Dizilerin
şahı Karagül, anlattığı her konuyu, detaylarıyla, hikâyeleriyle yüreğimize
işlemekte en önde gidiyor..Ne konuları sıradan, ne karakterlerin hikâyeleri..Daha
doğrusu, her karakter aslında hayatın içinde, ama öyle güzel yazıyorlar ve
oyuncular öyle güzel anlatıyorlar ki yazılanı, her karakter kendisi hakkında ayrı
bir yazı yazılacak kadar hikâye biriktirdi..
Daha
öncesinde Karagül annelerini, kadınlarını, erkeklerini ve gençlerini analiz
etmiştik dilimiz döndüğünce. Karagül hikâyelerinin içinde insana dair çok önemli
bir olgu daha var ki, tabii ki de aşk bunun adı..Bu yazımızda da Karagül’ün aşk
defterini aralıyoruz, bakalım içinde ne hikâyeler varmış..
Aşk, aslında
kocaman bir pişmanlıktır...
Sibel-Kasım
aşkı deyince aklımıza ilk gelen bu cümle olsa gerek..Gençlik hatasının bedelini
fazlasıyla ağır ödeyen Sibel, aşkın en kötü yüzlerinden birini de görmüş
elbette. Kasım’ın aşkı ile kötülüğü arasında kendine yol aramış ama bulamamış,
aşkının en güzel parçası evladına, yıllar sonra anne olarak sarılması da, bu
aşkın en zor tarafı..Şimdilerde Kasım onu azat ettiğini söylese bile, Sibel’in
yıllar boyu çektiği acının bedelini kim ödeyecek..Kasım, Sibel’i fazla
sevmemiş, Sibel’e âşık bile olmamış bence..O bir gençlik ateşi imiş sadece
Kasım için. Dolayısıyla aşk arkasından nasıl bir pişmanlık getirir, Sibel bunu
en gerçekçi şekliyle yaşamış..Ve şimdi Özlem’i aynı pişmanlığa düşmekten
kurtarmak istiyor. Kasım, Sibel’e yaptıklarının vicdan azabını çekmeye başladı.
Zira şimdi Sibel’i anladı. Her ne kadar çok geç kalınmış bir pişmanlık olsa da,
bu pişmanlık Kasım’ın yüreğini yumuşatmaya yeter artar..Ayşe, ikisinin o
pişmanlık dolu aşklarının tek meyvesi. Ama bunu ne Kasım biliyor, ne bir
başkası..Sibel, canı pahasına evladını koruma derdinde, ne Kasım umurunda ne
Kendal, ne bir başkası. Çünkü onun aşkı boyut değiştirmiş, tüm hayatı ve aşkı
iki evladı olmuş. Belki aşkın en güvenilir yanı da budur..
Aşk, umut ile
nankörlük arasında koşan deli bir attır..
Kasım, yeni
yeni öğreniyor aşkı..Özlem ise çoktan geçmiş aşk için çabalamaktan. Özlem ile Kasım
arasında filizlenen aşk, bir taraf için umudu simgelerken, diğer taraf için
nankörlükten başka bir şey değil. Bu noktada, Kasım, geçmişte Sibel’in durumu
neyse, aynını yaşıyor..Deli gibi âşık olduğu Özlem, ne yazık ki, o kadar da âşık
değil kendisine. Kasım bunu yakın zamanda anlayacak. Özlem’in aşkı, aslında
hayatı kötülüklerle dolu olan Kasım’ın iyi olma çabası..Belki de bu yüzden bu
kadar tutuldu bu aşka..Kalbinde biraz iyilik olsun istiyor, güzellik olsun
istiyor Kasım. Ama Özlem, her an nankörlük edebilir bu aşka. Zira Özlem’in aşk
deyince anladığı, kendini garantiye almaktan başka bir şey değil..
Çünkü aşk,
çoğu zaman çaresizlikten doğar..Ve çaresizlikten biter..
Özlem’in
kendini garantiye alma çabası dedik aşk için..Kasım, Kendal kadar varlıklı ve
güçlü olsaydı, Özlem hiç düşünmeden Kasım ile alır başını giderdi. Kendal-Özlem
ilişkisinde aşk yok bana göre..Onlarınki daha çok karşılıklı alışveriş. Kendal
Özlem’i sevmiş midir, sanmıyorum. Özlem, hiç sevmemiştir zaten. Zira Özlem’in
Kendal ile evliliği çaresizlikten başka bir şey değil. Özlem, kimi zaman sivri
diliyle, acımasız haliyle sinirimize dokunsa bile, yaşadığı tüm olaylar
birleşince, aslında çok yaralı bir yürek çıkıyor ortaya. Onun zaten kimseyi
sevmeye, âşık olmaya vakti olmamış ki. Fakir bir ailenin yokluk yaşayan güzel
kızı iken , Kendal gibi güçlü bir adamın adeta para ile satın alınan karısı
olma sürecini yaşamış sadece..Kendal’ın evinde yokluk görmeden yaşadığı için
katlanmış her şeye. Evladını kaybedişi ile başlayan Kendal’a olan nefreti, gün
geçtikçe artarak devam etti..Tüm bu nefret ona ağır gelmiş olacak ki, gözünün
önünde en yakınında olan Kasım’a sığındı..Kendal’a âşık olmamış, Kasım’a âşık
oldu ama içinde bulunduğu sosyal konum, bu aşka izin vermedi elbette. Yine
çaresizlik kaldı Özlem’in payına düşen..Kasım ise gerçekten ona âşık
oldu..Özlem’i çok seviyor, onun için her şeye razı, bu belki Kasım’ın geçmişte
Sibel’e yapamadıklarını yapıp, kendini temize çıkarma yoludur..Ama her durumda
Kasım ile Özlem aşkı, birbirlerine çok uygun olsalar bile, bulundukları konum
itibariyle çıkmaza girmiş durumda..
Aşk, Uçurumun
kenarındaki incecik dala tutunmaktır..
Ada
ile Serdar, hikâyenin genç âşıklarından. Ada’nın Halfeti’de kalma, oraya alışma
ve tutunma sebebi de diyebiliriz. Geldiği günden beri yaşadığı yere uyum
sağlayamayan çok güzel ve hafiften uçuk kızımız Ada, Serdar ile uslandı adeta.
Serdar’ın onun üzerindeki etkisi büyük. Bu yüzden yeni bir hayata uyum
sağlamasında çok yardımı oldu. Serdar ile yaşadığı aşk, Ada’yı ilk günlere
nazaran fazlasıyla olgunlaştırdı. Serdar ise, amaçsızca oraya buraya
savrulmakta iken, Ada sayesinde yerleşik bir hayata geçmeyi başardı. Her ne
kadar, boylu poslu ve yakışıklı olmasına rağmen, ideal bir damat adayı olmasa
da, yaşadıkları şartlarda Ada için en iyisi de o. Sakin yapılı, fedakâr Serdar,
Ada ile yaşadıkları pek çok üzücü olaya rağmen, aşkından
vazgeçmedi..Kendisinden beklenmeyecek derecede sadık bir âşık Serdar. Ancak Ada
ve Serdar aşkında, tuzu eksik bir yemek gibi, lezzetsiz bir durum söz konusu.
Hani bazı aşklar vardır, ekrandan gümbür gümbür hissedilen. Ada ile Serdar aşkı
anlatılan hikâyeye ve aşka rağmen çok heyecanlandıran bir aşk değil..
Aşk,
tam her şeyin bittiğini sandığın anda başlayandır..
Elbette
ki Maya..Ah Maya ne kadar üzüldü bu hikâyede. Hiç bilmeden Serdar’a âşık oldu.
Serdar’ın, kendi kardeşi ile sevgili olduğunu bile bilmeden üstelik. Kötü
tesadüf mü demeli, küçük yerde alternatifler az mı demeli bilmiyorum. Ama aşkın
en zor hallerini yaşadı Maya. Serdar’a olan aşkını, kardeşine olan sevgisiyle
içine gömmeye çalıştı ama bu sadece acısını artırdı..Serdar ise, o kimseyi
üzmeyen, kırmayan tavrıyla hem bunu Ada’ya belli etmemeye, hem de Maya’yı
üzmeden onu bu aşktan vazgeçirmeye çalıştı. Maya’nın bir sözü vardı hatırlarsanız.
Pek çok kişiyi seveceğim belki hayatta ama o ilk aşk olarak hep kalacak..Maya,
Serdar’ı unutmadı aslında, içine gömdü sadece. Ada’nın tam zıttı bir karakter
olan Maya, bu aşk tesadüfünün acısını olgun ve kendine yakışacak şekilde
atlatmaya çalıştı. Şimdilerde yepyeni bir aşka yelken açan Maya, Serdar aşkını
atlattı mı bilinmez ama en azından eskisi kadar üzülmüyor bunu biliyoruz..
Aşk,
hiç ummadık anda sürprizler yapar..
Maya’nın
kırık kalbini Emre, onarabilir mi..En azından yüzünü güldürebiliyor ki, bu en
güzel özelliğidir bir erkeğin. Emre, deli dolu, eğlenceli, hareketli haliyle,
Maya’nın o sakin, durağan, olgun ve yaşından büyük hallerine tamamen zıt olsa
da, zıt kutuplar birbirini çeker ilkesiyle olsa gerek, Maya’nın hayatına bir
güneş gibi doğdu adeta..Tamam, çok parlak bir güneş değil belki ama Maya için
gerçekten yaralarına ilaç gibi olduğu kesin. Serdar’ın büyülü etkisinden ve
aşkından uzaklaşan Maya’nın bu güzel sürprizden çok şikâyetçi olduğunu
sanmıyoruz. Tam aksine, hayatından oldukça memnun görünen Maya, Emre ile henüz
yolun çok başında..Emre’nin ona karşı ilgisi çok açık. Bu derin bir aşk mı
derseniz, hayır derim. Henüz tam adını koyamadığımız bir kıpırtı oluşmuş
durumda. İlerleyen bölümlerde Maya ile Emre ilişkisinin geleceği nokta,
hepimizin merakının odak noktasında..
Aşk,
yalanlarla yıkılan, elinden tutanla ayağa kalkan ve her kötülükle savaşandır..
Ebru
için en güzel aşk tanımı bu olsa gerek. Aşk çemberinin içine en çok düşen
karakterlerden biri neticede. Gerçi Ebru, o kendine has güçlü tavrıyla, öyle
kolay kolay aşka teslim olacak biri gibi görünmese de, hayatın ne getireceği
belli olmaz değil mi..Ebru ile Murat şüphesiz ki büyük aşk yaşamışlar, hoş
Murat’ın Ebru ile bir hayat kurmak için, onu evladından ayırması aşkın neresine
sığar ayrı konu..Ama Ebru, Murat’ı çok sevmiş bu besbelli. Bu yüzden Murat’ın
yalanları ile karşılaşmak onu çok yaraladı ya zaten. Aşk, kolay kolay
hazmedemez zira yalanı. Ebru, Murat’a olan aşkı ile adeta bilinmeze yürümüş, o
kendi kurdukları dünyanın içinde çok mutlu yaşarken, aslında Murat’ın bambaşka
bir hayatı olduğunu bilmeden..Gün gelip her şey ortaya çıkıverince, tüm
yalanların ortasında, aşkını öfkesine kurban etti Ebru. Haklı mıydı derseniz,
elbette. Murat ile olan aşkının bedeli, tüm yaşantısının alt üst olup, bir
avluda onu istemeyenlerle savaşması oldu. Savaşırken yanındaki en büyük desteği
Fırat idi elbette. Ebru ile Fırat aşkı aslında pek kabullenilmez idi, çok ta
zordu, zaten Ebru’da bunu çok zor kabullendi. Onun Fırat’a olan hisleri, aşk mıydı,
dostluk muydu tam anlamak mümkün olmadan Fırat öldü zaten. Şimdilerde ise
muhtemelen Kenan ile aralarında bir yakınlık başlamasını bekliyoruz. Ebru’nun
Kendal ile olan savaşında, güçlü bir destek olacak Kenan. Ve bir o kadar güçlü
bir aşk hikâyesi de gelir diye umut ediyorum..
Aşk,
taze bir bahar dalıdır solmuş her gönülde..
Bana
sorsanız, hikâyenin en güzel aşkı Oğuz ile Narin’in aşkı derim. Zira en fazla
sınanan aşkı onlarınki. Her ikisinin de, içlerinde büyüyen aşk fazlasıyla
gerçekçi yansıyor ekrandan, üstelik en zor aşklardan biri onlarınki. Üstelik
her ikisinin evladı da bu aşka karşı. Kim aşkı ile evladı arasında kalmak ister
ki..Narin, fazlasıyla güzel bir kadın, kaderi tam tersi olsa da..Ona hem
kızıyor, hem üzülüyoruz, ama geldiğimiz noktada Narin’in ilk zamanlara göre
fazlasıyla yumuşadığını, olaylara daha mantıklı yaklaştığını görüyoruz. Bunun
en büyük sebebi Oğuz ve ona duyduğu aşk. Narin, onu hayata bağlayan tek unsurun
Baran olmadığını anladı zamanla, Oğuz ile yakınlaşması çok uzun sürdü. Çünkü
bunu içine sindiremedi Narin, yaşı çok genç olsa da, bu aşkı yaşamaya hakkı
olsa da, Baran’ı kaybetme korkusu onu hep durdurdu. Oğuz ise öyle hayatta
elimizi sallasak çarpacak erkeklerden değil. Çok nadir bulunacak bir aşkın ve
sadakatin sahibi. İlk günden beri âşık olduğu Narin için o da çok bedel ödemiş,
her şeyden önce kızı ile arasındaki sorunların temelinde de bu var. Çok fazla
cephede çarpışıyor ikisi de. Ne vazgeçebiliyorlar birbirlerinden, ne
kavuşabiliyorlar. Hoş, Narin’in Oğuz’u başka bir kadınla görünce gidip yüzüğünü
geri istemesi, tekrar onu parmağına takması hepimizi memnun etse de, Narin ile
Oğuz kavuşması için daha çok bekleriz gibi geliyor..
Aşk,
zordur zaten, bir de zor olanı seversen..
Melek
o avlunun neredeyse yüzü hiç gülmeyen, gülemeyen genç kızı. Herkesin hayatının,
kavgasının ortasında sıkışıp kalan Melek, önce nişanlısını kaybetti, sonra hiç
olmayacak birine gönlünü verdi. Özlem’in abisi Sabri’yi seçti..Sabri, Meleğin
tam tersine öfkeli, asi ve suçlu..Yapı olarak sert bir mizaca sahip olsa da,
Sabri’nin Meleğe olan aşkı, aynen Narin’in yumuşaması gibi, onu da yumuşattı.
Melek konusunda çok hassas..Onu hiç üzmek istemiyor ama hayatın onu getirdiği
yer, bu amacına çok hizmet etmiyor. Melek ise fazlasıyla içine kapanık, duygusal
bir genç kız. Sabri’ye âşık oldu, çünkü onun kalbini gördü Melek. Aslında
içinde merhamet taşıdığını hissetti. Bu bir Stockholm Sendromu olabilir mi.
Bence hayır, Melek ve Sabri her ne kadar imkânsız bir aşkın içinde olsalar da,
bu aşkın getireceği her yükü taşımaya hazırlar. Melek, o konağın içinde, o
kalabalığın içinde, başkalarının sorunlarına üzülmekten, kendi hayatını
yaşamaya vakit bulamamış ve şimdi Sabri gibi bir adamın hayatının tam merkezine
oturmak, onun için kolay vazgeçilemeyecek bir unsur. Kim sevilmeyi istemez ki.
Melek, Sabri’ye her ne kadar öfkeli olsa bile, aşk mutlaka galip gelecek
diyorum ben…
Aşk,
bir şarkıdır kulaklarda, ışıltıdır bakışlarda ve kalplerde tatlı bir
çırpınmaca..
Sanırım
kimden söz ettiğimiz çok acık..Tabiî ki de Baran ve Ayşe..Aşkın en güzel, en
saf, en temiz hali onlarınki..Üstelik o kadar zorluktan, acıdan, gözyaşından
geçtiler ki..Ama bu aşklarını daha da pekiştirdi..Baran ile Ayşe bizlere lise
aşklarımızı hatırlatıyorlar, öylesine temiz seviyorlar ki imrenmemek elde
değil. Kalmadı böyle aşklar şimdilerde, belki Baran ile Ayşe’yi bu kadar
benimsememiz bu yüzden. Aşkları çok sınandı ama onlar her sınanışta biraz daha
bağlandılar. Kimi zaman kavga, kimi zaman kıskançlıklar, kimi zaman gözyaşları
arasında, onlar büyüdükçe aşkları da büyüyor. Aşkları büyüdükçe, onlar daha bir
anlıyor birbirinin kıymetini. Ve aslında Baran ile Ayşe anlatıyor hepimize,
aşkın gücünü. Öyle en ufacık bir zorlukta bırakmamak gerek sevdiğinin peşini. Baran
deli dolu, delikanlı..Sevdi mi sonuna kadar sevenlerden, hayatın yükünü çok
küçük yaşta aldı sırtına..Ne de olsa o Küçük Kendal..Ama Ayşe elini tuttuğu an,
akan sular duruyor, dünya tersine dönüyor sanki. Baran ile Ayşe, daha bu
yaşlarında birbirine hem sevgili, hem arkadaş, hem kardeş, hem yoldaş..Aşk
dediğimiz zaten tam da bu değil midir zaten..
İşte
böyle canlarım. Karagül deyince içinden ne hikâyeler çıkıyor, bazen biz bile
şaşırıyoruz. Aşkın her halini Karagül karakterlerinde görmek mümkün..Adeta aşkı
parçalamışlar, bin bir özelliğini dağıtmışlar her bir çiftimize..Acısıyla,
gözyaşıyla, kalp çarpıntısıyla, heyecanıyla, şarkısıyla, türküsüyle,
kahkahasıyla, ihanetiyle, pişmanlığıyla, cesaretiyle, Aşk dediğin kocaman bir
bilmece..Ama kimse aşksız kalmasın öyle ya da böyle..
Siyah
İnci’den sevgiyle..