30 Ocak 2013 Çarşamba

20 dakikada zaman geçmek bilmiyor...



 
Dizi için ilk yazdığım yazıda, çok hızlı başladı ama aynı tempoyu devam ettirecek mi bakalım diye yazmıştım. Ne yazık ki, temposu hayli düşen diziyi ne İlker Aksum’un ve İpek Bilgin’in kusursuz oyunculuğu, ne de Tuba Büyüküstün’ün güzelliği kurtaracak gibi görünmüyor.

Gelelim dün akşam yayınlanan 5.bölümün notlarına..Bakalım bizim kalemimize nacizane neler damlamış…

Öncelikle Duru ve Yağız karakterlerini oynayan çocuk yıldızlarımızı kocaman öpmek isterim. Her ikiside şahane oynuyor bilmem fark ettiniz mi?

Oyunculuklara hiçbir sözüm yok..Rolünün içine tam anlamıyla giren Tuba Büyüküstün, kendisini daha ilk bölümden eleştiren hepimizi susturdu. Bütün oyuncular dört dörtlük..İlker Aksum’u gözümü kırpmadan izliyorum..Metin Çekmez ve İpek Bilgin, her bölümde döktürüyor..Özellikle İpek Bilgin..Kadını seyretmek ayrı bir keyif..Onunla Ezel dizisinde, Ezel’in gözleri görmeyen annesi rolünde tanışmıştık. Burada da kötülerin kötüsü cezaevi müdürü Süreyya rolünde hepimize diş biletiyor gerçekten. Rolünü yapışına sözüm yok ama dün akşam kendini cezaevinin Allah’ı ilan etmesi, fazla iddialı ve rahatsız edici geldi bana..Rol bile olsa, bu tarz söylemlere seyircimiz çok sempati duymaz benden söylemesi..Zaten yeterince kötüsün be kadın, haşa kendini Allah ilan etmeseydin daha mı iyi olurdu bilmem..Allah kimseyi düşürmesin böyle yerlere elbette ama bana gerçekten çok abartılı geldi yapılanlar..

Fark ettiyseniz, konu kısırlaştıkca ve senaryoyu ilerletmek zorlaşınca mutlaka yeni konular, yan roller bulunur. Cezaevindeki pek çok karakterde bahsettiğim yan rollerde..Hepsinin de ortak özelliği Melek ile uğraşmak, gelip gidip laf çarpmak, olmadı omuz atmak, olmadı kavga çıkarmak, oda olmadı bıçaklamak..Bu kadar kötüyü, vicdansızı bir araya topladınız..Meleğin yanına gelen giden, “sen buradan çıkamazsın, yok umut etme yok bekleme” diyor..Hayır sanki kendiniz çok matahsınız, kendiniz çok memnunsunuz hayatınızdan..Size ne kardeşim, ister bekler, ister umut eder, ister umudunu keser..Fazlasıyla sevimsiz geliyor bu durum da bana..Bu arada uzun aradan sonra cezaevinin tek vicdanlı kişisi, cezaevi doktoru rolünde Esra Akkaya’nın güzel yüzünü görmek keyiflendirdi beni..

Ali kardeşimiz ise sürekli karısı kurtarmanın derdinde. Aldığı eğitime bu hafta ara verdiler sanırım. Kedi abimizi çok az görebildik bu bölüm. Daha ziyade Necmettin beye odaklanmıştık. Ali’nin ne olduğunu anlayamadığımız eğitiminin umarım faydasını göreceğiz. Yoksa gök domatesin yada iyi yemek yapmanın ne faydası var cidden merak ediyorum. Kuşkusuz, eşini o cezaevinden kaçırırken, Kedi’nin söylediği ve kendisinin çok saçma bulduğu her şey işine yarayacak..Kötü olan zaten kötüdür de, iyi bir insanın, kurallara, kanunlara saygılı bir insanın kötü olması çok zor. Ali, eşini kurtarmak için başından beri, hiç yapmadıklarını yaparken, insan hem o performansa hayran kalıyor, hem de kendini Ali’nin yerine koyup bir düşünüyor. Sizi bilmem ama ben “Ali’nin yerinde olsaydım ne yapardım?” diye soruyorum kendime ister istemez

Bu bölümün en şık ve duygusal sahnesi, kesinlikle açık görüşte Meleğin Ali’nin omzuna yatıp içini döktüğü sahneydi. Çok güzel düşünülmüş ve çekilmiş. Ancak Tuba Büyüküstün’ün ses tonunu kullanmada çok başarılı bulmadım ben o sahnede. Yaşadıklarını anlatırken o zorlanmadı ama Ali çok zorlandı..İlker Aksum gerçekten her sahnenin hakkını veriyor..Yine de küçük detaylara takılmayalım ve bölümün en baba sahnesi olarak bir kenara yazalım..

Necmettin bey ve onun oğlu hakkında verdiği karar üzerine kurulan bu bölüm, ağırlıklı olarak oğlu ve kendisinin ilişkisini inceledi. Bu arada erkek  olmak için traş olmak yeterliymiş bunu da anladık. Gelelim Necmettin beye..Kötü biri, üstelik kalbi de taş gibi..Kötünün de kötüsü yani..Sen kalk, Yağız’ı, daha miniminicik bir yüreği karşına al, ben sizin düşmanınızım, yok başınıza gelen her şey benim yüzümden gibileriden saçmala. Kusura bakmasın kimse, o sahne tam bir fiyaskodur benim gözümde. Küçücük bir çocuğun karşısında intikamdan, düşmanlıktan söz etmek, kim olursa olsun, acısı ne olursa olsun asla yapılmayacak bir durum. Ayrıca sayın Necmettin beyin “kötülerin duası kabul olmaz” cümlesine de şiddetle itiraz ediyorum. Zira böyle bir şey söylemek, kötülük yapana, “nasıl olsa sen kötüsün,  duan da kabul  olmaz, yaptığında affedilmez, yap yapabildiğin kadar “demek gibi bir şey. Dolayısıyla repliklerin biraz daha özenli olması gerektiğini düşünüyorum..

Son sahnede Akrep kardeşimiz, Meleği bıçakladı. Yarabbim başka lakap mı bulamadınız anlamadım ki..Akrep burcu bir insan olarak, sevgili burcuma hakaret olarak algıladım bunu ben..Günay Karacaoğlu, Allah için rolünün hakkını verdi..Bugüne kadar hem sevimli, sempatik, komik rollerde izlemişken, onu birden bire böyle Akrep kılığında görünce önce bir şok  oldum ama, hemen gözüm alıştı. Ve fakat Akrep kardeşim, o plastik kaşıktan bıcağı yaptın anladık. Banyoya gittin, öyle insanın gözüne göstere göstere üzerine yürünür mü? Sen dua et, Melek ile arkadaş öyle bakıp kaldılar. Yahu kadın almış Meleği ayaklarının altına, elinde o şekilsiz nesne, o anda arkasından bir Allahın kulu çıkıp ta kafasına hamam tasını indirmedi niyeyse..Elleri armut mu topluyordu hamamın ortasında bilemedim ki..
Bu arada maşallah Necmettin beye hizmet etmeye gönüllü ne çok insan varmış..İşte az kişilikli insan, çok parayla satın alınır. Buda Siyah İnci’den bir atasözü olsun canlarım.

20 dakika için bu haftalık söyleyeceklerim bu kadar..Haftaya görüşmek üzere…


Siyah İnci’den sevgiyle…









29 Ocak 2013 Salı

Karadayı’nın aşkları da tuhaf, aşıkları da..

  
      Karadayı yazısı için uzun zamandır bekleyen canlar var. Bende hep yazayım dedim ama bu aralar hangi birine yetişmek mümkün. Bu sebeple, sırada başka bir yazı fikri olmasına rağmen, Karadayı bölüm notlarını öne almaya karar verdim. Bakalım bu hafta dizimizde neler olmuş.

      Öncelikle dizinin ekseni son iki haftadır niyeyse Mahir-Feride aşkına odaklandı. Nazif Babayı bu bölüm neredeyse hiç göremedik. Konunun hayli sıkıntılı bir konu olduğunu daha önceki yazılarımda yazmış ve hikâyenin çok iyi geliştirilmesi gerektiğini söylemiştim. Şimdilik Nazif babayı bir kenara bırakıp Mahir ile Feride’nin aşk meşk muhabbetlerine ağırlık verilmesi de, sanırım asıl hikâyenin uzatılması için yapılmış ikinci yan hikâye diye düşünüyorum. 

      İyi hoş, Mahir yakışıklı, Feride güzel. Ayten ise cidden Kuzey&Güney’in Handan Hanımı olma yolunda hızla ilerliyor. Sen kalk git, Feride’ye aramızdan çekil de. Sanki aranızda bir şeyler kalmış gibi. Böyle çocuksu haller hareketler, bizim lise çağlarında kaldı diyordum. Gerçi dizinin hikâyesi günümüzde geçmiyor ama ben Ayten’e sinir olduğumdan mıdır nedir, pek gözüme battı adliye koridorlarında Feride’ye aramızdan çekil demesi. Ayten kızım, sen boyuna posuna bir bak, bir de Feride’ye bak. Hele hele Mahire bir bak bakalım. Yanında Pazar torbası kadar kalıyorsun. Her şeyiniz uysa boyunuz uymuyor yavru kuş. Sen en iyisi, çık sahneye kuşlar gibi şakı. Zaten bu gidişle sana da başka bir gelecek görünmüyor. 

      Ben bir de bunu hiç anlamam. Gerek dizilerde, filmlerde, gerek gerçek hayatta. Buna benzer bir sahne geçtiğimiz haftalarda Kuzey&Güney’de de vardı. Handan Hanım gitti, Sami beyin yeni aşkına oturdu bir güzel kötüledi. Yahu siz bunu yapınca, giden sevgiliniz, kocanız size mi dönecek koşa koşa. Ne amaçla yapıyorsunuz, kötüleyince elinize ne geçecek, hadi birinden ayırdınız, ömür boyu her sevgilisi ile mi uğraşacaksınız. Saçmanın da saçması artık bu durum.

      Neyse, haydi Ayten basit mahalle kızı. Tek hayatı çarşı, Pazar, bir de Mahirlerin evi. Feride’ye ne demeli. Yahu okumuşsun, koskoca hâkim olmuşsun, kaç yaşına gelmişsin, yakışıyor mu böyle havalar, tripler, kaprisler kocaman hâkime hanıma. Şimdi kızmayın sakın, aşk söz konusu oldu mu ne hâkimlik kalır, ne bakanlık o ayrı konu ama Feride’nin o mızmız halleri de benim hayli sinirime dokundu. Susmalar, kaçmalar gitmeler falan. Sanırım Feride kızımızın hayatında kimse olmamış, oda hazır birini bulmuşken, tecrübe olsun, şunu bir peşimden koşturayım bakayım nasıl olacak diye düşündü. Hayır, Mahir’in de suçu olsa. Anlamadan dinlemeden resmiyetler, resmi konuşmalar falan. Hiç Feride’nin ağırlığına yakıştı mı yahu. Ben yakıştıramadım. Bir de kalktı dedi ki, Aşk nazlı olur. Yahu nazlı olan aşk değil, kadınlar bunu bir türlü anlayamadık gitti. Aşka atmayalım lütfen her suçu.

      Mahir de ayrı dangalak kusura bakmayın. Sen kalk Feride’nin peşinden koş, kapısında soğukta, ayazda bekle, sonra eve git, iş için telefon aç. Yazık Feride ablamızın, yüzü çok umutlanmıştı, aydınlanmıştı ama sevinci kursağında kaldı.

      Al bak Yasin Komser’e... Songül’ün aşkının hatırına, Mahir ile can düşmanlığını bitiriverdi. Aşk bu kardeşim, yeri gelir düşmanınla bile barış yaptırır, hatta barışı bırak, işbirliği bile yaptırır Başından beri Yasin’e kötü olmayı yakıştıramamıştım ben. Meğer sebebi varmış. Köstebeklik yapıyormuş suçluların arasında. Daha önceleri bir yorumumda demiştim. Aşk, Yasin Komser’i bile iyi yapar diye. Meğer adam zaten iyiymiş. Yeni haberimiz oldu çok şükür.  Ne yalan söyleyeyim, ben Yasin’in istediği gibi yardım edemese de, Mahir’e destek olmasına bile çok sevindim.

      Gelelim cancağızıma... Şaka maka bu kelime dilimize yerleşti. Sizi bilmem ama ben çevremden, arkadaşlarımdan ve dahi zaman zaman kendimden bile duyuyorum. Kelimede sıkıntı yok, ama sahibi hayli sinir bozucu… Biri bana söyleyebilir mi acaba, Savcı Turgut’un sürekli Nazif babayı suçlamasından, bulunan delillere itiraz etmesinden niye hiç kimse şüphelenmiyor. Yahu adam senin ne zorun var bu Nazif baba ile diyen yok niyeyse. Aynen, akıl küpü kızımız Feride’nin Mahir Kara ile bir türlü karşılaşmaması gibi. Yahu insan en azından merak eder, bu adamın evi belli, yurdu belli, bir Mahir Kara fırtınasıdır gidiyor, kalkıp Salih’in evini barkını araştırmaya gidene kadar, şu Mahir Kara’yı bir bulayım demiyorsun niyeyse. Feride’yi bırak, kimsenin öyle bir telaşı yok. Sanırım mahkeme günü ortaya çıkacak bu konu. Gerçi o durum da sakat, zira Mahir’in kimliği ortaya çıkınca, işler daha sarpa saracak gibi görünüyor.

Bu hafta çok fazla bir gelişme olmadığından, şimdilik bu kadar yetsin diyelim. Önümüzdeki hafta mahkeme var. Eminim önümüzdeki haftaya konuşacak çok sözümüz olur diyerek yazımıza burada son verelim.


Siyah İnci’den sevgiyle…



28 Ocak 2013 Pazartesi

Pargalı gitti..Kavga bitmedi..



 
            Pargalı İbrahim... Tarihe olduğu kadar, Muhteşem Yüzyıl’ın son üç bölümüne de damgasını vuran güçlü karakter, tarihi gerçekliklere uygun olarak idam edildi. Seyircisinin büyük bölümüne kalsaydı, ya da tarihte böyle bir olay yaşanmasaydı, muhtemelen Pargalı İbrahim karakteri dizide daha da uzun süre yer alırdı. Zira son zamanların en karizmatik, en çok sevilen ve aynı zamanda Hürrem hayranlarının da en çok nefret ettiği bir karakter olan Pargalı İbrahim’in Okan Yalabık tarafından çok ama çok şahane canlandırılması da, karakterin önemini biraz daha arttırdı. Gerçek Pargalı bu kadar karizmatik miydi tartışılır, ama Okan Yalabık, senaryoda eline aldığı karakteri yüreklerimizin içine kadar sokmayı başarmakla kalmadı, oyunculuğunun da ne kadar takdir edilesi olduğunu hepimize ispat etti. Çok kişi öldü bugüne kadar Muhteşem Yüzyıl’da. Ama hiç biri bu kadar etkili olmadı..Dizinin bana göre en iyi oynayan birkaç oyuncusundan biri olarak, Av Mevsimindeki Çaylak Polis Hasan karakterinden, Muhteşem Yüzyıl’ın Pargalı İbrahim rolünü yüreğimize gözlerimize soka soka oynadı gerçekten..Kendisi gibi, sansasyondan, magazinden uzak pek çok şahane oyuncunun, işte yeri geldi mi böyle oyuncuğunu konuşturması gerektiğini de kibarca anlatmış oldu. Ve eminim ki, Pargalı’dan sonra doğan boşluk kolay kolay dolmayacak ve dizinin işi hayli zorlaşacak. 
    Son üç bölüm, Kanuni’nin, Pargalı’nın ve Hatice Sultan’ın devleştiği üç bölüm oldu..Üç haftadır dizi, Pargalı’nın yaklaşan sonunun da sebebiyle, onun üzerine kurulmuştu. Kaçınılmaz sonunu bilsek te, yüreğimiz elvermedi. Ben dizide pek taraf tutmasam da, Pargalı İbrahim, Mahidevran, Şehzade Mustafa üçgenine sanki birazcık daha sempati duyuyorum. Bu yazı belki okuyucularıma gecikmiş gibi gelebilir. Ama Pargalı’nın idamının ertesinde yaşananları da yazmak istediğimden tüm olayı seyredip yazmak istedim..

            Kanuni’yi oynayan Halit Ergenç için ne söylenebilir bilmiyorum. Cidden çok dramatik bir olaydı Pargalı’nın idamı ve Halit Ergenç bunu ekrana çok güzel yansıttı. Seyrederken, şu sahneleri Meral Okay’da görmeliydi diye düşündüm. Üstelik bu sahneleri o yazsaydı kim bilir nasıl olurdu demeden de edemedim. Can yoldaşının ölüm kararını vermek çok zor olsa gerek. Bunun ızdırabı, vicdani muhasebesi, kararlılığı, üzüntüsü, hüznü her şeyi Halit Ergenç’in yüz ifadesinden gözlerine kadar bütün mimiklerine yansımıştı. Ve yüz şekli ile bizim ruh halimizi yöneten bir başarıyla oynadı rolünü . Pargalı’nın ölümünü bu derece hüzünlü hale getiren bir etken de, Sultan Süleyman’ın ruh halidir elbette.

   Hatice Sultan kuşkusuz en son bölümün yıldızıydı benim nazarımda..Delicesine sevdiği ve ne yaparsa yapsın affettiği biricik eşini kaybetti. Bir gecede..Birkaç saatte..Şimdi ölümün hem yaraladığı, hem yarım bıraktığı bir aşk onunkisi..Ekrandan yansıyan acısını yüreğimizde hissettirdiği, ağlayan kıpkırmızı olmuş gözlerinden acının fışkırdığı Hatice Sultan ve onu canlandıran Selma Ergeç kesinlikle bu haftanın en şahanesi idi..

            Ya Nigar..Pargalı’yı belki Hatice’den bile çok sevmiş olan Nigar..Aşkı için her şeyi göze alan, evladına hasret, sevdiği adama hasret yaşamaya mahkûm olan Nigar...Elbette ki, Pargalı’nın herkesten gizlenen mezarına gidip, orada dua etmek onun hakkıydı..Çünkü aşk denilen şey, tam olarak Nigar’ın başına gelendi..Başından beri Nigar ile İbrahim’in aşkı gizli, yasak ama gerçek bir aşktı. Pargalı’da onu gerçekten seviyordu..Ama Pargalı’nın yükselişi, bu aşkında sonunu getirdi..Yüreklerinde bitmese de, aralarında evlatları sayesinde bir bağ kurulsa bile, o hayatın ve kuralların içinde imkânsızdı onların aşkı. En sonunda da Nigar’ın, Pargalı’nın mezarının toprağını son kez okşaması ve ellerini açıp onun için dua etmesiyle hüzünlü bir hikâye olarak yerini aldı yüreklerde..

            Pargalı, bir yandan kibrinin ve iddialı sözlerinin, bir diğer yandan da, kalbi aşkla dolu olduğu kadar iktidar hırsı ile dolu Hürrem’in oyunlarının kurbanı oldu…Niyeti Sultan Süleyman ile yarışmak mıydı, bilemeyiz..Ama bildiğim bir gerçek var ise, Pargalı İbrahim’in boşluğu, Malkoçoğlu ile falan dolmaz..Bu sezon Şehzade Mustafa’da idam edilecek ve dizinin diğer önemli bir karakterini daha üzüntüyle kaybedeceğiz.

            Pargalı İbrahim ve saçını sakalını onun sarayının bahçesinde bırakan Okan Yalabık, eminim uzun süre konuşulacaktır. Dizinin bundan sonrası Hürrem hayranları için daha keyifli olurken, Pargalı hayranları için çekilmez olacaktır. Çünkü Pargalı’yı idam ettiren Hürrem, bundan sonra iktidarda gizliden gizliye çok etkili olacak ve giderek daha da güçlenecektir. Bakalım Hürrem Sultan üç günlük saltanat için daha kaç kişinin canına kıyacak..

            Siyah İnci’den sevgiyle..

            www.twitter.com/blackpearl42

19 Ocak 2013 Cumartesi

Timsah timsah olalı, böyle gözyaşı görmedi...




             Çok farklılar..Hep farklılar..Biri görünüşte çok makbul, öbürü çoktan mahkûm..Kuzey ile Güney, gece ile gündüz kadar uzaklar birbirlerine karakter olarak..Kuzey öfkeli olduğu kadar içindekini saklamayan, yüreğinde ne varsa ortaya döküveren biri..Sadece Cemre söz konusu olduğunda içine atıyor her şeyi..Ama Güney..Her ortamda, her ilişkide başka bir adam..Yüzü gülerken içinde neler oluyor anlamak asla mümkün değil..Bu defada yanıltmadı beni..Gözlerine gözyaşını, kalbine planlarını çoktan yerleştirmişti..Bu haftanın yıldızı şüphesiz ki Güney ve bir o kadar da Buğra Gülsoy idi..Ancak bu konuyu yazının sonuna sakladım..Gelelim diğerlerine..

            Kuzey&Güney’in Ferhat’ın ölümünden sonra temposunun epey düştüğü gözle görülüyor. Bir takım şirket planları, halka açılmalar, bu arz olayının bedelini Barış ile evli olan Cemre’nin ödemesi, Kuzey’in her defasında itelediği Cemre’nin umutsuz bakışlarının verdiği bunaltıcı havadan sizleri bilmem ama ben yoruldum bu aralar..Her an ters köşe yapma telaşı ile kimin kim olduğunu bile karıştıracağız yakında..Ferhat’ın katilinin Burak mı, Güney mi tartışması yeterince zihnimizi yorarken, bir üçüncü şüpheli daha çıkıverirse şaşırmayacağım gerçekten..

            Bütün bunların üzerine, hiç anlaşamayan ve sürekli bir kavga eden çift olmalarına rağmen, Handan ile Sami beyin birbirine çok yakıştığını düşünen ben, Sami Bey’e yaşatılan gereksiz ve anlamsız aşk ilişkisinden de hayli rahatsızım. Handan Hanım ile ikisi birbirini tamamlıyorlar bana göre..Ama içimden bir ses, Handan ile Sami Beyin tekrardan barışacağını ve benim buna çok güleceğimi söylüyor…

            Aynur ve Sami ise birbiri ile hiç alakası olmayan iki insan..Handan Hanım’dan sonra, böyle sakin sessiz mütevazı bir karakter yazılması çok normal elbette. Handan Hanım gibi bir tip olsa değişiklik olmazdı. Ve fakat niyeyse Sami ile Aynur’un o yılbaşı resminde bile beni rahatsız eden bir oturmamışlık var..Sanki birbirine geçmeye çalışan ama bir türlü yerlerine oturtamadığımız bir oyuncak misali..Belki Sami babayı sakin sessiz bir hayata yakıştıramıyorum kim bilir..Diyeceğim o ki, Sami ile Aynur, olacak iş değil..

            Zeynep kızımız, her nedense, o iyilik dolu kalbe sahip kızdan, bir anda Küçük Sırlar’ın entrikacı Ayşegül’üne dönüşüverdi. İyilikten şeytanlığa çok hızlı geçiş yapan Zeynebin hızına ben bile yetişemedim..Hangi ara bu kadar kötü oldu anlamadım. Hoş, zaten Merve Boloğur deyince iyi bir karakter yakıştıramıyorum ben ona..Zira kötüyü en iyi oynayanlardan biri o..Bu haftanın beni keyiften dört köşe yapan sahnesi elbette ki, Kuzey’in Zeynebe haddini bildirdiği sahneydi. Kuzey her zamanki dobralığıyla ve yarım yamalak toparladığı cümleleriyle, Zeynebe Zeynebi anlatırken, bir oh çekmedim desem yalan olur..

            Zeynep-Kuzey ilişkisinin artık gerçekleşmeyeceğinin keyfini sürerken, bir anda Barış-Melda ikilisinin aşkına şahit olacağız demiştim ki, hevesim kursağımda kaldı. Melda cidden şahane bir manevra ile Barış’a kibarca haddini bildirirken, ne kadar zeki olduğunu da göstermiş oldu elbette. Barış’ın Melda’ya olan ilgisinin şirket menfaatleri içeren bir yakınlık olduğu öylesine aşikâr ki, insan gülmeden edemiyor. Melda’nın kapısının önünde, dudakları ile neredeyse kapıyı öpen Barış, bu haliyle beni de çok güldürdü..

            Diğer iki âşık adayımız olan Şeref ile Demet ise, henüz birbirlerinden hoşlandıklarını söyleyebilecek cesarete sahip değiller..Kendilerine bile itiraf ederken zorlandıkları bu durumu, etraflarına nasıl açıklayacaklar merakla beklemekteyiz. Açıkçası Demet ile Şeref birbirine çok uygun görünüyor. En azından aynı acılardan geçmiş olmanın verdiği ortak bir yan var..Birbirlerine yakıştırıyorum ben ikisini de. Malum, Ali kardeşimizin yerini alamamış olsa da, en azından onun boşluğunu az da olsa doldurmayı başardı Şeref. Henüz tam olarak Kuzey’in en sağlam dostu olarak gözümüz alışmadı ama görünen o ki, Şeref bu tahta aday olmuş çoktan. Demet ile ilişkisi duyulunca Kuzey’in yeni fırtınalarından birine kapılmazsa tabi bu taht..

            Hani bazen insanların dibe vurma anları olur ya hayatta..İşte Simay deyince sanırım en iyi tarif bu olur. Sürekli olarak, insanlara günlerini göstereceğini söyleyen Simay, asıl bataklığa kendi düştü farkında mı acaba..İnsan fazla büyük konuşmamalı işte. Ailesini kaybetti, eşini dostunu ve en önemlisi ona belli bir güç sağlayan Ferhat’ı da kaybetti, üstelik geçmişte yaptığı her kötülük şimdi tek tek karşısına çıkıyor, oda yetmezmiş gibi, ne olsa Simay’dan biliyor Kuzey..Simay’a bütün bunlar ağır gelmiş olacak ki, geçmişinden sıyrılmak ve soyunmak kurtulmak istedi sanırım. Ve fakat geçmişten sıyrılmayı kıyafetlerinden sıyrılmak olarak anlamış olacak ki, kendini striptiz yaparken buldu kötülükler kraliçemiz. Kuzey’de onu striptiz yaparken buldu üstelik..Herhalde Simay için kelimenin bittiği yer burası olsa gerek..

            Gelelim Banu’ya..Ne yaptılar ettiler, kızı elbirliği ile delirttiler sonunda. Zayıflayan sinirlerinin ayarını kaybedince hastaneye yatan Banu için önce üzüldüm gerçekten. Ama Güney’in içten içe hazırladığı oyunun kurbanı olduğunu görünce daha da çok üzüldüm..Banu’nun durumu gerçekten kritik ama sanırım onun için planlar kuran Güney’in unuttuğu iki isim var..Barış ve Ebru Hanım..Aralarındaki şiddetli savaş şimdi başlayacak sanırım..

            Ve Güney elbette..Yazımın başlığını ona ithaf ediyor ve tekrarlıyorum..Timsah timsah olalı böyle gözyaşı görmedi Güney..O nasıl bir sahtelik ve bu sahteliği nasıl başarılı bir gizleyiş..Hastanede babasına sarılıp ağlarken ki bu haftanın en duygusal sahnesiydi, gerçekten üzüldüm önce onun için. Güney her şeye rağmen, ailesinin çok yalnız bıraktığı biri..Başarısı arttıkça yalnızlığı da çoğalıyor. Ama Güney sonuna kadar bunu hak ediyor canlarım..Evine dönüp hüzünlü konuşmalar yaparken,ağlayıp gözyaşı dökerken, yok dedim bu Güney olamaz. Çünkü Güney bu kadar duygusal olamaz..Nitekim haklı da çıktım. Meğer kendini bu kadar zor, yalnız, acınacak durumda gösteren, gözü yaşlı Güney kardeşimin planları çok başkaymış..O aslında Banu’nun vekâletinin peşindeymiş..Güney, eşinin vekâletini almak için konuşup planlar yaparken, ister istemez Güney’in sonunu düşünmekten alamadım kendimi. Güney için iyi yanları da var diye düşünsem bile, kötü yanı daha ağır basıyor..Zira bu kötü yanını o çok iyi gizlemeyi başarıyor..Onu daha kötü ve tehlikeli yapan da bu zaten..

            Umarım Güney’in foyası yakında ortaya çıkar ve oda Simay gibi layığını bulur diyorum ve bu haftalık Kuzey&Güney için bu kadar yeter diyorum..

            Siyah İnci’den sevgiyle…

            www.twitter.com/blackpearl42