25 Aralık 2013 Çarşamba

Her bölüm kendini de aşan dizi...Kayıp yine nefes kesti..


Kayıp bu hafta 14.bölümü ile ekrandaydı..Erken final yapacağı haberi çıktıktan sonra izleyicisinin yoğun isteği ve tepkisi üzerine devam etmesine karar verilen Kayıp, bu bölümle adeta herkese ne kadar iddialı olduğunu gösterdi. Olayların çözüldüğü 14.bölüm belli ki final için hazırlanmıştı. Ve fakat yine de şahane bir kurgu yapılmıştı ve anladık ki dizinin yeni bölümlerinde bizi iddialı sahneler, heyecanlı olaylar bekliyor..

Bakalım 14. Bölümden aklımızda neler kalmış..

Mehmet’in kardeşi İnci’nin ölümü hayli sarsıcı oldu gerçekten. Zira en masum kişi, en ağır cezayı gördü…Kendi kardeşinin ölümünün intikamını almak isteyen Falko, Mehmet’in kardeşinin canını aldı çirkin bir oyunla..Oysa İnci çok masumdu, kendi kardeşi ise ister istemez ucundan kıyısından bulaşmıştı pisliğe. Eninde sonunda kötü bir son bekliyordu onu..Dolayısıyla İnci’nin ölümü şok edici ve etkisi yüksek bir olay oldu..

Hele o hastane sahnesi. Cemile kadın ile Mehmet’in halleri..Son zamanların en çarpıcı sahnesini izledim gözümü bile kırpmadan, ağlayarak..Etkilenmemek mümkün değildi, kusursuz olmuş gerçekten. Mete Horozoğlu bir kez daha gösterdi oyunculuğunun şahaneliğini. Bayıldım gerçekten. Yüreklerine sağlık, çok gerçekçi olmuş..Mehmet yerine göre olgun, yerine göre neşeli, yerine göre romantik, yerine göre acımasız, yerine göre çocuksu, yerine göre de sert…Tüm bunların hakkını sonuna kadar vermiş sevgili Mete Horozoğlu..

Öbür tarafta ise Keremciğin bulunan günlüğü tüm dengeleri alt üst etti. Zaten Leyla ile Kemal epeydir kopuklardı, günlükteki aldatma hadisesi üzerine kapak oldu. Ama Leyla yinede asil kadın çıktı. Ne yalan söyleyeyim, ben olsam o güzelim beyaz bavula kıyamazdım. Atardım eşyalarını pencereden aşağıya..Üşenmedi bide bavulunu topladı Kemal’in..Kemal’e hiç acımadım, layığını buldu sonunda. Başından beri hata üstüne hata yapan, üstelik Özlem’i kaybettiğini kabullenemeyen Kemal, bir de karısına rezil oldu..

Dip Not : Kerem, yattığı o soğuk yerde zatürree olmadı çok şükür…Haftalardır üzerindeki kıyafetler de hiç kirlenmedi niyeyse..

Allah aşkına, Defne’nin ikizi Sedef ne iş? Kızın o gizemli halleri, sürekli kapı dinlemesi falan boşuna değil bence..Bu Sedef acaba işin içinde mi? Zira dizide öylesine ters köşeye yattı ki bu hafta izleyici, artık kim iyi kim kötü kesinlikle anlamak mümkün değil..

Son bir iki haftadır merak edilen en önemli soruya karşılık bulduk bu hafta..Özlem Falko’nun kız kardeşi değilmiş onu geçen bölüm anlamıştık zaten..Bu bölüm de ablamız ile tanışmış olduk. Ama ne abla..Erkeğim diyeni siler süpürür yemin olsun. Kötülükte Falko’dan pek farkı olmasa da, yine de içinde bir parça insanlık kalmış gibi geldi bana…

Dip Not : Aman aman Falko kardeşim, ablasından çok korkarmış ta haberimiz yokmuş..Süt dökmüş kediye döndü mübarek ablasının karşısında..Eee dinsizin hakkından imansız gelir işte böyle..

Geldik tabii ki asıl bombaya…

Asıl patron Özlem çıktı…Şok üstüne şoklardayız…

 Vay arkadaş ya !

İzlerken ağzımdan bu cümle döküldü cidden…Nasıl bir ters köşe yaptılar..Başından beri ben Avukat Metin’den şüpheleniyordum, oysaki en masum sandığımızmış en şeytan olan, haberimiz yokmuş…En vicdanlı sandığımız kişi meğer en acımasız olanmış…Falko’yu arayan gizli patron Özlem imiş..Kerem’i kaçırtan, intikam planları kuran, daldan dala konan Özlem…Sahi maşallah kaç kişiyi sevmişsin Özlem sen..Kaç kişinin hayatını alt üst etmişsin..Şimdi sıra Mehmet’e mi geldi..Aman Allah, nasıl bir plan, nasıl bir ekip..Üstelik sen bu kadar adamı tek bir parmağınla yönet, vallahi bravo !

Dip Not : Şeytan, kadının yaratıldığını görünce boşuna dememiş “beni niye yarattın” diye…O hesap işte…

Özlem, hesap sormaya geldiği Falko tarafından esir edildi..Özlem’e acıdım mı…Acımadım…Avcı iken av oldu, oh dedim…Bu kadar kötü ve şeytani bir yürek, daha beterini hak etmişti..İlerleyen bölümlerde neler olacak cidden çok merakla bekliyorum zira Kerem kurtulup evine dönerken, Özlem Kayıp oldu resmen..Aslı Enver performansına bir kez daha hayran kaldım. Özellikle Falko ile karşılıklı sahnelerinde çok iyiler..Ama sanki İlker Kaleli fazla bağırıyor..O bağırırken vallahi ben korkuyorum şimdi boğazı yırtılacak diye…Az sesini kıssa daha şık olacak gibi…

Dip Not : Maşallah Falko kardeşim de çok geniş adammış vesselam..Sen kalk seni başkası için terk eden eski sevgiline yardım et..Kemal ile ilişkisini bile bile sesini çıkarma, ama söz konusu Mehmet olunca arslan kesil..Oldu paşam..Bence sen önce eski hesapları kapat Özlem ile..

Bu arada bizim saf âşık Bekir yakalandı...Mehmet Bekir’i döverken ben zevkten dört köşe oldum adeta..Bekir aslında ekibin en zayıf halkasıydı ve tahmin ettiğimiz gibi birden çözüldü..Biraz da onun sayesinde kurtuldu Kerem…

Dip Not : Dora fena yamuk yaptı Bekir’e…Ben yakıştırmıştım ikisini, beraber hapse girseler iyiydi..

Kerem kurtulurken Özlem kayıplara karıştı, üstelik Mehmet Falko’yu oyuna getirip burnuna silahı dayadı..Pardon öncesinde iyi bir dövdü Falko kardeşimi. Gerçi ne hikmetse, Falko’nun ağız burun yerindeydi…O kadar yumruğa yüzünün dağılmasını, en azından kan revan kalmasını, kaşının gözünün patlamasını falan bekledim ama nafile…Falko kardeşim, en yakışıklı bakışıyla, birazcıkta alayla Mehmet’in gözünün içine içine baktı…Öyle bir bakış ki, hadi vur vurabilirsen korkmuyorum bakışı....Mehmet’in acısı ortadaydı, ama yine de vurulan Mehmet oldu..Hem de tam sırtından. Tam Falko’ya ve onun ekibine yakışır şekilde…Cidden İlker Kaleli ile Mete Horozoğlu karşılıklı döktürmüşler o sahnede ne diyeyim helal olsun...

Dip Not : Son 15 dk. Ayakta izledim…

Kerem ailesine kavuşurken, insan ister istemez hiçbir anne evladından ayrılmasın diyor. Nasıl duygulu ve güzel bir sahne olmuş anlatamam..Özellikle Dolunay Soysert için iki kelam etmek lazım, dizinin ilk bölümlerinde tam alışamasam da, ilerleyen bölümlerdeki performansı kusursuzdu…Oyunculuğu alkışlara layık ve gerçekçi geliyor bana…Çok etkileniyorum onun anneliğini izlerken…

Son Söz : Son sahnede Mehmet’in bulduğu alyans ve içindeki isim pes dedirtti gerçekten. Bu kadar güzel senaryo, bu kadar kurgu ve daha ileriye saklanmış pek çok gizem gösteriyor ki, Kayıp bizi şaşırtmaya ve ekrana bağlamaya devam edecek.

Daha önce söyledim ama tekrarlamakta fayda var…Kanal D, Kayıp dizisini devam ettirme kararı almakla çok doğru yaptı…Zira yayından kaldırsaydı, çok büyük bir yayıncılık hatasının altına imzasını atacaktı..Böyle diziler çok nadir oluyor ve alışılmış, sıradan, basit senaryolar yerine böylesine zekice yapımlar cidden çok daha fazla keyif veriyor…

Teşekkürler Kanal D ve tüm Kayıp ekibine…


Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42






23 Aralık 2013 Pazartesi

Yeni cici diziler..

Aşk Ekmek Hayaller…

                Dizi en başında sevimsiz ismi dolayısıyla insana itici geliyor. Başka hiç isim bulamamışlar galiba. Un-tuz-şeker Deniz-kum-güneş üçlemeleri bile daha sevimli geldi kulağıma. Biraz da ismin etkisiyle ilk bölümü izlerken çok sevemedim diziyi. Çok ama çok klasik bir konu etrafında dönen entrikalar artık öylesine bıktırdı ki. Hele hele meşhur erkek çocuk sevdası da hayli sevimsiz geldi bana. Zengin ve tabii ki kocaman bir evde yaşayan ahalinin yaşadığı entrika cidden sıkıcı… Hele o evin dekoru. Nostalji yapalım derken gözünü çıkarmışlar resmen. Nasıl klasik nasıl göz yorucu. Hikâye de öyle iddialı falan değil. Evin oğlu, evin beslemesini seviyor, ondan bir çocuk peydahlamış ama hizmetçi ortada yok. Zira evin oğlunun kuzeni, kötü adam yani, beslemeyi çoktan uzaklaştırmış evden, ama bu arada kuzenin eşi ile de ilişkiye girip oda bir çocuk peydahlamayı ihmal etmemiş. Biz bu yanaşma çocuğu muhabbetini Asmalı Konak’tan itibaren izlemekteyiz, Hatta en son Bugünün Saraylısında izledik, sonradan birbirini bulan kardeşleri Merhamet’te, sınıf farkına sahip kardeşleri Kuzey-Güney’de izledik. Hemen aklıma gelenler bunlar ama daha çok yerde izledik biz bu konuları. Dolayısıyla heyecanlandırmadı beni.
                Gelgelelim bir Müjde Ar koymuşlar anne karakterine, evin hanım ağası rolünde. Nasıl güzel, nasıl hoş bir kadın bu Müjde Ar. Ne sade oynuyor, abartmadan, olması gerektiği gibi. Ustalığına yakıştığı gibi ya da. Evin entrikacı gelini rolünde Berna Lâçin vardı ki, dizinin üç bölümünü de izledim. Üç bölümde de harikaydı gerçekten. Oldum olası çok beğenmişimdir kendisini zaten. Burada da döktürmüş. Uzun zamandır da reklamlar dışında bir projede görmeyince galiba, çok ta özlemişim onu izlemeyi. Sinan Tuzcu ise esas oğlan karakteriyle karşımızdaydı. Onu en son Görüş Günü Kadınlarında karizmatik polis olarak izlemiştik. Oradaki tarzı aşağı yukarı devam etmiş fiziki olarak. Ama karakter bambaşka ve Sinan Tuzcu izlemeye yine doyamadım ben. Başrol çocuk oyuncu cidden çok kötü oynuyor. Fazlasıyla yapmacık ve ezberci geldi bana. Ayrıca çocuğun ses tonunu kullanışı öyle garip ki, konuşurken sanki bir korku filminin tam ortasındaymış gibi vurgular duydum ve bu benim kulaklarımı hayli rahatsız etti. Ayrıca Burak Hakkı’ya kötü adam rolünü hiç yakıştıramadım ben. Olmamış. Üzerinde iyi durmamış. Dizinin hayli kalabalık kadrosu içinde şimdilik bahsedeceğim ana karakterler bunlar. Dizi ilk bölümdeki sıkıcı hikâyesi, üçüncü bölüme doğru heyecanlı olaylarla karşımıza çıksa da, Ben dizinin akıbetini pekiyi görmüyorum bu gidişle…

Firuze…

Offfff…Yine çok kalabalık bir dizi… Bu kadar kalabalık diziler yoruyor insanı gerçekten. Hele böyle kalabalık olunca durum, kim kimdir diye açıklayacağız diyerek ilk bölümü 2 saat 9 dakika yapmışlar ve ben cidden çok sıkıldım izlerken… Başroldeki Ceren Hindistan kardeşim kusura bakmasın ama cidden çok kötü bir oyunculuğu var. Oyunculuk iki mavi göz, iki karakaş olsa keşke ama olmayınca olmuyor işte. Aynı şekilde Demir karakterini oynayan Haluk Piyes’in performansı da hayli kötüydü. İlk bölümü izlerken kendimi ortaokul piyesi izliyor gibi hissettim sayelerinde. Senaryo zaten aman aman bir senaryo değil. Zengin oğlan hayatındaki yapmacık ilişkilerden sıkılmışken, fakir kızla karşılaşır, ona iyilik yapar, sever, evlenir ama cümle âlem karşı çıkar. Buna oğlanın eski sevgilisi de dâhildir falan filan. Esas oğlan Fırat Çelik, Oğuz karakteri ile bana bu dizide daha sahici bir oyunculuk sergiliyor gibi geldi. Diğer iki dizisinden sonra sanki biraz daha geliştirmiş kendini. Üstelik yanılmadıysam kendi sesiyle oynamış bu defa. Ceyda Ateş, Oğuz’un fettan ve entrikacı sevgilisi karakterinde yine aynı hep aynı. Nerede seyrettiysem aynı oyunculuk, aynı mimikler, bakışlar, ses tonu. Yeterince bıktırıcı geldi bu yüzden bana…
                Dizinin Engin Şenkan, Yıldız Kültür, Aytaç Öztuna gibi oyuncu kelimesine yakışır ustalarına da tüm bu olumsuzluk içinde yazık olmuş gerçekten. Ben Firuze’yi hiç sevmedim. Çok uzun ömürlü gibi gelmiyor bana. Üstelik bu kadar kısır ve defalarca izlediğimiz bir konu etrafında dönerken işi zor.

Vicdan...

Şu üç dizi arasında Vicdan onlardan biraz daha iyi diyebilirim. Klasik bir aşk hikâyesi etrafında dönen dizinin belki de en ağır iki topu Ahu Türkpençe ve Timuçin Esen. İlk bölümde hayli iddialı girdiler, olayların gelişimi ilgimi çekti. İşte yemek aynı yemek ama sunumu çok güzel oldu mu, sanki farklı bir şeyler yiyormuş gibi geliyor insana… Vicdan’ı sevdim. Timuçin Esen, çok doğal ve içten oynuyor. Sanki kapıyı açıp dışarı çıksak karşımıza çıkacakmış gibi gerçek. Ahu Türkpençe, çok şaşırtıcı bir karakterde değil ama onun performansına da ısındım ben. Bu arada sevgili Hande Soral’ın kız kardeşi Bensu Soral’da bu dizide Müge karakteri ile karşımıza çıktı. Ben bazı sahnelerde onu Hande zannettim. Ablasına çok benziyor. Dizinin eski ama eskimeyen bir aşk hikâyesinden yola çıktığını söyleyebilirim. Hikâyenin henüz tam açıklığa kavuşmayan yönleri olsa da, ilerleyen bölümlerde bunlar açıklanacak diye düşünüyorum. Üstelik olay örgüsünü de beğendim ben. En azından diğerler gibi çok sıradan bir giriş yapmadılar.

 Dizilerin yayın saatleri kısalmadıkça, üç beş bölüm geriden bile takip etmek mümkün oluyor artık. Bana sorarsanız bu üç dizi arasında sıralama yapmam gerekirse, Vicdan, Aşk Ekmek Hayaller ve Firuze diyebilirim. Siyah İnci, üçü arasında hangisini izler derseniz Vicdan diyebilirim.. Ama her üçü de, gerek sezonun tam ortasında yayına girmeleri, gerek çok güçlü olmayan alt yapıları sebebiyle, bir Karadayı, Muhteşem Yüzyıl, Kaçak, Kayıp, Fatih Harbiye vs. gibi iddialı yapımlar değil benden söylemesi.


Siyah İnci’den sevgiyle…


www.twitter.com/blackpearl42

18 Aralık 2013 Çarşamba

Karagül’ün Kadınları...Anneleri..Annelik Neydi?

              İki sezondur favorilerimden biri olan Karagül hakkında geçenlerde yazmıştım. Dizinin belki de bu kadar sevilmesinin en büyük sebeplerinden biri de, işlediği olaylar ile kadınların ezilip üzüldüğü ülkemizde, tamamen gerçekçi bir yaklaşımla bu olayları sunması olsa gerek. Dizinin sadece olaylardan ibaret olmadığını, toplumun çok önemli yaralarına parmak bastığını da takipçileri biliyorlar elbette.

                Dizide dikkatimi çeken bir unsur, pek çok anne karakteri ve profilinin olması. Her biri ayrı, her biri ince işlenmiş bu karakterler, dizinin temel yapısını da oluşturuyor aslında. Dolayısıyla bu yazıda, Karagül’ün kadınlarını ve anneliklerini konuşacağız.

                Emine… Annelik deyince ilk akla gelen bir duygunun, FEDAKÂRLIĞIN ve SABRIN simgesi. Emine, ezilmiş, üzülmüş, kırılmış ve bir kanadı da fena halde kırık bir kadın. Kendini ifade etmek şöyle dursun, bazen söz söylemeye bile hakkı olmadığını düşünüp susuyor, bazen de tek bir cümle ile taşı gediğine koyuveriyor. Ama mazlum Emine, dedik ya bir kolu da kırık. Arkasında güveneceği kimsesi yok. Öte yandan, ne kadar güçsüz olursa olsun, güç vermek zorunda olduğu bir evlada sahip. Bu noktada bir anneni nasıl fedakâr ve sabırlı olabileceğini gösteriyor bize. Çünkü oğlu Asım engelli.Emine, kendini bırakmış, evladına eksiklerini hissettirmemeye çalışan, bunun için çırpınan bir anne.Sabırlı.Çok sabırlı zira Asım’a yediriyor içiriyor, onunla bir bebekle ilgilenir gibi ilgileniyor, üstelik babasının oğluna vermediği sevgiyi ve ilgiyi de üstlenmiş Emine kadın.Suskun Emine kadın, vazgeçilmiş bir kadın olmanın verdiği acı bir yandan, gidecek sığınacak yeri olmaması bir yandan, susturmuş Emine kadın yüreğini.Evin tüm işlerine koşturması da bu yüzden olsa gerek.Kendini oyalamak çabasında belki..Bir de anneliğine sığınmış adeta. Kendini evladına adamış. Onun için katlanıyor belki de, kim bilir..Ama fedakârlığıyla ve sabrıyla, anneliğin ne yüce olduğunu anlatıyor bizlere..

                Sibel…Bir annenin ÇARESİZLİĞİ daha nasıl anlatılabilirdi bilmiyorum..Sibel’in durumu açıklanamaz, anlaşılamaz şekilde öylesine zor ki…Mecburiyetler, çaresizlik, ya da pek çok koşulda bu durumda kalan ne çok kadın var..Kimse Sibel’e kızmasın. Düştüğü durum bir yana, istenmediği çok açıkça belli olan bir yerde, kendinden nefret edenlerle karşı karşıya, kendini ifade bile edemeden, susmak ve ağlamak, kaderine razı olmaya çalışmak bu olsa gerek..Elinde olsa kurtulurdu taşıdığı bebekten şüphesiz, ama öbür taraftan, ne kadar çaresiz bile olsa, içinde büyüyene kıyamıyor..Kendi canından korktuğundan değil asla, kıyamadığı günahtan oluşmuş bir günahsız aslında..İnsan düşününce aklı almıyor. Sevmediği bir adamdan, mecburiyetler karşısında yapılan bir hatanın bedelini çok ağır ödüyor Sibel. Kötü değil Sibel kadın, çaresiz sadece. Onun yaşadığını yaşamayanların bunu anlaması çok zor elbette..Ne gurur kalmış elinde, ne başka bir çare..Kimsenin düzenini bozma heveslisi değil, o sadece kardeşini kurtarmanın peşinde. Bu haliyle, ne kızabiliyoruz onu izlerken, ne kabulleniyoruz elbette..

                Özlem…EVLAT ACISI ne demek, bize en güzel şekliyle anlatıyor Özlem..Aslında Özlem, hamileliğine güvenip epey rüzgâr estiriyordu konakta, hatta bazen Özlem’e kızanlar bile olmuştur eminim. Oysa öyle çok ki böyle kadınlar etrafta..Görünüşte masum ama diliyle kendini ele veren, dereyi görmeden paçaları sıvayan ama bir kaşık suda boğulan, yine de vazgeçmeyen, başına gelenlerin acısını başkasından çıkarmaya çalışan..Sürekli birilerinin açığını arayan, her olaya burnunu sokan, sivri dilli, zehir bakışlı Özlem, tüm bunların bedelini evladını kaybederek öderken, şüphesiz ne kadar kızarsak kızalım çok ta üzdü bizi..Çünkü hiçbir anne, ya da anne adayı, içinde büyüyen ya da dünyaya getirdiği yavrusunu kaybetmek kadar büyük bir acı görmemiştir, görmeyecektir, Özlem’in evladını kaybetmesi ona daha büyük bir intikam hırsı aşılasa da, üzülmemek elde değil..Böyle kaybedişlerle hiçbir anne sınanmasın elbette..Henüz görmediği, koklamadığı bebeğini kaybetmenin acısını Özlem sayesinde çok iyi anlıyoruz, hissediyoruz.  Özlem’e de hak veriyoruz bir parça..Zira o da kocaman bir hüznün, kırık parçalarından bir tanesi. Bebeğine güvenen ve bu cesaretle yapmadığını bırakmayan Özlem kadın, bebeğini kaybettikten sonra şimdi de nikâhını kaybetmek korkusuyla karşı karşıya..Oda güçsüz aslında, onunda sığınacak kimsesi yok, ama en azından Emine gibi susmaktansa, başkaldırmayı tercih ediyor Özlem. Ve bu isyankâr hali ile bile gönüllerde kocaman bir yeri var..

                Narin…Hiç şüphesiz anneliğin SEVGİ kısmını anlatıyor bize Narin..Hani hep tartışılır ya, doğuran mı büyüten mi diye..İşte Narin bunu en güzel anlatan karakter..Anne olmak için doğurmaya gerek olmadığının en güzel ispatıdır Narin karakteri…Zira annelik, bir süre karnında taşımaktan ibaret değildir sadece..O işin fiziki kısmıdır, ama asıl olan ömür boyu sürecek sevgi faaliyetidir elbette. Bu noktada Narin, kesinlikle Baran’ı çok seviyor ve sahipleniyor. Zaman zaman Narin, verdiği tepkilerle, oğlunu sürekli kışkırtmasıyla sevimsiz olsa bile, evladını kaybetme korkusu ile tüm bunları yaptığını biliyoruz, anlıyoruz. Onun en büyük korkusu Baran’ı kaybetmek. Son zamanlarda Baran’ın diğer kardeşlerine yakınlaşması, onlara karşı eskisi kadar uzak olmaması da Narin’i geriyor ve tedirgin ediyor. Önce evlendiği eşi tarafından terk edilmek, sonra hiç çocuk sahibi olamayacağını öğrenmek..O tüm bunların altından Baran’a duyduğu sevgi ile kalkmayı başarmış. Baran’ı üzecek hiçbir şey olmasını istemiyor. Bir parça da onun büyüdüğünü kabullenemiyor. Zira bu durum Baran’ın üzerindeki otoritesini yavaştan sarsıyor. Ama asıl olayın özü, Baran’ı kaybetme korkusu olsa gerek..Ve tabii ki bunun sebebi de evladına duyduğu sonsuz sevgi..O Baran’ı doğurarak değil severek anne olmuş çünkü..

                Ebru…Onun anneliği deyince akla ilk olarak CESARET geliyor. FEDAKÂRLIK duygusu da var Ebru’nun anneliğinde şüphesiz. Ama her şeye sıfırdan başlayan bir kadın olarak, kendini kabul ettirme çabasında iken ve kimi zaman yorulup pes etmeye yaklaşmışken, evlatları söz konusu oldu mu, çok güçlü bir kadın oluveriyor Ebru..Çünkü kendinden önce evlatlarını var etme çabası içerisinde, onlar için çekiyor her sıkıntıyı ve onların çektiği her sıkıntıya göğüs geriyor cesurca. Ebru çok cesur bir anne, beş parasız, her şeye sıfırdan başlayacak kadar cesur. Ona bu cesareti veren de üç çocuğu aslında. Onlar için güçlü, cesur olmak zorunda. Ama bunu bir zorunluluk olarak görmüyor, o zaten dimdik duran bir kadın. Zaman zaman cesareti kırılsa bile, bunu çok sık göstermiyor Ebru. Çünkü o kocaman bir çınar ağacı olmak derdinde, evlatlarını gölgesinde serinletmek üzere..Bunun için her türlü fedakârlığı da yapıyor elinden geldiğince. Hiç kabullenmeyeceği bir hayatı, kabullenmiş olmanın sıkıntısı bir yandan, aynı avluda kendine sürekli düşmanlık besleyen Narin bir yandan, bir kez koklayamadığı ve koparıldığı evladı ile hiç bilmeden aynı havayı soluması bir yandan, evlatları ile konak ahalisi arasında denge kurmaya çalışması bir yandan, Ebru bütün bunlara göğüs gererek çok büyük cesaret gösteriyor doğrusu. Bir gün Kadriye kadına, “anne” diyebilecek cesareti olabilecek mi bilmem, ama Ebru, kendi gücüne bunu yakıştıramıyor sanki..

                Ve şüphesiz tüm özellikleri kendinde toplayan Kadriye Ana..

                Onda ne yok ki..Evlat acısı mı istersiniz, sabır mı, cesaret mi, fedakârlık mı, çaresizlik mi,sevgi mi..Ölen ya da öldüğünü sandığı oğlunun acısı içinde gezinip dururken, kucak açtı Kadriye kadın ondan kalan emanetlere, yüreğinde kocaman bir sevgi demeti ile karşıladı onları..Yeri geldi herkesin ortasında oğlu Kendal’ı tokatlayacak cesarete sahip oldu, yeri geldi torununun açığını örtmek için kolundan bileziğini çıkarıp verecek kadar fedakâr…Sibel karşısında çaresiz, Asım karşısında merhametli, Rüzgâr karşısında sevgi dolu bir kadın oldu…Açıkları kapatan, ayıpları örten Kadriye Kadın, bazen öğretmen oldu hepimiz için söyledikleriyle, bazen güç verdi Ebru’ya tavsiyeleriyle..Kimi zaman aileyi topladı bir sofranın başında, kimi zaman üzmemek için göstermedi gözyaşlarını büyük bir olgunlukla..Özlem’e sabretti, Emine’ye üzüldü, Kendal’a sinirlendi, ama hep affetti..Herkese aynı mesafede, herkese eşit ve adaletli idi..Haklı kimse onun yanında durmayı bildi, yeri geldi mi herkesin hakkını avucuna vermeyi de..Sevgi ve şefkatte olduğu kadar, öfkede de başarılıydı. Otoritesini koruduğu kadar, yumuşacıktı..Onu Kadriye ana yapan, yüreğimize işleyen kelimelerin sahibiydi, ana olmak, yüreğini ortaya koymak demekti zaten..Ve bu anlamda Kadriye ana, tam anlamıyla anaydı…

                Fedakârlık, sabır, çaresizlik,evlat acısı, sevgi,cesaret…Sanki tüm Karagül kadınlarını toplayınca ortaya bir Kadriye Ana çıkıyor. Dizinin karakterlerinin ne kadar inceden inceye oluşturulduğu da anlaşılıyor böylece..Her biri ayrı bir noktadan çiziyor anneliğin çerçevesini ve çizgiler birleştirildiğinde bir bakıyorsunuz ki, kocaman bir dağ oluşmuş..İsmi de Kadriye konmuş…

                Öncelikle bu kadar derinlikli karakterleri yazan Sema Ergenekon ve Eylem Canpolat’ı yürekten kutluyor, sonrasında tüm bu duyguları yaşatan…Bu karakterleri bizlerle tanıştıran ve yaşatan..

                Kadriye ana karakteri ile Şerif Sezer’e
                Ebru karakteri ile Ece Uslu’ya
                Narin karakteri ile Özlem Conker’e
                Özlem karakteri ile Hilal Altınbilek’e
                Emine karakteri ile Hülya Duyar’a
                Sibel karakteri ile Ebru O.Şahin’e

                Yürekten teşekkürler ve sevgiler gönderiyorum..Şahanesiniz..

                Siyah İnci’den Sevgiyle..
                www.twitter.com/blackpearl42




17 Aralık 2013 Salı

Bir izleyicinin feryadı !!!

Bu yazı ciddiye alınmayacak biliyorum !

Bir şeyler değişmeyecek farkındayım !

En azından içimi dökeyim rahatlayayım..

Zira bu bir zulüm…Bu zulme ve haksızlığa ne zaman, nerede dur denecek bilmiyorum ama bir gün bu durum sona ererse, ben de zamanında bu konuya ucundan kıyısından el atmıştım diyerek sevineceğim…

Dizi süreleri…Zulmün adı bu..

Dizileri seyrederdim eskiden, sonra gördüğüm güzellikleri, beğendiklerimi, beğenmediklerimi yazayım dedim..İnsanlar okurken keyif alsın, izledikleri dizilere bir de benim baktığım pencereden baksın..

Çok sevildi yazdıklarım, nasıl güzel tepkiler, ne acımasız eleştiriler aldım…Ben de çok sevdim yazmayı, konuşmayı…Oysa dört sene sonra geldiğim noktada tükenmişlerin de tükenmişiyim artık ben !!

Her gün yeni bir dizi başlıyor, seyretmek takip etmek zaten imkansız tamamını..Yeni başlayanlara şöyle ucundan kıyısından bakıp, en azından izlemeyenlere bir ipucu sunayım derken. Bir de ne göreyim..Dizinin birinin ilk bölümü tam 2 saat 9 dakika…Bir diğeri 1 saat bilmem kaç dakika..Seyret seyredebilirsen. Yaz yazabilirsen..Bölümün sonuna gelince, başında ne seyrettiğini unutuyor insan..

 İnsaf kardeşim insaf !!

Bir sürü kalabalık karakter, isimler, olaylar hepsi birbirinin aynısı olmuş…Senaryoyu yazanlara da hak veriyor insan..Bir noktadan sonra motor yanıyor olmalı. Sinemaya gidiyorsunuz, bir film izliyorsunuz 1,5 yada 2 saat..Bir bölüm diziye denk…Adamların aylarca uğraştığı senaryoyu, bizim dizi senaryosu yazanlar, birkaç haftaya yada güne sığdırmaya çalışıyorlar. Hal böyle olunca da, birbirinin aynısı olaylar, insanlar ekranı işgal edip duruyor..Kim bilir, belki ben yayınlanan pek çok diziyi izlediğimdendir, bir bakmışım her şey aynı, olaylar benziyor, karakterler anımsatıyor. Hiçbir senaryo cazip gelmiyor..

Sonra bizim halkımız günlerce Meryem Uzerli’yi konuşuyor. Tükendi tükenmedi gitti gitmedi..Yazmıştım onunla ilgili bir yazı..İyi de bir tek Meryem Uzerli olsa iyi..Ne çok oyuncu var bu derde muhatap, ağızlarını açsalar zaten suç, konuşmaya, hak istemeye korkar olduk zira sanat adına..Konuşmasalar, kabullenmek zor..Kabullenseler, katlanmak..Saatlerce oynayan, tekrar yapan, ezberleyen, üşüyen, ıslanan, terleyen, ağlayan insanlar…Onları çeken kameralar, yönetmenler, ışıkçılar, sette çalışan pek çok insan..Günlerce, gecelerce ortaya koyulan kocaman emekler….Sonra üç beş kuruşluk reklamlara feda edilen diziler. Sonra bir anda aylarca emek vermiş insanlara vurulan kocaman bir tokat..Yayından kaldırıldı…Niye ??? Reytingi düşük…

Düşer tabii ki..Sen her bölümde iki saat dizi gösterirsen, bunu reklamlarla üç dört saate çıkarırsan, kim izler, kim vakit ayırır, ayırsa bile ne kadar dayanır ?

Öyle oyuncu hayranı bir insan değilim. Onun hayranı, öbürünün fan grubundan falan da değilim. Tamamen tarafsız izliyorum, oyunculuklara, hikayeye, kurguya, müziğe takmışım kafayı ben..Ama vicdanım bağırıyor bir yandan..Yazık bu kadar insanın emeğine…Sen bile yoruluyorsan oturduğun yerde izlerken, sıkılıp bunalıyorsan, bu işin içindeki insan ne yapsın…
Kusura bakmayın, hiç kimse, oyuncular çok yüksek paralar kazanıyorlar, bu memlekette asgari ücretle geçinenler var demesin..Biraz vicdanı olan demesin…Oturduğunuz yerde, sıcacık evlerinizde siz dizi izleyip, onların yüksek maaşlar aldığını konuşurken…

İşte tam o sırada…

O konuştuğunuz insanlar soğukta, yağmurda, karda çekim yapmaktalar, çalışmaktalar yani…
Onların işi bu diyebilirsiniz…

Haklısınız…İşleri bu ama bir farkla…Oyunculuk zor iş…Çok zor iş…

Saatlerce süren dizileri yetiştirme çabasıyla günlerce uykusuz kalan ve rahatsız ortamlarda çalışmak zorunda kalanları görünce biraz elimizi vicdanımıza koymalı diye düşünüyorum..

O dizilerde izlediğiniz muhteşem yalılar, şahane sofralar, pahalı kıyafetler sadece dekor…Onun gerisinde yorgun, bezgin ama yüreğini koyan bir sürü insan var…

Bu kadar uzun olunca bir bölümün süresi, ne yazanda, ne oynayanda ne de benim gibi izleyen gariban izleyici de sabır kalıyor..

Bu yazı ciddiye alınmayacak biliyorum !!

Ama söylüyorum…

Çözüm belli…Düşürün dizi sürelerini yarı yarıya…Ama bölüm sayısını artırmadan…Yoksa Umutsuz Ev Kadınları gibi, süreyi yarıya indirip, haftada iki bölüm yayınlamak değil bahsettiğim…

İnsanlar rahat rahat yazsınlar ve hayal güçlerini daha güzel çalıştırsınlar, daha özgün, daha farklı senaryolar yazılsın, oyuncularımız daha mutlu oynasınlar, insanlar dinlenebilsin, uyuyabilsin, kazandıkları para başkalarının diline dedikodu olmasın, izleyenler bunalmasın !!!

Vallahi yoruldum !!

İnsanların evlerinde TV karşısında geçirdiği saatler keyiften işkenceye döndü !!

Bu sezon son diyorum kendi kendime böyle giderse…Zira ben bile oturduğum yerde yetişemiyorsam, oyuncunun, yönetmenin, senaristin, teknik ekibin suçu ne !!! Ben oturup iki satır yazmaya yoruluyorsam, oyuncunun günahı ne… Öyle kıymetli oyuncularımız var ki…Bazıları ülkeyi terk etti, bazıları dizilerdeki bu gidişle baş edemeyince ekranı bırakıp tiyatroya ağırlık verdi, dedim ya bu ülkede sanat zor, sanatçılık daha zor, izleyici olmak bile zor…Kim kimi cezalandırıyor belli değil. Sadece çimenler eziliyor, filler yine tepişiyor hepsi o..

Kanal yöneticileri, bu işi organize edenler..Geldiğimiz noktayı siz düşünün…Vicdanınız vardır umarım !!

Bu sömürüye bir son verilsin artık !! Tüm yüreğimle bunu diliyorum. Çünkü ben memleketimin tiyatrocusunu, oyuncusunu, genç yeteneklerini kaliteli yapımlarda izleyerek mutlu olmak istiyorum..

Bunu çok görmeyin artık..

Emeğe saygı duyalım, sanata sahip çıkalım ! Kendi cebimizi doldurmak adına, başkalarının ruhlarını boşaltmayalım..Daha çok kazanmak uğruna, değerlerimizi kaybetmeyelim..

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42





Karadayı, yüzümüzü güldürdü, gözlerimizi ağlattı !!

 50 bölüm sonra nihayet yüzümüzü güldürdü Karadayı dün akşam..

Hoş ben güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Daha çok ağladım sanırım..Nasıl gerildiysek artık 50 bölüm boyunca..

Bölümün ilk başında malum Turgut Savcım yine kurtuldu kaçtı polisin elinden. Cidden bazen çok saçma sapan yazıyorlar. Türk Polisine de hakaret ettiler resmen. Yahu bu kadar mı beceriksiz artık bir polis..Silahı dayamış Turgut Savcıya, biz tam sevindik yakalanıyor diye, bir baktım ki, Turgut adamı tepelemiş, bir de kıyafetlerini giymiş, neyse ki bedenleri tutuyor, cuk diye oturmuş üniforma üstüne maşallah..Yine kurtuldu yine kaçtı onca polisin arasından..Nasıl operasyon, nasıl kuşatma anlamadım gitti.

Turgut Savcım yakalanmıyor bir türlü ama Feride babasına yakalandı izleyenler hatırlar..Hem de Mahir ile sarmaş dolaş. Adamın yüreğine inecek dedim, cidden indi vallahi..Ben Mehmet Saim beyden çok daha büyük bir tepki beklerdim doğrusu, o gitti hastalık numarasına yatıp bir an önce düğün beklediğini söyledi. Koskocaman kaçakçılık mafyasını yönet, sonra gel kızına böyle uyduruk bir hikaye ile evlilik baskısı yap. Hiç yakıştıramadım doğrusu..

Evlilik demişken, bizim gariban aşıklar, Yasin ile Songül de Mahir’in hışmına uğradı hatırlarsanız. Hayır, da, Mahir kardeşim Yasin’den iyisini mi bulacaksın o devirde..Neyine karşı çıkıyorsun anlamadım ki ben..Songül okumayacağım demiyor, üstelik Yasin de niyeti ciddi ki vermiş o yüzüğü. Bunlar Ayten ile Necdet gibi saçma sapan bir evlilik derdinde de değiller. (Ayten ile Necdet konusuna birazdan geleceğim)..Tamam kızabilirsin bir ağabey olarak, senden saklamaları da doğru değil, ama bir dinle be kardeşim, bir savunma al..Sen ki suçsuz babanı kurtarmak için aylardır koşturuyorsun, ama iki aşığı dinlemekten acizsin..Hak hukuk ararken, haksızlık yapmak yakışmadı sana Mahir..Gerçi dün akşamki bölümde biraz yumuşamıştı sanki. Ama ilk başlarda düşmanı iken, sonra kendisi ile omuz omuza kötülerle savaşan Yasin Komiser, öyle bir anda kardeşlikten silinmeyi hak etmedi benden söylemesi. Ben Yasin ile Songül aşkını çok severek izliyorum. Songül zaten çok tertemiz, Yasin ise onca kötülüğün arasında kalbinde pırıl pırıl bir yer bırakmış seveceği kadın için. Birbirlerini bulmaları, tanımaları, anlamaları, ne kadar zorlu bir süreçten geçti. Ne ayrılabildiler, ne vazgeçebildiler, ne bir araya gelebildiler. Birbirlerini hiç göremeseler, konuşamasalar bile tek bir yüzük ile bağlandılar. Bu kadarı bile saygıyı hak ediyor benden söylemesi..

Necdet…Ah Necdet..Adam hırs dedin mi ilk akla gelen isim..Öfkeli, kötü, hırslı ama kalbinin bir yerlerinde de güzel duygular beslemeyi biliyor Necdet..Ama ne fayda. O hırs insanı koskoca yalılardan, eşinin evine iç güveysi yapıverdi en sonunda. Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Ayten ile Necdet aslında dizinin başından beri birbirlerine tencere ile kapak kadar uygunlardı. Ama ilerleyen bölümlerde Necdet, kötü duruşuna bir de karizma yerleştirince, sanki Ayten kızımıza birkaç gömlek büyük geldi. Yine de aşkının peşinde koşup kendine eş yaptı. Bu noktada adamlığını da göstermiş oldu..Ayten ise aslında biraz da sığınmak istedi Necdet’e. Mahir’i kaybettikten ve aileden uzaklaştıktan sonra, kanatlarının altına sığınacağı biri gibi gördü Necdet’i. Sever mi sevmez mi bilinmez, ama Necdet kardeşime de yazık doğrusu...Zira Necdet, Ayten’e sahip çıkmasıyla, onu başının tacı yapmasıyla delikanlılığın nasıl olacağını gösterdi cümle aleme..Sırf bu yüzden bile bir parça mutlu olmayı, güzellikler yaşamayı hak etti bence..

Güzellik görene, sevmeyi bilene..Tabi doğru zamanda doğru kişiyi sevmek şartıyla..Haydi buyurun bakalım Orhan kardeşime. Adamın sanki başında hiç bela yokmuş gibi, şimdi bir de başına Yılan Merdan’ı saracak. Ailene bir faydan yok, kendine hiç faydan yok..Olacak gibi de görünmüyor..Yahu ne cesaret sen Merdan’ın kadınına göz koyuyorsun, aşık oluyorsun, kendi çapında oyunlar çeviriyorsun, yok dışarı çıkmalar, gizli buluşmalar, liseli aşık pozları falan..Merdan bunu anlamayacak mı acaba. Ben merakla Merdan’ın Orhan kardeşime yapacaklarını bekliyorum doğrusu.. Bakalım kadınına göz koyduğunu fark edince Merdan’ın Orhan için nasıl bir planı olacak.

Yarabbi ya, Bülent abimize ne demeli peki..Sanki sen dört dörtlük bir eş oldun İlknur bacımıza. Kalkmış şimdi ukala ukala tavırlar, yok Nazif’i görmemeler..Nazif’in akşam bir cümlesi vardı ki yüreğime taş gibi oturdu..”Dedem bana Baba olur” dedi o küçücük yüreğinden hiç beklenmeyecek bir büyüklük ile..Bu arada bu sezonun en iyi çocuk oyuncularından biri olan, küçük Nazif’i oynayan Atabek Mutlu’yu da yanaklarından, gözlerinden minicik ellerinden öpüyorum doğrusu..

Tam bunlar yaşanırken, öbür tarafta Mahir, Turgut savcıyı yakaladı amma velakin silah ta alnına dayandı kaldı..İyi ki de yakaladı. Elinden bir kez daha kaçırırsa ayıp artık. Ben Turgut Savcıyı da anlamıyorum. Kardeşim artık suçlu olduğun meydanda, neyine kaçıyorsun, rezillik çekiyorsun viranelerde. Teslim ol, git bir koğuşta ağa ol bundan iyi..

Tüm bunları son sahnede izledik dün akşam. Cidden dizi beni son zamanlarda çok germişti, hatta sıkılmıştım bile sürekli kötülerin kazanmasından, hiç iyi bir gelişme olmamasından..Ama dün akşamki bölüm “al bakalım,sevin sevinebildiğin kadar” dercesine güzel bir bölümdü. Özellikle Mahkeme sahnesi beni benden aldı canlarım.. Nazif baba beraat etti..Hakime hanım, sesinin titremesine engel olamadı. Yüreğindeki sevinç ve heyecan taşmıştı adeta..Çok şahaneydi Bergüzar Korel o sahnede, hakkını yemeyelim..Onun o sesindeki titreyiş, Nazif babanın gözlerindeki bakış, Safiye kadının gözyaşları derken, kendimi bir anda mahkeme salonunda onlarla beraber ağlarken buluverdim..

Ve fakat artık bu kadar ağlama yeter. Haftaya Turgut kardeşim yine kaçmayı başarmaz ise, ben Nazif babadan şöyle büyük bir kutlama yapmasını bekliyorum doğrusu, ağlayanlar gülsün, ayrılanlar kavuşsun, Yasin ile Songül nişanlansın, Ayten Necdet’e sırılsıklam aşık olsun, Mahir ile Feride evlensin, İlknur ile kocası barışmasın, hatta mümkünse hiç görüşmesinler, Nazif baba Küçük Nazif’e de baba olur nasıl olsa (bölümün en baba sahnelerinden biriydi zira Küçük Nazif’in bu cümlesi)..Her şey böylece toz pembe olsun diye hayal etmekteyim ama…
Nazif baba serbest kalırken, Mahir Turgut’u vurup içeri girmesin ne olursunuz…Bir 50 bölüm daha bununla uğraşılmaz…

Karadayı, yüzümüzü güldüren bir bölümle karşımızda iken, tüm bunları yazan biri olmanın dışında, herhangi bir izleyici olarak, bir nebze yüzümüzü güldürdükleri için teşekkürler efendim…



Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42


30 Kasım 2013 Cumartesi

Kaçak'tan aldığınız keyif hiç kaçmayacak !!!

Bazı diziler var…Seyrederken, konuya bile odaklanamadığım..

Bazıları ise izleyicisini alıp çok başka dünyalara götürebiliyor…Bir elin parmakları kadar bu tarz diziler..

Kaçak bunlardan biri…Özellikle bu haftayı seyrettikten sonra kendi kendime “Adamlar yapmış abi” dedim…Çok müthiş bir keyif aldım izlerken..İçimdeki şeytan, illaki de takılacak ufak tefek detaylar buldu..Ama genel olarak dizinin kalitesinin çok sağlam bir çizgide yürüdüğünü kabul etmek gerekir..

                Ertan kardeşimin, kelimenin tam anlamı ile kendi kazdığı mezara düşmesi şüphesiz ki, beni zevkten dört köşe etti..Bu noktada Berk Hakman için söylemem gereken iki cümle var..Suskunlar’ın psikopat Gurur komiserinden sonra, Kaçak dizisinde de pek normal olmayan bir karakterde izliyoruz onu..Cidden ayrı bir havası ve karizması var, çekiciliği inkâr edilemez. Üstelik fazlasıyla iyi oynuyor. Ama çoğu zaman bana Gurur Komser’i anımsatıyor. Umarım bir sonraki projesinde bu karakterden sıyrılıp bambaşka bir karakterde izleme şansı elde ederiz. Üzerine yapışıp kalmaz ise bu tarz roller, iyi olur diye düşünüyorum.

                Ben bu tarz dizilerdeki ince espri anlayışını çok seviyorum. Senaristin kaleminin ne kadar güçlü olduğu da böyle zamanlarda daha iyi ortaya çıkıyor. Sen kalk, Koskoca Topçuoğlu’nun eli silahlı damadını çiçek gibi toprağa ek..Sağlam sahneydi doğrusu. İyi de, Ertan kardeşim, sen niye silahını belinden çıkarıyorsun. Haydi çıkardın, ağırlık etmesin diye, niye gözünün önüne koymuyor da arkanı dönüyorsun silaha..Bu kadar profesyonel bir mafyaya, bu kadar acemice bir hata yakışmadı doğrusu. İşte sonunda çiçek gibi ekerler, yanına da cep telefonunu hediye ederler..Seninde tüm karizmanı yerle bir ederler..

                Dizideki en favori karakterlerimden biri Dadaylı elbette. Onun böyle kaba saba halleri, her an savaşmaya hazır heyecanı falan çok sevimli..Amma velâkin, Dadaylı’nın öyle tek başına kafasına göre bir çuval parayı sırtına yükleyip, araba almaya gitmesi oldu mu? Tamam, konumuz olan para, öyle böyle bir para değil, harcadığı devede kulak..Ama yine de Dadaylı az sorumsuz davrandı gibi geldi bana..Bu arada Doktor, Dadaylı ve Serhat üçlüsünün, birbirine çok zıt olup, bir aradayken müthiş uyumlu işler çıkarmaları da dizinin en iştah açıcı kısmı olsa gerek. Bazen kendi aralarındaki atışmaları, Behzat Ç.’nin efsane üçlüsü Harun-Hayalet-Akbaba muhabbetini anımsatsa da, karakterlerin hakkını vermişler Allah için..Serhat ve ekibi cidden şahaneler..Bu noktada haklarını yiyemem..

                Dizide en çok beni huzursuzlandıran kısmı ise Özlem Yılmaz’ın hayli geri plana atılmış olması. Serhat ile sancılı ilişkilerinin, hikâyenin asıl çıkış noktası iken, kurgu sanki biraz mafyaya açılan savaşa döndü. Nurgül geride kaldı..Dizi kaç sezon tasarlandı bilmiyorum ama bu sezonu böyle geçirdikten sonra, ikinci sezona kısırlaşabilir diye düşünüyorum. Dolayısıyla Serhat ile Nurgül’ün ilişkilerinin bir basamak daha öne alınması, hatta Serhat’ın intikam listesine, Nurgül için pek güzel şeyler düşünmediğini tahmin ettiğim Ertan kardeşimin kötü amaçları da eklenirse, dizinin zaten hareketli giden hikâyesi daha bir keyifli olur gibi geldi. Zira dizide kim kimden neyin intikamını alacak, iyice karışıyor gün geçtikçe. Araya ufaktan ufaktan sevgi, aşk muhabbeti de eklenirse, tamamen mafya savaşı görüntüsünden kurtulacaktır diye düşünüyorum. Ancak Allah aşkına, o bakkal mıdır, bakkal çırağı mıdır, Nurgül için böyle bir aşk , evlilik hikayesi falan çok  gereksiz görünüyor. Hele hele Serhat gibi bir adamla evlendikten sonra, Nurgül kızımızın böyle bir adama layık görülmesi de hiç hoş değil benden söylemesi..

                Gelelim bu haftanın en keyifli sahnelerine…Serhat’ın hayran bırakan cesareti karşısında ne yapacağını şaşıran Topçuoğlu ailesi, Burak kardeşimi gözden ırak bir yere saklamayı akıl etti. Öncelikle o şemsiye sahnesini yürekten alkışlıyorum. Cidden hayran kaldım. Burak kardeşimin evden çıkarılışı, üç adet aynı plakalı araca bindirilişi, üç aracında üç ayrı yola gidişi, cidden yazana, çekene, oynayana helal olsun dedirtti..Çok sıra dışı bir sahne olmuş gerçekten.  Ama koskoca Topçuoğlu’nun üç adama karşı adeta kocaman bir ordu toplaması da komik olmuş. Hele hele Burak kardeşimi, üç adamdan saklamak için kurulan düzene epey güldüm. İşin daha eğlenceli yanı, kurulan bunca düzen, onca koruma, her biri silahlı bir yığın adamı, Serhat ile Dadaylı alt etmesi oldu. Şimdi şöyle durup düşününce, çok saçma geliyor kulağa değil mi? İki adam bir orduyu alt etsin, ne saçma…Ama öyle bir kurgu, çekim kalitesi, aksiyon vardı ki, ağzım açık izledim..Hata kusur falan da aramadım, oturdum keyfini çıkardım…Volkan Kocatürk ve ekibi cidden iyi iş çıkarıyorlar..Işıktan, sese, görüntüden çekim açılarına kadar her biri kusursuz. Üstüne oyunculukta eklenince diyecek söz kalmıyor doğrusu..Üstelik, Serhat ile Dadaylı’nın Burak kardeşimi ele geçirmek için canları çıkmışken, ağacın arkasında oturan Nazmi’nin hiçbir sıkıntıya düşmeden Burak kardeşimi yakalamasına ne demeli…Biraz önce bahsettiğim o müthiş espri anlayışı tekrar devreye giriyor bu sahnede ve ben o gerilimli aksiyon sahnelerinden sonra, Serhat ile Dadaylı’nın çektiği sıkıntılara gülerken buluyorum kendimi..

Bu arada, koskoca Topçuoğlu malikânesinde , neden sadece İsmet Ali’nin odasında PC var? Neden bütün işleri, o bilgisayarın başında toplanıp halletmeye çalışıyorlar..Küçük bir soru..

Gelelim bu haftanın ikinci şahane sahnesine. Sokak çocukları için yapılan geceye, Serhat ve ekibinin bir alay sokak çocuğunu getirmesi, aynı zamanda çok çok sağlam bir sosyal mesaj da oldu doğrusu. Sokak çocukları için yapılan bir gecede, süslenip püslenip endam eden yüksek mevkili insanların, sözde yardım ettikleri çocukları görünce, adeta şeytan görmüş gibi korkup kaçmaları, sözde yardım yapmayı bilen ama yardım ettiği insanın koşullarını uzaktan seyretmeyi tercih edenlere de sağlam kapak oldu..Yürekten alkışlıyorum..

Ertan kardeşimin sonunu hazırlayan, son sahnede yine çok keyif aldım. Muhtemelen Serhat, sadece oğlunun intikamını değil, kaybettiği aşkının da intikamını almaya niyetli gibi geldi bana..Yürü be Serhat, kim tutar seni diyorum ve Kaçak dizisinin tüm ekibine, bu kadar güzel bir iş çıkardıkları için yürekten tebriklerimi sunuyorum..

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42



20 Kasım 2013 Çarşamba

Bugünün Saraylısı üstüne birkaç kelam..



ATV’nin yeni dizisi Bugünün Saraylısı için başladığı ilk hafta yazmak nasip olmadı. Aslında şimdilerde yeni dizileri hemen yazmıyorum. İlk bölümden belli olmuyor çünkü bazen..Ama bazı diziler de hemen ilk bölümden kendini gösteriveriyor.

Bugünün Saraylısı tanıtımlarını izlerken oyuncu kadrosu ile dikkatimi çekmişti. Ama ne yalan söyleyeyim, dizinin ilk iki bölümünü izledikten sonra, beni çok heyecanlandırmadığını fark ettim.

Dizimiz yine kitaptan uyarlama. Okumadım ben Bugünün Saraylısı kitabını. Aman iyi ki de okumadım zira kitaptan uyarlama diziler konusunda çok başarılı değiliz. Senaryonun başı ile sonu arasında dağlar kadar fark oluyor malum. Değil kitabı okuyanlar, yazarı bile kendi romanını tanıyamaz hale gelebiliyor. Dolayısıyla hikâye benim için yeni diyebilirim.

Benim için yeni ama bilindik ve klasik bir külkedisi hikâyesi aslında Bugünün Saraylısı. Başrollerde Selçuk Yöntem, Nazan Kesal, Serhat Teoman, Ali Ersan Duru gibi oyuncular var..
Mesela Selçuk Yöntem…Ben yıllardır tüm dizilerde bir İstanbul Beyefendisi olarak izliyorum Selçuk Yöntem’i. Oysa öyle bir oyunculuk gücü olan Selçuk Yöntem’i çok daha farklı ve iddialı karakterlerde izlemek isterdim. Bugünün Saraylısında yine aynı tarz bir karakterde karşımızda. Bana çok ilginç gelmedi o yüzden.

Kayıp Şehir’in Meryem annesi Nazan Kesal, hırslı, gururlu Üftade rolünde..Aşk ve Ceza dizisinden beri takip ettiğim Nazan Kesal, mesela bu dizide diğerlerinden çok farklı bir karakterle karşıma çıktı. Ne yalan söyleyeyim, tam da üzerine oturtmuş karakterini, hakkını yemeyelim. ..Oyunculuğuna Kayıp Şehir’de hayran olduğum sevgili Kesal, dizinin iddialı karakterlerinden biri..

Yine Kayıp Şehir’de izlediğimiz Cansu Tosun, dizimizin ana kahramanı Ayşen karakterinde bu defa..Tam bir taşralı, Anadolu kızı..Bir o kadar da saf ve temiz. Utanıyor ama neden utandığını bile bilmiyor. O kadar saf diyeyim ben size..Yazının başında da dedim ya, külkedimiz Ayşen. Anadolu’dan İstanbul’a jet hızıyla gelen ve bir o kadar hızla tek başına kalan Ayşen’in o ürkek kedi misali halleri bana fazla demode geldi..O da bir önceki karakterinden farklı değil. Aşağı yukarı aynı karakter..Belki o yüzden bana cazip gelmedi..

Dizinin iki yakışıklısı Serhat Teoman ile Ali Ersan Duru ise muhtemelen Ayşen ile kurulacak aşk üçgeninin iki kenarı olsa gerek..Esasen diziye ikisi fazla gelmiş benden söylemesi..Serhat Teoman tamam çok yakışıklı, bakmalara doyum olmuyor, dizide çok zengin bir mücevher üreticisi karakterinde çok başarılı, diğeri ise karizmatik Doktor Fatih rolünde..İkisini de severim, beğenirim, takdir ederim. İlk bölümlerden kaynaklanan bir yabancılık söz konusu olsa da, ilerleyen bölümlerde çok daha sağlam oyunculuklar çıkaracaklarını biliyorum.

Gelelim dizinin konusuna ve benim gözüme takılanlara..

 Selçuk Yöntem yani dizideki adıyla Ata Bey, işleri bozulunca yalısını satıyor. Yalıyı da Ata beyin eski kâhyası Yaşar Bey alıyor. Yaşar bey, kızı Ayşen ile yalıya taşınır taşınmaz kalp krizinden ölüyor ve ölürken de Ata bey’e Ayşen’in aslında kendi kızı değil, Ata beyin kızı olduğunu söylüyor..Olaylar da böyle başlıyor.

 Şimdi Ata beyin işleri niye bozuldu orası meçhul. O yalıyı nasıl satmaya kıydı o daha da meçhul tabii ki…Hadi yalıyı satıyorlar diyelim, eski bir kâhyanın koskoca yalıyı alması görülmüş şey değil doğrusu..Kâhya Yaşar, o kadar parayı nereden buldu diye düşünüyor insan. Hoş, ikinci bölümde bunun cevabı da veriliyor. Meğer bizim Kâhya Yaşar, müteahhit olmuş. Hem de ne müteahhit..Yaşadığı şehri neredeyse yıkmış, yeniden yapıyor, inşaat inşaat üstüne..Müteahhitlikte öyle kolay iş değil bildiğim kadarıyla, sadece tecrübe değil para da ister. Kâhyamızın o parayı nereden bulduğu da meçhul elbette. Ayrıca bu kadar zengin bir hayat süren Ayşen’in besleme hayatı da nedir lütfen..O kadar zengin olacaksın, babana çayı kendin yapacaksın. Gülerler adama kimse kusura bakmasın. 

Ayşen yalıya taşınıp ta, babası ölüverince, koskocaman yalıda tek başına kalıverdi. Pardon, tamamen yalnız sayılmaz. Bir de küçük kedisi var. İyi de, kocaman yalının kocaman bahçesi dururken, kediyi kapının önünde beslemek nedir anlayan var mı? Sanırım Fatih ile tanışması için ortam yaratma çabası olsa gerek ama komik olmuş doğrusu. Ayrıca o düşen bilezik numarası da çok eskimedi mi? Hiç mi başka tanışma yolları kalmadı artık günümüzde…Daha şık numaralar bulunabilir diye düşünüyorum..Neyse kızımız Ayşen, bir anda babasının servetine tek başına sahip oldu. Oldu da ne oldu…Demez mi, ben ev işini seviyorum yalıya yardımcı almama gerek yok. Cidden kahkahalarla güldüm artık, yahu koskoca yalıyı tek başına nasıl temizleyeceksin. Biraz gerçekçi olalım, gerçekçi hikâyeler yazalım. Hiç kimse, o kadar parası pulu varken, o kadar kocaman evi temizlemekle uğraşmaz, benden söylemesi..Çok saçma geldi bana o sahne dolayısıyla..

Dizide muhtemelen epey karışık aşk ilişkileri yaşanacağa benziyor. Yakında kim kime âşık, kim kimin peşinde takip edemeyebilirsiniz onu da ekleyeyim..

Diziyi seyrettikçe kafama sorular dolmaya başladı elbette her zamanki gibi…Mesela…
Kocaman sedef kakmalı kutuyu küçücük çekmecelerin içinde aramak neyin nesidir Ayşen kızım?

O şahane yalıların kapısının önünde çöp tenekesi yakışık almış mıdır ?

Doktor kardeşim Fatih, bir hastasını kaybetti diye doktorluğu niye bırakmıştır? Doktorluk, öyle hemen bırakılır mı bir hasta kaybedince? Bu kadar basit midir onca yılın emeğini çöpe atmak?

Kâhya Yaşar’ın Kayseri’deki inşaat imparatorluğunu kim takip edecek, idare edecektir?

Ayşen kızımız ile Savaş kardeşimin yalıları yan yana anladık ve fakat iki yalının bahçesi arasında neden kapı vardır? Savaş canı çekince, kapıyı açıp gelsin Ayşen’i öpsün diye mi?

Sözün özü canlarım, Bugünün Saraylısı, eğer Cumartesi günü seyredecek başka bir diziniz yok ise, vakit geçirmek için izlenebilir. Kaldı ki, Cumartesi akşamı karşısında Adını Kalbime Yazdım, Fatih Harbiye gibi güçlü rakipleri varken, Bugünün Saraylısı’nın işi biraz zor görünüyor. Emeklerine, yüreklerine sağlık elbette. Her işe harcanan bir emek var ve bu noktada bize düşen de yolu açık olsun demek kuşkusuz…

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42

11 Kasım 2013 Pazartesi

Huzur Sokağı, huzur bırakmadı...


                Geçen sezon başladı Huzur Sokağı..Ben ilk kez yazıyorum. Aslında bu yazıyı daha yazmaya başlarken de, çok tepki alacağımı biliyorum. Ve fakat beni sürekli takip eden okuyucularım bilir ki, ben yazılarımda, izlerken hissettiklerimi, gözüme gönlüme takılanları yazarım. Kimseyi aşağılamak, küçümsemek gibi bir amacım asla olmadı olamaz da..Beğendiklerimi, beğenmediklerimi tarafsız bir gözle yazmaya çalışırım.

                Geçen sezon birkaç yorum yaptım Huzur Sokağı için..Çok garip tepkiler aldım her iki çevreden de..Dolayısıyla geçen sezon hiç hakkında konuşmadım Huzur Sokağı’nın..Bu sezon ise fikrimi değiştirdim. Her türlü olumlu ya da olumsuz tepkiye hazırım ne yalan söyleyeyim. Sonuçta bunlar benim hissettiklerim…

                Öncelikle Huzur Sokağı’nın bugüne kadar izlediğim, romandan uyarlanan en kötü senaryo olduğunu söylemek isterim. Ben Huzur Sokağı kitabını üç kez okudum , iki kez geçmişte, bir kez de geçen sezon dizi başlayınca şöyle bir göz attım..Zira kendimden şüpheye düştüm, ben unuttum galiba dedim kendi kendime ama yok..İsminden başka, isimlerden başka bir benzerliği yoktu..Evet, birkaç karakter kitaptakine benziyordu ve fakat hikâye öylesine farklı idi ki, ben açıkçası geçen sezon, kitaptaki hikâyeden aldığım keyfi alamadım. Geçen sezon öyle gereksiz karakterler, gereksiz olaylarla asıl hikâye uzatıldı ki, dizinin ilk yayınlandığı günün heyecanı ve keyfi ne yazık ki, bitti..

                Hal böyle olunca, benim gözüme her şey takılır oldu dizide..

                Aslında dizinin oyuncu kadrosunda çok iyi oyuncular var..Bir Güven Hokna, her zamanki gibi şahane mesela..Kutsi, Bilal karakteri için biçilmiş kaftan..Nilgün Kasapbaşoğlu, bayıla bayıla izlediğim bir oyuncu..Yeşim Salkım deseniz, bir kadının her şeyi mi güzel olur..Sesi, kendisi ve de oyunculuğu..Fatma Karanfil ise, Feyza’nın dadısı rolünde şahane...Sinem Öztürk mesela…Şükran karakterini başka kim oynardı acaba bu kadar güzel..Sinem Öztürk, kapanmış hali ile çok daha güzel onu da dip not düşelim..

                Bu kadar iyi oyuncu arasına sen kalk Selin Demiratar’ı Feyza karakteri ile oynat..Dizinin ilk bölümünden 45.bölümüne kadar çok kötü bir oyunculuk sergiledi, böyle de gidecek besbelli..Tek kelime ile berbat kimse kusura bakmasın..Suratında ifade yok, duygu yok, gözlerindeki birkaç damla yaşta muhtemelen gözyaşı ilacı sayesinde oluşuyor..Hayatımda bu kadar dizi izledim,böyle kötü oyuncu görmedim..Bana göre Kutsi’nin karşısında onu oynatmak çok büyük bir hatadır zaten..

                Kutsi’nin de dublaj yaptırması ayrı konu tabii ki..Geçenlerde bir yazımda daha söz etmiştim. Dünyanın en berbat ses tonuna bile sahip olsa bir insan, kendi sesiyle oynamalı. Bu noktada, Kutsi’nin de inandırıcılığı yok olup gidiyor. Örneğin Fatih Harbiye dizisindeki Macit ile Neriman aşkı, ya da Kayıp dizisindeki Mehmet ile Özlem arasındaki elektriği izleyenler beni daha iyi anlayacaklardır. Feyza ile Bilal arasında o çok büyük olan aşk, nedense beni hiç heyecanlandırmıyor. Çünkü o duyguyu veremiyorlar ekrandan..

                Dizideki en önemli nokta, tesettürlü genç kızlarımıza çeşit çeşit modeller sunmaları. Öyle ya, kreşte çalışan Şükran kızımız, bir giydiğini bir daha giymiyor. Çeşit çeşit pardösüler, kabanlar, şallar, ayakkabılar. Bir tesettür şıklığı almış başını gidiyor. Ama kreşte çalışan Şükran kızımızın bu parayı nereden bulduğu muallâk. Zira Şükran’ın pek işe gittiği yok. Benim aklıma geliyor, onun aklına gelmiyor işe gitmek. Üstüne bir de sürekli kötülük düşünen annesi Saadet hanımı da eklersek, iş iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor doğrusu. Dindar bir kadın, bu kadar dedikoducu, kırıcı, kötü kalpli olabilir mi acaba ? Günahı senaryoyu yazanın boynuna !

                  Şükran'ın modern örtünme şekli de dikkat çekici. Son zamanlarda tesettür modası, trend tesettür diye çıkan akımları pek takip edemesem de, Şükran'ın giyim kuşam tarzının bu modayı yansıttığı görünmekte. Ne derece uygundur değildir, pek anlamasam da, fazlasıyla modern olduğu kesin...

                Dedik ya başında, dizinin kitapla alakası yok diye…Bilal’in daldan dala konan, açık saçık kız kardeşi mesela. Gerçekçi olalım, Bilal kadar muhafazakâr bir erkeğin, o tarz rahat bir kardeşi olması imkânsız. Hoş, Bilal kitapta bahsedilen kadar muhafazakâr değil, onu da epey ılımlı Müslüman yapmışlar ayrı konu. Öyle ya 45 haftadır toplasan 10 vakit namaz kılmadı Bilal kardeşim. Hele hele Bilal çizgisindeki insanların, Feyza tarzındaki kızlar ile pek muhatap olmadıklarını cümle âlem biliyor şimdi kimse kusura bakmasın. Hele hele Feyza’nın peşinden koşması, diz çöküp gözyaşları ile yalvarmaları falan da Bilal karakterinin tüm karizmasını yerle bir edip itici bir hale getirdi diye düşünüyorum.  

                Yeşim Salkım’ın oynadığı Emel karakteri..Bu kadar entrikaya ne gerek vardı. Emel karakteri, Feyza’nın neden üvey annesi oldu. Besbelli, hikâyeyi dallandırıp budaklandırmak için olsa gerek. Şahsen, Emel’in Feyza’nın kendi annesini oynaması çok daha mantıklı ve şık olurdu. Hiç olmazsa yıllar sonra ölmüş anneyi mezardan çıkarıp hortlatmak gibi bir saçmalık izlememiş olurduk. Bu noktada Yeşim Salkım gibi bir oyuncunun da, oradan oraya sürüklenen Emel karakteri ile harcandığını düşünüyorum. Geçen bölümde onu saçları toplanmış, kırmızı rujuyla görünce içim gitti. Keşke dedim kendi kendime, şu dizi yerine şöyle Muhteşem Yüzyıl’da bir sultan olarak falan izleseymişiz çok daha isabetli olurmuş.

                Güven Hokna’nın oynadığı Saadet karakteri de, biraz yukarıda belirttiğim gibi, dindar ve mümin kadın tipine pek uymuyor. Bu kadar kindar, öfkeli, kötülük düşünen ve kavgacı bir kadın karakteri çok itici. Her an isyan eden, kavga eden bir kadın tipini Güven Hokna elbette ki şahane oynuyor, ama genel konsept içinde bu karakter fazlasıyla rahatsız ediyor.

                Bu sezon özellikle dikkatimi çeken başka bir husus ta, dizideki başı örtülü tüm kadınların, şal kullanması oldu. Sanırım yeni bir şal sponsorları var..Genci yaşlısı hepsinde rengârenk şallar, aynı örtüş tarzı. Hadi gençler neyse de, orta yaşlı ve yaşlı hatunlarımızın şal bağlamaları da çok abes olmuş benden söylemesi. Dizinin aslında dindar ve kapalı kesime hitap eden yapısı sebebiyle, üç beş eşarp firması ile anlaşıp bol bol reklam şansı varken, işi sadece Şükran’ın kıyafetleri ve annelerin şallarıyla kısıtlamaları da tuhaf..

                Konuyu öylesine dağıttılar ki, artık toparlayamıyorlar. Topu topu iki sezonda derli toplu, şahane bir hikâye olacakken, allak bullak ettiler senaryoyu..Bir dizi saçmalık ta cabası…

                Mesela sınav kâğıtlarını okuyan Bilal, Feyza’nın sınav kâğıdını ne cesaret yırtabilir? Üniversitede bir hocanın böyle bir hakkı var mıdır ? 

                Deniz kenarına gelip çiçek atmanın mantığı nedir? Denize çiçek atınca aşk biter mi? Acılar son bulur mu?

                Saadet hanım neden bu kadar dengesizdir? Neredeyse üzerine yürüyüp evden kapı dışarı edeceği kiracısına karşı, neden bir saat sonra merhamet gösterip sahiplenmektedir? Üstelik bu davranış, bir kısır döngü halinde neden sürekli tekrar etmektedir?

                Bilal hem evlenip, hem eşine niye surat yapar? İslami çerçevede yaşayan bir erkeğin bu tavırları doğru mudur? Hele hele Bilal gibi bir insan, evlenip barklanmışken ,Feyza’nın evine kadar gidip diz çöküp yalvarır mı?

                Feyza’nın mezardan dirilip çıkıp gelen annesi Zeynep ablamızın,bunca zaman niye hapis yattığını  anlayamadık hala? Bu sır perdesinin anlamı nedir? Anlamı var mıdır ya da? Aynı şekilde diziye gereksiz yere dâhil olan Ali karakterinin, intikam alacağı kişi ve sebepler nelerdir? Bir intikam fırtınası koparmışken, sebeplerini de açıklamaları mantıklı olmaz mı? Onur Tuna’dan başka adam bulamadınız mı ? Neden bu kadar yapmacık bir oyunculuk izlemekteyiz?

                Feyza’nın Bilal’ın düğününe gelmesi saçmalığı nedir Allah aşkına? Kim gider kendisini terk edip başkasıyla evlenen birinin düğününe..Hadi Feyza geldi diyelim, Bilal onunla niye konuşur? Terslemek için bile olsa, eşinin gözü önünde, hangi erkek, düğün günü eski sevgilisi ile konuşur?

                En önemli soru !!! Bilal, kitapta Hacer ile evleniyorken, dizide neden çok alakasız biriyle evlenmiştir? Zaten sevmediği biri ile evlenecekse, bu niye Şükran olmamıştır? Şükran ile Ali kardeşimi yakınlaştırma çabaları niye dir? Gereksiz ve itici değil midir?

                Bilal ile evlenen Zeliha kızımın hiç çeyizi yok mudur? Evin içinde bir giydiğini bir daha giymeyen Zeliha kızımız, gelip öylece niye oturuvermiştir eve? Bir eşya, bir çeyiz getirmemiş midir? Kocasının yanında başın niye genellikle örtülü durmaktadır? Hepsini koydum bir kenara, niye bu kadar anlayışlıdır?  Ayrıca o nikâh neden mahallenin ortasında kıyılmıştır?

                Muhtemelen Feyza ile evlenecek olan Selim kardeşim, neden korumalarla gezer durur? Feyza’yı düğün günü evden almaya geldiğinde sol elinde olan yüzük, nikâh dairesine gidene kadar hangi ara sağ eline geçmiştir?

                Allah aşkına, Ülker kardeşim bu kadar şık giyinecek parayı nereden bulur?

                İnanın daha yazsam, yazarım, o kadar çok not var ki önümde…Sözün özü şu, dizinin ilk yayınlandığındaki heyecanını, tadını kaçırdılar, gereksiz bir sürü karakter ve olayla senaryoyu allak bullak ettiler, bu şekilde giderse de daha çok saçmalayacaklar.

                İlk sezonda bu kadar uzatmayıp, Bilal’ı Şükran ile Feyza’yı Selim ile evlendirip, bu sezon da Feyza’nın dine dönüşünü, örtünüşünü hikâyeleyip şahane bir dizi sunabilirlerdi. Ama böyle giderse, Feyza’nın dönüşümü sanırım 5.sezonda falan olacak..

                Senaryonun bir an önce toparlanıp, gereksiz ayrıntılardan temizlenerek, ana hikâyeye odaklanması temennisiyle yazımızı burada noktalayalım..

                Siyah İnci’den sevgiyle…

                www.twitter.com/blackpearl42