç sırıtmıyor..Bunu da senaryonun başarısına bağlayalım..Ayta Sözeri, Zihni Göktay gibi sevilen oyuncuları da kadrosunda bulunduran Ulan İstanbul’un daha konuşacak çok karakteri kaldı. Oda bir sonraki yazısına diyerek Ulan İstanbul yazımıza burada son verelim..

                Yolu çok uzun olsun…Yazan, yöneten, oynayan, tüm ekibe yürekten teşekkürler ve sevgiler..Emeklerine sağlık..

                Siyah İnci’den sevgiyle…

                www.twitter.com/blackpearl42
               


                 






23 Temmuz 2014 Çarşamba

Para kara olabilir...Peki ya aşk ?

Geçtiğimiz sezona damgasını vurdu Kara Para Aşk. Hikâyesiyle olduğu kadar, hikâyenin hiç beklemediğimiz şekillere girmesiyle de izleyicisinin dikkatini çeken dizi, oyuncuları ile de çok konuşuldu elbette. Performanslardaki gerçekçilik ekranlardan yüreğimize kadar işledi adeta. Özellikle dikkat çeken iki aşk hikâyesi var dizide. Elif ile Ömer… Nilüfer ile Metin…

Kara Para Aşk özleyenler için yazdığım bu yazının konusu da bu iki aşk hikâyesi..Bakalım kimlermiş bu aşkların kahramanları ve nasıl bir aşkmış onlarınki?

Elif ile Ömer…

Ne kadar ayrı dünyalarda her ikisi de…Biri zengin ve çok güzel bir kadın, diğeri evimizin oğlu neredeyse..Biri şirketini kurtarmanın derdinde, diğeri katilin peşinde…Yaptıkları ortaklık önceleri zoraki ise de, zamanla alıştılar birbirlerine..Alışmakla kalmadılar, bir de aşk girdi işin içine..İşte ondan sonrası koskocaman bir bilmece…

Peki,Elif’i Ömer’e âşık eden ne ? Nasıl kapıldı gitti böyle birden bire..Elif, o güne kadar adeta prensesler gibi yaşamış hayatının her döneminde…Zenginlik, mal, mülk, İtalya ile Türkiye arasında yaşamış kafasına nasıl eserse…Kendi işini de yapmış ama keyfine göre…Yapmış sevdiği iş ne ise..Babasının gözdesi, annesinin biricik umudu olmuş git gide…Her şeyin altüst olmasıyla kaldı ortada sudan çıkmış balık misaliyle. Ödeyemeyeceği kadar borç geldi hepsinin üstüne…Tam nasıl çözeceğim diye uğraşırken,tuz biber oldu kaçırılan kardeşi de..

İşte tüm bunların ortasında buldu Ömer’i Elif..Biraz kibirle ve ukalalıkla yaklaştı başlarda Ömer’e. Ama onun iyi niyetinden emin olduktan sonra, hele hele ona güvenmeye başladıktan sonra her şey daha kolaylaştı Elif açısından. Çünkü Elif, o güne kadar cam bir fanus içindeydi adeta. Her şey çok güzel, her şey tozpembe. Hayatın acımasız arka sokaklarına yürüyünce, ürktü birden bire..Ve güvenmek zorundaydı Ömer’e istese de istemese de…Çünkü dünya farklıydı, işler farklıydı…O ise, işleri düzelteyim derken daha da allak bullak etmişti elbette.

Bu noktada Ömer’e sığındı Elif…Onu Ömer’e âşık eden, Ömer gibi birini hiç tanımamasıydı aslında. Ömer onun, o güne kadar tanıdıklarından çok farklıydı. Babasına bile güvenini kaybetmişken, çevresinde fırsat kollayan bir sürü ikiyüzlü arasında, Ömer o kadar gerçek, o kadar dürüsttü ki…Ve bir o kadar da erkek…Ömer, onun güzelliğinden etkilenmeyen, ona tavır yapabilen, Elif’in ukalalıklarına aynı şekilde cevap verebilen bir erkekti. Ömer’i alt edemedi Elif, Ömer’de Elif’e boyun eğmedi. Sertti, bir parça da maçoydu aslında Ömer..Elif’i en çok etkileyen de bu oldu sanırım. Sahiplenen, koruyan, , yeri geldiğinde o benim sevgilim diyerek elinden tutup çekip alan…Ömer, hem çok duygusaldı, hem de güçlüydü..E bir kadın daha ne isterdi…

Ömer ise, Elif’ten aslında başından beri etkilendi ama belli etmedi. Hatta belki anlayamadı da..Çünkü henüz nişanlısını yeni kaybetmiş, çok yaralı ve sarsılmış bir haldeydi. Başlarda birbirlerine sinir olduklarını da söyleyebiliriz. Ömer’in önceliği iş idi..Karşısında ise inatçı ve ukala bir kadın vardı. Ömer’in ondan etkilenmesi sadece güzelliği değildi elbette. Elif’in olaylar karşısında, ailesini korumaya yönelik tavrı, onlar için elinden gelen her fedakârlığı yapması, Ömer’i etkiledi. Dik durmaya çalışırken, kendisine olan ihtiyacını da fark ediyordu Ömer. Ama o çok fazla duygularını belli etmeyi sevmeyen bir erkek olarak, Elif’in ona gelmesini bekledi. Hatta Elif onu öptükten sonra bile Ömer, emin olmayı bekledi. Ömer için tek engel, hayatlarının arasındaki uçurumdan başka bir şey değil. Ne Ömer, Elif’in yaşantısına ayak uydurabilir, ne de Elif, Ömer’in mütevazı hayatının içine girebilir. Üstelik şimdi Ömer, Elif'in kendine söylediği tüm yalanları da biliyor..Aşk, her şeyi halleder mi bilinmez, ama işin diğer ucunda Elif’in karıştığı kara para olayı, bu aşkın belki de en büyük engeli olacak, kim bilir !!

Nilüfer ile Metin…

Cam fanusun içinde bir kadın daha…Ama karşısındaki adam çok daha başka…İmkânsız, unutulmaz, vazgeçilemez ne yapsa da..Nilüfer, çok genç ama bir o kadarda yaşamış hayatını doya doya…Pek takmamış kafasına…Çünkü ailesi varmış arkasında…İyi hoş ta. Nilüfer, çok kırılgan bir çiçek adeta. Üstelik öyle aman aman bir aşk çıkmamış karşısına..Ta ki Metin onu kaçırana, alıkoyana ve yüreğine alana kadar…Metin, görünüşte kötü ve karanlık bir adam..Bir o kadar da çekici ve duygusal..

 Metin ise, daha fena durumda…Çünkü o görünüşte kötü bir adam..Yüreği ne kadar temiz olsa da…Ne zor bir hayat yaşamış aslında. Tüyler ürpertiyor zaman zaman hatırladıkça…Tayyar gibi bir adamın oğlu olmak yeterince zor iken, bir de bunu saklıyor diğer kardeşinden..Tayyar’ın en büyük sırrı Metin, hayatının arka odası, okunmayan sayfası, zengin ve lüks hayatının karanlık tarafı..Diğer oğlu para içinde yüzerken, Metin o paraları kazanmak için koşturmakta..Üstelik babası tarafından dili kesilen annesinin acısı ve intikam ateşi yüreğini yakmakta..Fırsat kollamakta...Tayyar’ın sonu Metin’in elinden olmalı eninde sonunda..Bu kadar öfkeli Metin, bu kadar soğuk..Bu kadar kötü, bir o kadar da kocaman yüreği…Aynı zamanda çok cesur bir adam Metin. Karanlık hayatının ortasına Nilüfer’i alacak kadar cesur..Ve soğukkanlı..Bu özellik babasından geçmiş olmalı…Ama bu soğukkanlılık sayesinde hiç açık vermiyor,bu da işin en güzel yanı..

Babasının planını uygularken, kaçırdığı Nilüfer, Metin’in kalbinde o güne kadar hiç açılmamış bir sayfa açtı adeta..Nilüfer, aradığı samimi ve gerçek sevgiyi, ilgiyi Metin’de bulacaktı. Metin ise onun şefkatine muhtaçtı..İki yaralı yürek, birinde sevgi eksik kalmış, birinde merhamet…Metin, tüm merhametini Nilüfer’e sunarken, Nilüfer’de tüm sevme gücünü ona saklamış sanki…Onun iyi yanını görmeyi başarabilen tek kadın belki de…Belki de bu yüzden Metin, Nilüfer’e kıyamadı, incitemedi, sırf onu incitmek adına kendi hayatını hiçe sayabildi..Sevdi Metin, sanki tüm sevme gücünü Nilüfer’e saklamıştı. Sevdi Nilüfer, sanki dokunmaya kıyamadığı bir kristal vazoydu Metin. İkisi de ortalarında bulundukları ve aslında onları çok incitecek olaylar arasında, birbirlerini hiç incitemediler..Sadece tüm güçleriyle sevdiler, her imkânsızlığa inat…Metin, kimi zaman uzak durdu Nilüfer’den, sırf ona zarar verme korkusuyla, ama aşkına da yenildi her defasında..Nilüfer ise hiç umursamadı bile kimi sevdiğini, baştan aşağı hata olduğunu bildiği halde..O Metin’in kalbinin en derinlerinde kalan sevgi kırıntılarını toplayıp bir araya getirip kocaman bir yumak oluşturabilmeyi başarmıştı çünkü..Canları çok yanacaktı besbelli, ama ayrılık ta ölüm kadar beterdi..

Elif ile Ömer’in durumu bile çok daha umutlu, Nilüfer ile Metin’e bakarsak…Onlarınki öylesine zor bir aşk ki, nereden nasıl bir araya gelirler bilinmez..

İyi de…

Aşkın kolay olduğunu kim söyledi ki  !!


Siyah İnci’den Sevgiyle…


www.twitter.com/blackpearl42

Dizi dizi diziler...Ruhumun Aynası, Kocamın Ailesi, Kiraz Mevsimi, Güllerin Savaşı


          Yazı biraz gecikti canlarım ama Gazze'deki olaylar sebebiyle, oturup TV dizilerini yazmak çok şık olmayacaktı. Dolayısıyla birkaç gün geçsin istedim. Söz verdiğim zamanlarda yayına girmemesi bu yüzdendi. Güzel kalplerinize ve anlayışınıza sığınıyorum..

RUHUMUN AYNASI

Sevimli bir mahalle komedisi izlemek isteyen buyursun. Açıkçası keyifli ve hareketli sahnelerle dolu ilk iki bölüm sonrasında, güzel vakit geçirebileceğiniz bir dizi diyebilirim. Özellikle Filiz Ahmet, bu tarz bir yapıma çok yakışmış. Neydi o Nigar Kalfa…İçimiz dışımız perişan olmuştu kadının dramından. Neyse ki burada hem yaşına, hem tarzına uygun cıvıl cıvıl, meraklı, iyi niyetli ama bir parça telaşlı Gülpare karakterinde çok sevdim kendisini..Başrolde psikolog Elçin karakterinde Tuba Ünsal’ı izliyoruz ve oyunculukta çok daha iyi yerlerde diyebilirim. Yine de hep şehirli rollerde izledim ben onu. Filiz Ahmet gibi ters köşe bir karakterde izlemek isterim doğrusu. Dizide benim en çok dikkatimi çeken ise Cengiz karakterindeki Murat Akkoyunlu oldu. Tek kelime ile şahane..Performansını hayranlıkla izledim. Her şeyini bir anda kaybeden sosyete doktoru Elçin’in, her şeye sıfırdan başlamasını ama bu defa daha mütevazı bir mahallede işini yapmak istemesini temel alan dizide, mahalleli ile doktor arasında geçen diyaloglarda hayli keyifli. Gülpare’nin, mahallesi ile Elçin Hanım arasındaki uçurumu kapatmak amacıyla arada köprü olma çabaları da işi daha keyifli hale getirmiş..Çok çok iddialı bir konusu olmasa da, dediğim gibi güzel vakit geçirmek için değerlendirilebilir..

GÜLLERİN SAVAŞI
İsmini ilk duyunca ne gülü, ne savaşı demiştim. Meğer kadınların isimlerinden yola çıkarak koymuşlar ismini. Yaz sezonu için biraz dram ağırlıklı bir dizi. Öyle oturayım güleyim eğleneyim derdiniz yoksa izleyebilirsiniz. İlk bölümü izlerken, sanki kış sezonuna çok daha yakışacak gibi geldi... Damla Sönmez, Gülru karakterinde çok başarılıydı. İlk bölümde hayli dikkatimi çekti. Canan Ergüder’i izlerken de, ne kadar özlediğimi fark ettim. Behzat Ç.’de ki Savcı Esra’dan beri onu izlememiştim ben. Şahane bir kadın gerçekten. Ona böyle kibirli, havalı rolleri çok yakıştırıyorum. Ekrana çok yakışıyor, bir o kadarda şık oynuyor rolünü. Uzun yıllar yurtdışında yaşamasına rağmen, kaliteli ve düzgün Türkçesi ile de dikkat çekiyor. Barış Kılıç, zaten çok yakışıklı ve karizmatik. Birde dizide onu estetik cerrah yapmışlar, nasıl yakışmış anlatamam..Ama benim favorim kesinlikle Cihan karakteri ile gönlümüzü kolayca fetheden Sercan Badur..İnanılmaz bir performansı var, diziyi sevmeseniz bile Cihan için seyredilir öyle diyeyim. Tanıdık bir isim de Adını Feriha Koydum dizisinde hep mini eteklerle gördüğümüz Lara karakterini oynayan Feyza Civelek oldu. Gözlerindeki lensler ve sacının rengi değişmiş ama oyunculukta fazla bir ilerleme göremedim ben. Muhtemelen Gülru ile Gülfem arasında hem iş hem de aşk açısından büyük savaşlar yaşanacak gibi görünüyor. Dizi uzun ömürlü olur mu bilmiyorum, çok kararsızım bu defa, çünkü kadro kalabalık olsa da konu çok kısır. Dolayısıyla çok fazla şans vermemekle birlikte, izlenebilecek bir yapım olmuş diyebilirim..

KİRAZ MEVSİMİ

Eh diyeyim..Öyle aman aman, gümbür gümbür bir konusu yok..Ama sevimli bir hikâye…İzlerken hiç sıkılmadım..Fazlasıyla alıştığımız türden bir üçlü aşk var yine..Bu kadar çok dizi olunca, konularının ister istemez birbirine benzemesi kaçınılmaz. Bir iki tanıdık isim dışında ben hep yeni yüzler gördüm, açıkçası çok ta aklımda kalacak performanslar değildi, üzgünüm..Ama bir Neslihan Yeldan gerçeği var şimdi Allah için..Kadın öyle bir oynuyor ki, bayıldım kaldım. O da şehirli, zengin ve birazda kibirli bir kadın rolünde oldukça iyi elbette. Birkaç bölüm sonra işler ne noktaya gelir bilemem ama ilk bölümden bana hissettirdiği pek uzun ömürlü gibi görünmüyor..

KOCAMIN AİLESİ

Kocamın ailesi yeni diziler arasında ilk sırada yer alabilir. Ailecek izlenebilecek bir komedi dizisi. İçinde dram da barındıyor ama dozunda kullanılmış. Yonca karakterindeki Selen Seyven çok iyi iş çıkarmış, beni şaşırttı açıkçası..Fazlasıyla doğal, mimikleri hayli yerinde ve sevimli..Hayli kalabalık bir kadrosu olan dizi, çok eğlenceli ve bir o kadarda hüzünlü..Yıllar önce kaybolan çocuklarını arayan bir aile, kaybettiği ailesinin özlemini çeken genç bir doktor, bu doktorun aile kavramına çok farklı bakan karısı ve tüm bütün bunlar bir araya gelince neler olur? Üstelik bilmeden bu iki aile aynı binada otururlarsa ortalık nasıl karışır, hep birlikte göreceğiz. Kadrosu hayli kalabalık ve çok iyi oyunculardan oluşan dizide, özellikle Ayşenil Şamlıoğlu ve Yıldız Kültür’ü bir araya getirme fikrini ortaya atan kimse alkışlıyorum. Kayınvalide-gelin karakterinde ikisi de şahaneler. Birde ülkemizin Benjamin Button’larından Yeşim Salkım var elbette. Sürekli gençleşip güzelleşen ve şehirli kadın rollerine çok yakıştırdığım Salkım, sakin bir mahalle ailesinin havalı ve zengin gelini rolünde çok şık...Dolayısıyla sevdiğim pek çok yüzü görmenin keyfi bir yana, eğlenceli hikâyesi ile de hayli yükselişte olan Kocamın Ailesi, çoluk çocuk takip edilebilecek bir yapım olmuş..



9 Temmuz 2014 Çarşamba

Babaları, oğulları, iyileri, kötüleri, sevenleri, üzenleri…Onlar Karagül erkekleri..


Eğriye eğri , doğruya doğru…Kimse kırılıp gücenmesin, gönül bırakmasın. Karagül, takipçisi olduğum, hakkında yazdığım diziler arasında bir numaram…

Karagül’ü özel kılan, senaryosu, hikâyesi, görüntüleri kadar sosyal bir yaraya da derin derin parmak basıyor olması..Kadının, kadınların, kadınlarımızın, erkek egemen bir toplumda nasıl ezildiklerini, üzüldüklerini,  nasıl sustuklarını, nasıl mücadele ettiklerini, izleyiciyi yormadan, sıkmadan anlatıyor her hafta..

Dizinin kadın karakterleri kadar, her biri ayrı hikâyeye sahip erkek karakterleri de, hiç şüphesiz ki, dizinin bu kadar etkili olmasında büyük pay sahibi..

Peki o zaman !

Daha önce Karagül kadınlarını ve annelerini yazmıştım. Bu defa , Karagül’ün erkeklerine bir bakış atalım haydi hep birlikte…

Kendal Ağa..
Ülkenin büyük kısmının böyle erkeklerden oluştuğunu biliyoruz değil mi..Biz dilediğimiz kadar kadın erkek eşitliği diye bağırıp çağıralım, bir yerlerde böyle erkekler yaşıyor, kadın erkek eşitliğini bırakın, kadının söz hakkına bile inanmıyor..Erkek üstünlüğüne inanılan bir coğrafyayı temsil eden Kendal, kadına insan gözüyle bakmayan bu kesimi de tanıtıyor bize..
Kötü mü Kendal…Çoğu zaman kötü..İzlerken yok artık dedirtecek kadar hem de..Ama öyle bir anına denk geliyoruz ki, aslında onunda merhameti var içinde bir yerlerde..Fazla derinlerde..O merhameti göstermek, gözyaşlarını göstermekten daha zor..Zira zaman zaman onun ağladığına şahit oluyoruz, ama içindeki merhamet hissi kolay kolay görünürde değil..Oğlu Asım’a karşı içinden merhamet beslediği kadar, bir o kadarda öfkeli..Aslında Asım’ın çok masum olduğunun farkında bu noktada, ama gücünün yetmediğine öfkelenmektense, yapıyor tüm zulmünü gücünün yettiğine işte. Oğlu yerine koyduğu Baran’ı kaybetmemek uğruna kardeşini öldürmeye kalkan Kendal, iş Baran’ı kaybetme noktasına geldiğinde anlıyor aslında, kötülükle doğru yolun bulunmayacağına. Ama o başka bir yol öğrenmemiş ömrü boyunca..Gittiği yol, yaptığı her iş ona doğru geliyor, belki bu yüzden yanlışları katlanıyor..
Merhameti kadar sevgisini de fazla gösteremiyor Kendal. Evladına karşı da, kadınlarına da..Zaten eşlerinden hiç biriyle severek, isteyerek evlenmiş değil. İlki tamamen gereklilik, ikincisi sağlam bir erkek evlat, üçüncüsü de mecburiyet. Amaç böyle şekillenince, evlilikleri de mutsuzluğa sürükleniyor elbette. Kadınları mutsuz ama Kendal da çok mutlu sayılmaz aslında..Asım’dan dolayı Emine’ye öfkeli, sürekli ortalığı karıştıran merakı yüzünden Özlem’e…Sibel, belki de en çaresizce bağlandığı, en cılız dal..Bu yüzden çevresine öfke ve hüzün saçan bir rüzgârdan ibaret Kendal..

Murat…
Daha farklı bakıyor hayata, mensubu olduğu aileye inat..Bulunduğu coğrafyaya uymayan, ama kopamayan kesimin simgesi olan Murat, geçmişine ve geleceğine sahip çıkamayan bir adam..Doğduğu topraklardan uzaklaşmış ama arkasında çok büyük acılar da bırakmış. Üstelik bir acıyı kapatmak için diğerinin mutluluğundan çalmış. Yüzü batıya dönük bir doğulu adam olan Murat Şamverdi, iki kadın almış hayatına. Biri, yaşadığı yerlerin adetlerine uymak amaçlı, diğeri ise aşk ile yapılmış iki evlilikten, kadınlardan birinin payına mutsuzluk ve hasret düşerken, diğerine aşk ve evlat acısı düşmüş..Teyzesinin kızı Narin ile genç yaşlarda yaptığı evlilik, aslında Murat gibilerin tercih edeceği bir evlilik değil. Ailesine ve törelerine karşı gelmemiş, bu noktada ailesine olan derin bağını ve yetiştiği yerlerin geleneklerine olan saygısını hissedebiliyoruz. Ama aynı zamanda büyük şehre gitmiş, okumuş ve başka bir hayat kurmuş olan Murat’ın, aşka olan inancı ve tutkusu da onu Ebru ile karşılaştırınca, ilk karısı Narin’i buna razı etmek için, Ebru’dan olan oğlunu Narin’e vermek zorunda kalmış. Belki de aşkının diyetini böyle ödemek kolay gelmiştir diyoruz. Sevdiği kadının kucağından evladını alıp, diğer eşine vererek, aslında çok büyük bir acı yumağının ilk düğümünü de atmış Murat. Ebru’nun aşkı için, Ebru’yu evladından ayıran Murat Şamverdi, bu noktada hangi suçtan yargılanmalı onu bilmek mümkün değil. Tek suçlu o mu? Aslında değil. Bu büyük sırrın ortakları da var elbette. Üstelik Narin’in yıllarca bilerek yaşadığı aşk acısı, kabullenişe dönüşürken, Ebru bu gerçekle çok derin yüzleşmeler yaşadı.
Murat’ın diğer yarası ise Baran elbette. Onunla tam bir baba oğul ilişkisi kuramamış, çünkü Murat hep uzaklardayken, onun yerini Kendal almış. Tam her şeyi tamir etme amacındayken, Kendal’ın kendisine hain saldırısı her şeyi altüst etse de, Murat ile Baran’ın da Asım ile Kendal ilişkisinden çok farkı yok. Murat, Baran’ı uzaktan sevmiş, diğer çocuklarına babalık etmiş, bu durum Baran ile ilişkisinin tamirini de hayli zorlaştırıyor. Oğlunu şimdilerde uzaktan takip edip koruyup kollasa da, hayli geç kalmış bir pişmanlık gösterisinden öte gitmeyecektir bu durum Baran açısından..
 Son zamanlarda Murat’ı daha gizemli ve ürkütücü olarak görmekteyiz. Başlarda işleri bozulan ve gücü azalan Murat, şimdilerde çok daha güçlü ve öfkeli..Bu öfkesini ve gücünü nasıl kullanacak henüz görmedik. Muhtemelen tüm intikamını alırken, kendisi de derin yaralar alacaktır..

Fırat..
Fazlasıyla yaralı..Ama bir o kadar da yaralanmaya meraklı..Özünde çok iyi ve duygusal, bir o kadar merhametli. Bu özelliği ile Kendal ve Murat’tan ayrılıyor, zira ikisinin de kendilerine göre acımasız oldukları durumları var..Ama Fırat, merhametinden güç alıyor sanki..Ebru, tüm hayatı altüst olup geldiğinden beri, elinden geleni yaptı Fırat. Bunu yaparken, henüz Ebru’ya karşı bir aşk beslemiyordu üstelik. Ebru ile arasında gelişen aşk, aslına bakarsanız o yörelerin çok ta tasvip edeceği türden değil. Ama Fırat, bu aşkı öncelikle iyiliği ve merhametiyle destekliyor, bu durum gözümüze batmazken, kafamızda Ebru ile Fırat ilişkisini şekillendirmeye çalışıyoruz, Fırat’ın hiç görünmeyen kızı bir gün dönüp gelip babası ile yüzleşir mi bilinmez, ama Fırat Ebru’nun çocuklarına karşı, kimsenin yapamadığı kadar büyük destek ve yardımcı..Aynı zamanda büyük kavgaların ve fırtınaların da sakinleştirici tarafı. Her zaman mantıklı ve doğru adımlar atmaya özen gösteren Fırat, ayakta kalma savaşı veren Ebru’ya, Kendal’ın gözünün içine baka baka destek olacak kadar da cesur. Böylelikle hayranlığımızı toplarken, yüreğindeki temiz aşk ile de gönlümüze dokunan bir adam o..

Baran…
Baran, yaşından büyük olaylar yaşamakta…Tam Kendal’ın oğlu olacak bir öfkeye sahip. Bir o kadar da Murat’ın aşk dolu kalbini almış. Öfkeli olduğu kadar haklı da…Yıllarca babasından ayrı yaşamış, onun diğer üç çocuğu ile yaşadığını, onlara babalık ettiğini biliyor ama amcası Kendal ile yetinmek zorunda. Babası ölene kadar, her erkek çocuktur..Ne kadar büyüse de Baran hala küçük bir çocuk o yüzden…Hayata, babasına ve yaşadıklarına da öfkeli elbette..Bu öfkenin diğer sebebi de annesi Narin’in itilmiş, bir kenara atılmış olması. Diğer kadın Ebru’ya olan kini ve öfkesi de bu yüzden. Varlıklarını bildiği ve uzakta oldukları için tahammül edebildiği Ebru ve çocuklar çıkıp geliverince, Baran’ın delikanlı damarına dokundu tüm bunlar elbette. Birde Narin’in dolduruşları üzerine eklenince, Baran her an patlamaya hazır bomba misali, uçan kuşa bile öfkelenmekte..
Ama aşk onun hayatına girdi ve o günden sonra çok şey değişti Baran açısından..Ayşe ile fazlasıyla inişli çıkışlı bir ilişkisi olsa da, Ayşe’nin mantıklı yönlendirmeleri sayesinde, o ilk başlarda izlediğimiz öfke kusan Baran, artık değiştirilemeyecek bazı şeyleri kabullenmeye başladı. Üstelik Ebru’yu tanıdıkça, onun niye tercih edildiğini anlayınca, o öfkeli Baran, daha yumuşak tavırlı bir Baran’a dönüştü. Ayşe olan ilişkisinde, Ayşe’ye karşı çok sevgi dolu olan Baran, zaman zaman maço tavırlar sergilese de, bu onu sevimli kılıyor. Kardeşleri ile başlardaki düşmanca kavgaların yerini, şimdilerde onları koruyan, korumaya çalışan bir çekişme aldı ve Baran, annesinden çok, kalbinin sesini dinlemeye başladı. Bu da onu daha ılımlı ve huzurlu yaptı..Nefreti, sevgiye dönüşürken, sadece annesinden oluşan ailesinin içinde yarattığı boşluğu yeni aile fertleri ile doldurmaya başladı ve bu sayede kalabalık bir aileye sahip olmanın mutluluğunu da yaşamakta gizli gizli..

Asım…
Muhtaçlığı fiziksel değil onun, yüreksel..Konak erkeklerinin aslında en güçlüsü o..Yaşadığı zor hayatın, fiziksel engellerin üstüne, kocaman bir sevgisizlik ve çaresizlik. Annesi ile kurduğu dünyasında sessiz ve çok masum Asım. Ama zaman zaman bizi yürekten yaralayacak kadar da doğru sözlerin sahibi..Çok akıllı, ama sürekli ezildiği bir yerde,  o akıl ne işe yarar ki..O yeri geldiğinde kendini koruyamayan ama annesini korumak için öne çıkabilen bir evlat, yeri geldiğinde Baran’a aşk dersi verecek kadar da kocaman yürekli bir genç delikanlı, yeri gelince de öz babasını ihbar edecek kadar adaletli bir adam..Babasının beceremediği adamlık, Asım’da can bulmuş, o küçücük dünyasında, kocaman olayların ortasında, masum ve sessiz razı olurken kaderine, hiç beklemediğimiz anda isyan etti yapılan adaletsizliğe..Asım, öylesine cesurdu ve öylesine güzel yürekli, hiç sevgisini görmediği babasını ihbar ederken bile, “o benim babam” diyebildi..Onun öfkesi babasından gördüğü sevgisizliğe değildi, o aslında annesinin yaşadığı ezilmişliğe isyan etti..

Oğuz Komutan…
O çok normal bir adam..Hani her gün görebileceğimiz türden. İşinde gücünde, namuslu, adaletli ve iyi yürekli…Bir de âşık tabii ki..Oğuz Komutan, aileye hep yakın duran tavrıyla, olaylara soğukkanlı bakışıyla, Narin’e olan aşkıyla, Baran’a olan sabrıyla, yüreği iyi insanlardan birisi..Tam da sevilecek, güvenilecek bir adam Oğuz Komutan. Narin’i içinde bulunduğu bunalımdan ve yıkılmışlıktan kurtaran onun aşkı olsa da, henüz Oğuz komutanın Baran engelini aşamadığını görüyoruz. Muhtemelen Baran ile ilerleyen zamanlarda güzel bir ilişki kuracak olan Oğuz, Narin ile farklı bir yaşam tarzına sahip olmasına rağmen, onu sevecek cesarete de sahip olduğunu göstererek izleyici gözünde güzel bir tahtın sahibi oldu. Hatasız ve dürüst davranışları Oğuz karakterinin sevilmesinde önemli rol oynarken, bizlere de böyle erkeklerin çoğalmasını dilemek kalıyor..

Rıza…
Âlemin delisi..Gülüşlerimizin efendisi..Rıza kendi başına bir hikâye zaten. Onun saf bir yanı var, bir o kadar da kendini dünyanın en önemli insanı zannedişi..Kendal’ın en büyük yardımcısı ve güvendiği adamı iken, koltuğunu Kasım’a kaptırmış olmanın öfkesi, onu Kasım’a karşı bilese de, Kasım’dan da ödü kopuyor aslında. Pek işe yaramayan, çünkü her işi hep eline yüzüne bulaştıran Rıza, bir o kadarda temiz yürekli bir Anadolu erkeği aslında. Biraz cahil cesareti var Rıza’da, sonunu düşünmeden hareket ediyor çoğu zaman. Ama tamamen iyi niyetle.. Kafasından ihaneti bile geçirmeyen, bu anlamda çok güvenilir olan Rıza, biraz da becerikli olsa Kendal’ın işleri daha bir kolaylaşacak sanırım..

Kasım…
Kasım , bizi ters köşeye yatıran karakter..Başından beri onun da kötü bir yanı olduğunu düşündük ister istemez. O da zaten farklı bir çizgi çizmedi..Ama bir de baktık ki, aslında iyinin tarafındaki bir kötüymüş o..Geçmişteki kötülükler, şimdiki iyilikler ile temizlenebilir mi..Belki..Ama Kasım, Murat’ın ajanlığını yaparken konakta, Sibel’e de elinden geleni yapmaktan geri durmayan, iyi ile kötü arasında terazinin dengesini bir türlü tutturamayan bir karakter. Kasım’ın Sibel ile geçmişini ve neler yaşadıklarını henüz bilmiyoruz, bu hikâye anlatılacak mı onu bilmiyorum, ama büyük ihtimal ile Ayşe, Kasım ile Sibel’in kızı. Kasım’daki cesaret, hani deli cesareti diyeceğimiz türden. Korkusu, çekinmesi yok, zaten kaybedecek çok fazla bir durumu da yok. Tam anlamıyla deli deli bakan, bakışlarıyla ürküten Kasım, bulunduğu ortamı germekte çok başarılı. Kendal’a yakışır bir adam portresi çizen Kasım, tam da ona kızmaya öfkelenmeye alışmışken, Murat’ın adamı olması sayesinde birden sempati topladı. Artık onun kötülüğünden çok, neler yapabileceğini düşünüp beklemekteyiz..Özellikle Özlem ile olan ilişkisi hayli dikkat çekmekte. Onunla Kendal’a karşı oyunlar oynarken, sanki gönlü de bir parça Özlem’e vuruldu. Bunu belli etmemek için her çabayı gösterse de, bazen bir bakış ile kendini ele veriyor..Kendisinden her an her şeyi bekleyebileceğimiz erkeklerin temsili olan Kasım, dizinin kemikleşmiş kadrosunda bu haliyle yer edinmiş durumda..

Rüzgâr…
Şüphesiz ki, masumiyet deyince gözümüzün hemen önünde o var..Rüzgâr, yaşından beklenmeyecek bir olgunluğa sahip, başından beri..Yaşından çok büyük olaylar ve üzüntüler ile karşılaşan Rüzgâr, aslında en büyük problemleri çıkarmaya hakkı olan tek insan..Ama kardeşlerinden ona sıra gelmiyor bir türlü. O da zaten öyle büyük yaygaralar koparacak, huysuz bir çocuk değil. Belki bu yüzden çok seviyoruz onu, o masum ve olgun tavrı, kaçırıldığında bile koruduğu sakinliği, cesareti ile yüreklerimizi okşayan bir tablo çiziyor Rüzgâr.. Ve annesine aslında en büyük destek o , bilmem farkında mıyız?

Serdar…
Oğuz komutanın kardeşi olan Serdar karakteri, sanırım o küçük yere sığamayan Ada karakterinin hayatına bir hareket gelsin diye yazılmış..Ada’nın yaşına hiç uymayan çılgınlıktaki hayatı ve başına gelen üzücü pek çok felaketten sonra, Serdar onun hayatını toparlayan bir unsur oldu adeta. Hoş, Ada’nın hayatını ve kalbini toparlarken, Maya’yı da altüst etti ama Serdar’ı bu konuda suçlamak yanlış olur sanırım. O üçlü aşk hikâyesinde herkes çok masum zira..Ada’ya umut ve mutluluk verirken, Maya’nın yüreğini bilmeden parçalayan Serdar, bu anlamda bize bir nebze olsun Murat Şamverdi’yi hatırlatıyor. İşi gücü olmayan, abisinin gölgesinde hayatını sürdüren Serdar, çok ideal bir eş adayı değil. Hayatının belli bir amacı olmayan Serdar, her an çekip gidiverecekmiş gibi duran tavrıyla, çok güven veren biri de değil. Ama Ada’ya âşık bunu görebiliyoruz. Üstelik vicdanlı da. Maya ile olan karşılaşmasından sonra, içine düştüğü ikilem ve bunun üzücü yansımalarından anlıyoruz vicdanlı olduğunu. Ama cesaret derseniz, Serdar öyle çok cesur biri değil. O daha çok sıkışınca kaçabilen erkekleri temsil ediyor abisinin aksine..

Ve Murat Saraçoğlu…
Geçen seferki özel yazıda kendisini unuttuğum için bir özür dilemek isterim. Ve fakat Karagül erkekleri yazısının içine daha uygun olduğunu düşündüğümü de belirtmek isterim. Sevgili Yönetmenimiz Murat Saraçoğlu, bize sunulan bu masalsı hikâyenin kamera arkasındaki kahramanı elbette. Böyle ekip işlerinde, işin gördüğümüz yanı kadar, görmediğimiz gizli kahramanlarını da takdir ediyoruz Ancak bazı gözler daha farklı bakıyor dünyaya. Halfeti’nin eşsiz güzelliği ile hikâyenin hüznünü başarıyla birleştiren sevgili Saraçoğlu, kendi bakışından o dünyayı en güzel şekliyle sunuyor bizlere..Sahnelerdeki özen, ışık, oyuncu duruşları ve sahne devamlılığı açısından özenle çalışan tüm ekibin başındaki adam, elbette Karagül erkeklerinden birisi olarak bu yazıda yerini alıyor..

Her birinin ayrı bir yarası var…Her birinin de ayrı bir öfkesi..Ve her birinin yüreğinde açığa çıkmış ya da çıkmamış bir sevgi yumağı…Ve her birinde ayrı bir cesaret ya da korkaklık…Çevremizde, hayatımızda karşımıza çıkabilecek, kimi zaman sevdiğimiz, kimi zaman ürktüğümüz, kimi zaman nefret ettiğimiz…Ama hiç vazgeçemediğimiz erkeklerimiz…
Ve şüphesiz tüm bu karakterlere ruh katan oyuncularımız…
Kendal Karakteri ile Mesut Akusta’ya
Murat karakteri ile Özcan Deniz’e
Fırat karakteri ile Yavuz Bingöl’e
Baran karakteri ile Mert Yazıcıoğlu’na
Asım karakteri ile Can Atak’a
Oğuz karakteri ile Ogün Kaptanoğlu’na
Rıza karakteri ile Turan Selçuk Yerlikaya’ya
Kasım karakteri ile Eser Karabil’e
Rüzgâr karakteri ile Arda Erkuran’a
Serdar karakteri ile Burak Çelik’e
Ve yönetmen Murat Saraçoğlu’na

Tüm izleyiciler adına, yaşattıkları bu keyif için sonsuz teşekkürler ediyorum..Yüreklerine sağlık..

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42