20 Mart 2014 Perşembe

Sorularla Fatih&Harbiye



Fatih Harbiye sezonun iddialı yapımlarından biri biliyorsunuz.  Bu sezon için yerini sağlamlaştıran dizilerimizden olan Fatih Harbiye, aslında kısır bir hikâyeye sahip. Dön dolaş aynı konuları izleyip duruyoruz, yine de küçük mahalle yaşantısının sıcaklığını yansıttığı için tercih edilebilir. Başlıktan da anlayacağınız gibi bu haftaki bölümü izlerken kafama çok soru takıldı. Bu sebeple bende sorularla dolu bir yazı yazayım dedim. Bakalım kaç tanesinin cevabını alacağız ya da bulacağız..

Neriman, Macit’in gözü önünde Şinasi’nin omzundan başka ağlayacak yer bulamadı mı?

                Eski sevgililer ve eski hikâyeler, ilişkinin en sarsıcı noktası olduğu halde, Şinasi her fırsatta Macit’in karşısına dikilip, marifet mi yaptığını zannediyor acaba. Neriman ile mahalle arkadaşı olması onun her işine karışması hakkını mı veriyor anlamadım ki. Bir de, Neriman Macit’i hayatından kovarken, Şinasi’nin omzuna yatıp ağlamaz mı? Bu ne saçmalıktır Allah aşkına…Olayın şoku diyeceğim ama mantıklı gelmiyor bana. Neyse ki, Macit kendinden beklenmeyecek kadar olgun ve güzel bir âşık. Neriman kızımızda buna güveniyor olmalı ama Şinasi ile sürekli burun buruna bir hayat, zaten yeterince zor olan Macit ile ilişkisini zorlaştırmaktan başka işe yaramıyor.

“Anasına bak, kızını al” cümlesi Pelin için edilmiş olabilir mi?

Pelin başından beri sevimsiz ve itici, bir o kadar da onursuz. Macit ile Neriman’ın aşkını görüp özeniyorsunuz ama Pelin’in aşkı insanı aşktan soğutuyor gerçekten. Bir kadın, kendisini sevmeyen biri için bu kadar alçalır mı? Kendisine nefretle bakan adamın yüzüğünü parmağına takıp, sevinme oyunları oynar mı ? Bu kadar komik ve gerçek dışı bir şey olabilir mi? Nasıl bir hayal dünyasında yaşıyor Pelin acaba. Haydi, Pelin âşık diyelim, gözü, gönlü, gururu başka bir şey görmüyor diyelim, annesine ne demeli? Bir anne, evladını böyle sevgisiz bir evliliğe sürükler mi? Parayı pulu bahane edip, böylesine gereksiz bir evlilik yapılır mı?

Aslı’nın kayınvalidesini, ablasını ve annesini boğmak isteyen, tek ben miyim acaba?

Vallahi düşman başına… İzlerken nefesim daralıyor, kadın yürüyen şeytan adeta. İzliyorum ve diyorum ki, bu kadarı da yapılır mı? Bu kadar kötü olanı var mı? Elbette daha beteri de vardır mutlaka. Âmâ izlerken gerçekten deli oluyorum, Aslı’nın annesi ve ablası da ayrı konu tabi. Şimdi evladı için yapıyor falan demeyin, tamam fedakârlık edilir elbette ama iki laf ta edilir be kadın. Evde üçünüzden başka kimse yok zaten, iki laf etsen kızından başka duyacak kimse de yok, hiç olmazsa içini rahatlat, o sustukça ben sinir oluyorum.  Aslında kayınvalidesi olmasa Aslı’nın eşi de kayınpederi de iyiler, ama maşallah kayınvalidesine Allah bir dil vermiş, gerisini koyuvermiş, cümle âleme yeter artar.

İnci Hanım niye bu kadar duygusuz?

Kadın gülerken bile mutsuz, hoş pek gülerken görmüyorum da. Tamam, çok mutsuz bir evlilik hayatı olmuş. Âmâ mutlu günlerinde bile gergin sürekli İnci Hanım. Sürekli olarak onu mutsuz, suratsız bir ifadeyle görmek, oğlunun acısına ya da sevincine karşı bile kayıtsız bir tavır sergilemek, normalde bir annenin vereceği tepkiler midir? Bu arada Neriman’ın atölyede İnci Hanım’a verdiği ders çok hoşuma gitti. Aferin dedim Neriman’a. Dimdik durdu karşısında. Eğmedi bu defa başını, sürekli tepeden bakan ve onu aşağılayan İnci Hanım’a da küçük dağları yaratanın başkası olduğunu gösterdi..

Macit, hem Neriman’ın peşinden koşup, hem de zoraki taktığı yüzüğü niye Neriman’ın gözünün içine sokar?

Yahu kızın gönlünü yapmaya uğraşıyorsun , buluşmaya giderken bari yüzüğü çıkar. En azından kızın canı acımasın bir kez daha. Üstelik konuşalım deyip kızı yanına çağırıyorsun, sonra niye susuyorsun. Neden anlatmıyorsun? Ya gerçekten merak ediyorum, var mı gerçekte böyle şeyler. Tamam, kurgu, hikâye falan ama biraz da mantıklı olması gerekmez mi? Macit’in aşkı gerçekten imrenilecek bir aşk, Neriman’ın bir sözü ile işi gücü arkasında bırakıp koştu gitti sevgilisinin yanına. Ama karşısında susup, Neriman’ın öfkesini iyice büyüteceğine, onu ikna etmeye, yumuşatmaya çalışsa daha iyi olmaz mıydı? Hoş, Neriman onu her şekilde affetmeye razı bence oda ayrı konu. Bu arada resim atölyesi bitti, müzik atölyesi başladı. Macit kardeşimin ömrü, atölyelerde Neriman peşinde koşmakla bitecek bu gidişle..

Memlekette besteci kıtlığı mı başladı da, koskoca Sibel Can, Şinasi’nin peşine düştü? Şinasi niye haddini bilmez?

Yahu Şinasi. Dün bir, bugün iki. Sen ne zaman Sibel Can’a beste verecek kadar oldun. Hiç besteci kalmadı, senin arabesk şarkılarına mı kaldı Sibel Can. Çok güldüm gerçekten bu sahneye. Şinasi,  zaten bu bölüm beni çok güldürdü. Sen kalk, yeğenine babanın ismini koymayı düşün.  Olmadı, Cihan’ın hediyesini al Aslı’ya götür. Sanki sizin o bebek hakkında çok söz hakkınız varmış gibi. Normal şartlarda olsanız neyse de, bu durumda siz değil çocuğa isim düşünmek, o bebeğin yüzünü görürseniz şükredin bence.

Şahika’nın kötülüğünün sınırı var mı acaba?

İnsanlar kötü değildir, hayat onları kötü yapar aslında. Ama Şahika sanki kötülüğe bayılıyor, kötü olmayı çok seviyor…Neriman’ın arkasından çevirmediği iş kalmadı, işi gücü önüne çıkanı üzmek. Macit’in onu kovmasına çok sevinmişken, Pelin yine yaptı yapacağını, Şahika’yı tekrar işe aldı. İyi de, bu kadar kötü olabilir mi bir insan be Şahika. Neriman’ı sırtından vurduğun yetmez gibi, Cihan’a da attın tokadını. Hoş, Cihan çok mu saf, çok mu uyanık bir türlü anlayamadım ben. Kıza yüzük almak ta neyin nesi. Üstelik daha yeni razı ediyorken,  niye kaçırıyorsun. Allah için Şahika’ya ilk defa hak verdim, ikisini evli hayal ettim, kesinlikle olmadı. Âmâ yine de, Cihan’ın kalbini o kadar kırmaya gerek yoktu. Ve bu noktada, sanırım Şahika iyi mi kötü mü acaba diye düşündüğümde, kötüye çok daha yakın buluyorum onu..

Ve son sorum…Figen kızım, sen evli bir erkekle ilişkinin sonunu tahmin edemedin mi?

Figen ile Kerim Bey kapışmasından, Kerim bey galip çıktı. Doğal sonuçta bu zaten değil mi. Evli barklı adamla aşk yaşayıp, kaç tane mutlu yuva kurulmuş sonunda. Figen kızım bunu tahmin edememiş her halde ama Kerim Bey acı gerçekleri yüzüne yüzüne söyledi. Figen kızım da şaşırdı, bozuldu falan. Yahu neyine bozuldun, baştan belli zaten böyle bir ilişkinin sonucu. Kalkmış,  bir de adamın karısının karşısına çıkıyorsun. Kadın zaten sana galip, üstüne neyi zorluyorsun anlamadım ki..

Tüm bu sorular ve düşündürdüklerine rağmen, Macit ile Neriman’ın birbirlerine olan o tertemiz aşkları, Macit’in çaresizlik gözyaşları, Neriman’dan vazgeçmemesi, Fahriye’nin Macit’i tatlı sert azarlamaları, mahallede yaşayanların birbirine her koşulda yardımcı olmaları, iyiliğin ve güzelliğin bir yerlerde yine yaşadığını izlemek, hele de tüm imkânsızlıklara rağmen aşk denilen duygunun, insana her şeyi yaptırabileceğini görmek, yüzümüzü güldürüp, Fatih Harbiye’yi daha da çok sevmemizi sağlıyor.

Son olarak Macit ile Neriman aşkı, yanılmıyorsam kitapta ayrılıkla sonuçlanmasına rağmen, ben kendi adıma ikisini çok yakıştırdığımdan, dizide ikisinin eninde sonunda kavuşmasını bekliyorum diyelim ve yazımızı burada bitirelim..

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42




18 Mart 2014 Salı

Karadayı...Çözüldükçe karışan,..Karıştıkça izlemeye doyulmayan..


Karadayı, dün akşamki bölümüyle bir kez daha ekran başına bizleri bağladı. Biz, üçüncü sezona ne izleyeceğiz diye düşünürken, dizinin temposu her geçen gün biraz daha yükseliyor.  Pazartesi akşamlarının tartışmasız galibi karşısında hiçbir dizi barınamıyor ne yalan söyleyeyim. Bakalım dizimizin bu haftaki bölümünden bizim kalemimizin payına neler düşmüş..

Şimdi öncelikle Feride kızımızdan başlayayım. Zira hâkime hanımın hem çok zeki, hem de çok saf oluşu beni çok rahatsız ediyor. Kardeşinin intihar sebebini araştırırken, odasının altını üstüne getiren Feride kızımız, niye yatağa bakmayı akıl etmez.  Hâlbuki veda mektupları ya da buna benzer evraklar genellikle hep yatağa konmaz mı, insan ilk önce oraya bakmaz mı? Al işte, sen saf saf kitapların arasını karıştırırken, Melih’in her şeyi açıklayan mektubu Mehmet Saim beyin eline geçti..

Mehmet Saim Bey deyince, burada biraz soluklanalım canlarım. Zira Erhan Yazıcıoğlu, efsanevi bir oyunculuk sunuyor bizlere. Oyunculuğu karşısında saygıyla eğilmek lazım, çok uzun ömürlü olsun, bol boy oynasın, biz de keyifle izleyelim.  Mehmet Saim beyin kötülüklerine akıl sır ermiyor doğrusu. Kırk yıl hatırı olan bir fincan kahve, ölüm sebebi de oluyormuş sayesinde öğrendik. Adamın şeytani bir zekâsı, bir o kadar da kötü bir kalbi var gerçekten. Ben bu adam ağlarken bile duygulanmıyorum o yüzden. Gitmiş Melih'in mezarına gözyaşı döküyor, yahu be adam, oğlun hayattayken yerin dibine geçiriyordun, şimdi yerin dibinde yatarken mi göklere yükseldi gözünde, pes !! Hizmetçi kızda aldı Melih’in mektubunu Mehmet Saim beye verdi. Yahu kadın, zarfın üzerinde koskocaman Feride yazıyor, niye veriyorsun babasına. Feride akşam gelince ver değil mi?.

Feride’nin mektuptan haberdar olması da işe yaramadı, ben o mektubu daha açarken kendi kendime dedim ki  “Ben de bu Mehmet Saim beyi tanıyorsam, o mektup değişmiştir”. Dediğim çıktı çıkmasına da, içinden de büyük bir saçmalık çıktı. Zarfın üzerinde el yazısı var, içi daktilo. Ama bizim hâkime hanım saf olunca, fark etmedi. Bu zarfın dışı başka, içi başka diyemedi. Kardeşini kaybetmenin acısıyla pek sağlıklı düşünemiyor diyerek kendimi avuttum bende..

Biz mektup amacına ulaşmadı diye üzülürken, tam bir ters köşe oldu ve M.Saim bey o mektuptan sonra Turgut Savcı’nın ipini çekti. Aman Allah, nasıl keyiflendim önce. Bayıldım bayıldım. Hele o mahkeme sahnesi. Turgut savcının alaycı ve arsız tavrı deli etti beni. Âmâ kalem kırılınca “oh oh adalet bu işte” dedim...Turgut Savcı’nın bile beklemediği sonuç hepimizi alt üst ederken, kafamıza takılan “Nazif baba nasıl kurtulacak”sorusu da sevincimizi kursağımızda bıraktı elbette. Zaten bu dizinin çok sevilmesinin sebebi de, olayların tam çözüldüğünü zannederken tekrar karışması değil mi.?

Turgut amcamın çırpınışlarını çok keyifle izledim, darbe kendisine en güvendiği yerden gelince daha da bir arttı keyfimiz elbette. Bu arada Turgut savcıdan nefret etmek ile Sevgili Yurdaer Okur oyunculuğuna hayran olmak ikilemi yaşayan tek ben değilim sanırım...Hele hele Mehmet Saim amcam ile Turgut Savcı’nın karşılıklı sahneleri cidden ders alınacak kadar muhteşem…

Diğer yandan bu Songül ile Yasin’e bayılıyorum ben. Çok tatlılar, çok temizler değil mi…Ama benden söylemesi, o ikisinden mutlu son beklemiyorum ben. Öyle ya da böyle bu ikisi kavuşamayacak gibi geliyor bana, o kadar fenalık arasında..

Hazır Yasin demişken, bu bölümde döktürdü adeta..Merdan’ı dize getirdi, alnından öpesim geldi, helal olsun. Ama ben de bu Merdan’ı tanıdıysam, bunun bedelini Yasin’e ağır ödetir gibi geliyor.

Osman kardeşim de ne kadar karizmatik oldu son zamanlarda. O liseli deli oğlan gitti, aklı başında olgun, pırıl pırıl bir genç çıktı geldi..

Son zamanlarda değişen biri de Orhan abimiz. Adam genç yaşında ağa oldu daha ne olsun. Babasının küçük oğlu, koğuşun büyük ağası Orhan, ileride Merdan’a ve Necdet’e rakip olursa hiç şaşmam…

Ha Necdet…Necdet kardeşim, cidden fena karizmatik bir imaja sahipti gözümde. Böyle Ayten’i sevmeler, korumalar, sahip çıkmalar falan derken, epey yüce bir tahta oturttuk kendisini. Ama ne oldu. Adam bir anda zıvanadan çıktı, eski canavar haline geri döndü..O kibar, naif adam gitti, yerine kaba saba bir âlemci geliverdi. Tamam, haklı olduğu yerler var…Ayten kızımız da az naz yapmadı kendisine, fazla naz âşık usandırırmış ta, böyle insanın gözünün içine de sokulmaz ki bazı şeyler. Tamam, Ayten ile uğraşmaktan yorulduysan boşan kurtul., Ayten’de sana bayılmıyor zaten. Ama sevgili bulmak, geceyi gündüze karıştırmak neyin nesi…Anacım o şarkıcı da pek bir sıradan geldi bana…O ne…Geçmiş Ayten’in karşısına, işte senin kocanda şöyle iyi, böyle şahane, bana da bak kolye aldı deyip kızın burnuna soktu kolyeyi…Yahu adamın karısına öyle laf edilir mi be Süeda. Üstelik bir kolye ile mi fethedilir kalp, sen bu kadara mı sattın kalbini demez mi insan…Ayten kızım saf tabi sesini çıkarmadı da, bu hatunu ben hiç sevmedim, yakıştırmadım ne Necdet’e, ne de diziye…

Bu arada hazır sevmediklerimden söz ederken, Suna’ya da iki laf edeyim. Suna’nın foyası meydana çıktı. Hayret ettim, nasıl öyle bir hata yaptı. Feride’nin bazı gerçekleri görmesi iyi oldu. Hiç olmazsa, bundan sonra yardım etse de gözümüze de az sevimli görünse değil mi?

Gelelim Mahir’e…Mahir, Turgut Savcı’ya ulaşmak için, sahte avukatlıktan, sahte müstahdemliğe terfi etti. Anacım, adama müstahdem önlüğü bile yakışmış ben daha ne diyeyim. Bu arada canlarım, lütfen not alın, Mahir o cezaevinden o müdürü dövmeden çıkmaz benden söylemesi..

Buraya kadar her şey güzel, biraz karışık ama olsun, tatlı tatlı izleniyor, ama o son sahneye iki laf etmezsem çatlarım. Yahu Mahir, sen nasıl girdin Turgut Savcı’nın yanına. Ne ara indin aşağı, ne ara buldun kapının anahtarını…Kesinlikle Mahir’in oraya nasıl girdiğini, artık geçmişe dönüp mü göstereceksiniz bilmem ama bunu bekliyorum kendi adıma. Ayrıca niye üç kibritin var senin? Memlekette kibrit kıtlığı mı var. Al yanına üç beş tane daha. Hatta bir kutu al, doya doya konuş adamla. Mahir, onu oradan kaçırmaya kaçırır da, Turgut Savcı, Mahir’in istediğini yapar mı, benim umudum yok açıkçası. Bakalım, ilerleyen bölümlerde cevapları alacağız diyelim ve yazımıza burada son verelim…

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42


13 Mart 2014 Perşembe

Kara Para Aşk izlemek gerçekten büyük keyif olacak..

Açıkçası tedirgin bir bekleyiş oldu benimkisi..

Çünkü bu sezonda da çok fazla dizi başladı ve bazıları aynı hızda sona erdi..İçlerinde kaliteli senaryolar, oyunculuklar olan dizilerin ömrü de kısa sürünce, tam da böyle sezonun ortasında başlayan yeni diziler için insan tedirgin oluyor doğrusu..

Bunlardan ilki Kurt Seyd&Şura idi..Neyse ki alnının akı ile işin içinden çıkmayı başardı.

Sırada Kara Para Aşk vardı elbette. Zira ekip çok sağlamdı, günlerce fragmanı yayınlandı, resimleri nette dolaştı ama açıkçası hikâyesi hakkında pek bilgi verilmedi…Dün akşam itibariyle de ekranlara merhaba dedi yeni dizimiz..

Bir de baktım ki, izlemekten keyif aldığım pek çok oyuncu orada…

Dip Not : Müzikler Toygar Işıklı diyeyim…Başka da ne diyeyim…Deprem etkisi yaratacak kadar çarpıcıydı melodiler..

Fatmagül’ün Suçu Ne ile gönüllerde taht kuran Engin Akyürek, bu defa çok farklı bir karakterle karşımıza çıktı. Aslına bakarsanız, her biri farklı idi bu defa…Komiser Ömer olarak izlediğim Engin Akyürek, Kerim karakterinden sıyrılmış, bambaşka biri olmuş..İlk bölümden büyüledi beni oyunculuğu ile..

Elif karakteri ile izlediğimiz Tuba Büyüküstün ise, gerçekten hem güzellik hem oyunculuk anlamında eşsiz bir şölen sundu adeta…Bu defa olmuş işte, ben onu 20 Dakika dizisinde izlemiştim en son ve ne yalan söyleyeyim, tam oturtamamıştım oradaki karakterin içine onu. Ama bu defa, mücevher tasarımcısı Elif karakteri ne hemencecik ısındım. Özellikle Elif’in parmaklarını süsleyen orijinal yüzükler dikkatimden kaçmadı…Yeni bir moda akımına sebep olacak kadar şıktı doğrusu..

Dip Not : Hikâye çok ama çok farklı..Yâda son zamanlarda buna benzer bir hikâye seyretmedim diyeyim…Bir o kadar da gizemli..

Ben bir oyuncuyu farklı karakterlerde izlemekten çok büyük keyif alıyorum. Eminim bir oyuncu için de değişik karakterler oynamak daha tercih edilen bir durumdur. Zira böyle olunca, oyunculuk gücünü daha iyi anlamak mümkün oluyor..Bu anlamda İlkin Tüfekçi beni çok şaşırttı ve keyif verdi dün akşam..İlk bölüm için fazla bir sahnede izleyemedim ama izlediğim kadarı bile yetti. Karadayı’nın o çıtı pıtı sevimli güleç Bahar’ı gitmiş, yerine huysuz, titiz, aksi ve eminim başarılı Komiser Pelin’i gelmiş. Yeni karakteri ile izleyicisini ve sevenlerini ters köşeye yatıran İlkin Tüfekçi, bana çok keyif verdi..

Hep aynı karakter oynamasınlar deyince, Nebahat Çehre’den de bahsetmek isterim. Şüphesiz ki oyunculuk gücüne edecek bir kelimem yok, haddimi bilirim. Ama yıllardır onu hep şehirli, zengin, bakımlı rollerde izlemektense, bir kez şöyle çok farklı bir karakterde izlemeyi isterim doğrusu. Tamam, çok yakışıyor böyle zengin ve asil kadın karakterlere, kendisi öyle zaten. Elif’in annesi Zerrin olarak ta cuk oturmuş rolüne. Umarım bir dahaki projesinde bunlardan farklı bir rolde izlemek mümkün olur.

Gizemli ve bir o kadar tehlikeli, hatta Elif’in ailesinin gizli düşmanı Tayyar olarak ise büyük bir ustayı ağırladı ekranlarımız. Erkan Can, döktürdü adeta..Nasıl yakışmış Tayyar karakterine..Nasıl tehlikeli görünüyor. İçim ürpermedi desem yalan olur…Üstelik dost görünüp sırtından vuranlardan Tayyar anladığım kadarıyla..Bakalım yeni bölümlerde ne tür kötülüklere imzasını atacak..

İlk bölümün en çok dikkatimi çeken iki karakteri Arda ve Metin oldu açıkçası..Komiser Arda, Ömer’in en yakın arkadaşı..Ahmet Tansu Taşanlar oynuyor Arda rolünü..Bana göre çok doğal, sevimli ve başarılıydı, çok sevdim Arda’yı..Muhteşem Yüzyıl’ın Mercan Ağa’sı Saygın Soysal, bu defa Psikopat kötü adam Metin olarak çıktı karşımıza. Şahsen Saygın Soysal’ı izlemeyi çok severim. Hem çok karizmatik ve karakteristik bir yüzü var, hem çok iyi oyuncu. Üstelik böyle psikopat karakterleri, güvenilmez karakterleri çok iyi oynuyor. Açıkçası çok keyif aldım onu izlemekten.

Dizinin hikâyesinden bahsetmeyeceğim, zira izlemeyenler için heyecanı kaçmasın. Henüz izlemediyseniz mutlaka izleyin derim ben…Farklı, çarpıcı, gizemli, heyecan dolu gerçekten..

Malum Çarşamba akşamı çok önemli bir gün diziler için…Kara Para Aşk bu anlamda çok şanslı diyebilirim. Zira Muhteşem Yüzyıl bu sezon bitecek..Merhamet dün akşam final yaptı. Zeytin Tepesi, iddialı olmasına rağmen, Merhamet’ten boşalan saate alındı. Zeytin Tepesi’nin yerine de, Ankara’nın Dikmeni isimli diziyi almışlar. Ki bana sorarsanız, birkaç bölüm sonra yayından kalkar..Zaten Kara Para Aşk karşısında hiç şansı yok..Hal böyle olunca, Kara Para Aşk dizisinin karşısında zaten bir rakip yok..Dolayısıyla Çarşamba akşamının gözdesi olur kolaylıkla.

Ekibin titizlikle çalıştığı belli, çekim kalitesinden müziklere, hikâyeden işleyişe, oyuncuların rahat ve sahici tavırlarına kadar, her hali ile beni büyüledi Kara Para Aşk..Şiddetle tavsiye eder, iyi seyirler dilerim tüm güzel yürekli canlarıma…


Siyah İnci’den sevgiyle..


www.twitter.com/blackpearl42

7 Mart 2014 Cuma

YENİ AŞK MASALIMIZ...KURT SEYİT&ŞURA

Aylardır ekranlarda tanıtımı yayınlanıyor… Sosyal medyada sürekli set görüntüleri, kamera arkası görüntüler dönüp dolaşıyor…

Kurt Seyd&Sura dizisi belki de henüz ekrana gelmeden en fazla sözü edilen ve bir o kadar merak edilen yapım oldu bu anlamda…

Ve bekleyiş Salı akşamı sona erdi…

Malum bendeniz zaman fukarası olduğumdan ancak dün izleyebildim.

Beklediğimize, merak ettiğimize değmiş mi… Bana sorarsanız evet. Hem de kocaman bir evet…

Elbette ilk bölüm için gözüme takılanlar oldu. Onlardan da bahsedeceğim ama genel resme baktığım zaman, üzerinde epey düşünülmüş, emek verilmiş bir iş olduğu belli.

Dip Not: Diziyi, Hilal Saral yönetiyor. Başka söze gerek var mı bilmem?

Çekim kalitesi ve görüntüsü şüphesiz Hilal Saral’a yakışır bir güzellikte olmuş. Kamera açıları, renkler, duruşlar hepsi şahaneydi gerçekten.

Senaryoyu yazan Ece Yörenç-Melek Gençoğlu olunca, sağlam bir aşk hikâyesi izleyeceğimiz kesin. Bunun yanında yan karakterler de hayli özenli olmuş. Aslına bakarsanız böyle savaşlı, askerli hikâyeler pek dikkat çeken ve sevdiğimiz hikâyeler değil toplum olarak. Ama bunu nasıl işlediğiniz çok önemli elbette. E kalem sağlam olunca, hikâye daha ilk bölümden sardı beni ne yalan söyleyeyim. Buz gibi bir havada, karların ortasında sıcacık bir aşk doğuverdi ekrandan ve o soğuk iklimi izlerken üşüyen içimizi de ısıtıverdi.

Dip Not: Müzikler Toygar Işıklı’ya emanet… O da emanetin hakkını vermiş doğrusu. Bazı sahnelerde tüylerim diken diken oldu saklayamam.

Gelelim oyunculara.

Kıvanç Tatlıtuğ için daha önce çok yazdım çizdim. Yakışıklı ve çekici olması tamam ama bu adamda başka bir şey var… Oyunculuğu gerçekten büyüleyici. Onu izlerken Kurt Seyit nasıl bakar, nasıl düşünür, nasıl konuşur anlıyorsunuz. Zira o çoktan Kurt Seyit olmuş. Ne yalan söyleyeyim, ilk bölümden büyüledi beni… Üniforma çok yakışmış, hem romantik bir erkek, hem sert bir asker olmuş. Seyret seyret doyulmayan bir aktör gerçekten. Yüreği uzun ömürlü olsun.

Farah Zeynep Abdullah, Şura olarak çıktı karşımıza. Aman Allahım. Ne kadar güzel, ne kadar masum gerçekten… İnsan onu izlerken, ilk aşkı yaşadığı o genç, saf günlerine gidiyor doğrusu… Nasıl yakışmış rolüne. Zaten aşk hikâyelerine çok ama çok yakışıyor bu kız. Öyle Bir Geçer Zamanki dizisinde de, Bir Küçük Eylül Meselesi filminde de çok keyifle izlemiştim. Şimdi Şura olarak çok sevdim ben onu…

Dip Not: Kıvanç Tatlıtuğ ve Farah Zeynep Abdullah muhteşem bir ikili olmuş…

İlk bölümün yıldızlarından biri Birkan Sokullu idi benim nazarımda. İmajındaki değişiklikten tutun, hal ve hareketlerine kadar çok ama çok farklıydı diğer rollerinden. İsabetli bir seçim olmuş doğrusu. O da üstesinden gelmiş gibi görünüyor.

Dip Not: Karadayı’nın Serra’sı Aslı Orcan, hırslı ve entrikacı Barones karakterinde çok güzeldi, çok yakışmış, sevdim ben…

Genellikle ilk bölümlerde çok fazla eleştiri yapmıyorum. Malum henüz yeni alışıyoruz birbirimize. Ufak tefek detaylar vardı gözüme takılan. Mesela balo sahneleri çok fazla uzatılmış gibi geldi bana, dans izlemekten başım döndü bir ara… Bazı sahnelerde görsel efektler kullanılmış sanırım, Seyit ile Şura’nın gezintisinde yağan kar mesela. İncecik yağan kar nedense bizim âşıkların üzerine hiç düşmedi. Bir de Seyit’in o romantik sözleri karşısında Şura’nın sus pus olup, gözlerini ayıra ayıra bakması bir tuhaf geldi bana. Ama sonra düşününce, ilk âşık olan saf ve masum bir kızın heyecanına verdim bu davranışı. Dedim ya, yazan çok sağlam olunca, karakterin üzerinde düşünmek gerekiyor bazen. Hoş, zaten Kurt Seyit gibi bir adam olsun, konuşsun, baksın, insanın dili tutulur gerçekten.

Dip Not: Kostümler nefis nefis nefis… İnsan izlerken o dönemde yaşasaydım demekten kendini alamıyor.

Çok uzun yazmaya gerek yok… İlerleyen bölümlerde bol bol karakterlerden bahsedip yorumlayacağım için ilk yazıyı kısa keseceğim.

Kurt Seyit&Şura, her anlamda çok ama çok iyi iş olmuş. Çok keyifle izledim. Sevdim.

Görünen o ki, yeni aşk masalımız artık Kurt Seyit ve Şura üzerine olacak… Yolu uzun olsun, tüm ekibin emeğine yüreğine sağlık.

Siyah İnci’den sevgilerle..

www.twitter.com/blackpearl42