11 Haziran 2016 Cumartesi

Efsane dizi Karagül'ün ardından, dilim döndüğünce..

Ve efsane dizi Karagül, 4 sezon sonunda dün akşam veda etti ekrana ve izleyicilerine..
Meğer ne kadar yer etmiş içimde..Son sahneden sonra kalakaldım ekran başında öylece..
4 sezon boyunca hep zirvede…
Anlattığı hikâyeler dolaştı hep dillerimizde…
Her gerçeği önce gözlerimizin önüne serdiler, sonra yüreğimize..
Aşklarıyla, analarıyla, acılarıyla, iyisiyle kötüsüyle…
Her bir karakteri , her birine ayrı bir yazı yazılsa, sayfalarca anlatılacak derinlikte..
Dilden ötede, gönüllerin içinde..
Anlatamayız gerisini Karagül izlemeyenlere..
O halde, izleyenler için dökelim kalemin uçundan Karagül’ü, dilimiz döndüğünce…

Şahsi fikrimi belirteyim ki, izlediğim en iyi finallerden biriydi Karagül finali, adına yakışır bir final yaptılar, öyle aceleye getirilmemiş, her hikâyenin sonu bağlanmış, ölenler bir yana, kalan karakterlerin hepsini derli toplu bir araya getirmişler. Finalde iyiler kazandı, kötüler kaybetti. Seyircinin istediğini verdiler, ağlattıkları kadar izleyicinin yüzünü güldürdüler, özene bezene yapılmış bir final olmuş..Ben ağlayarak ve anlamaya çalışarak izledim finali…Özellikle Baran ile Ebru’nun kavuştuğu sahnede ağlamayan kalmadığına eminim. Zaten final bölümünün çarpıcı iki sahnesi, Baran’ın Ebru’ya “anne” dediği sahne (yazarken bile içim titriyor) ile Asım ile Kendal’ın buluşma sahnesiydi..

Bu kadar hikâyenin sonunu doğru düzgün bağlamak kolay iş değil..Ekibin neden 4 sezon boyunca bu kadar büyük bir başarı sağladığını buradan da anlıyoruz.

Final için tek eleştirim, Baran’ın karar verme aşaması fazla uzundu, o sancılı bölümleri kısa kesip, mesela Ada’nın nişanı için bir sahne yapılabilirdi, finalde ağırlık Kendal ve Baran’a verilmiş, diğer karakterlerin hikâyeleri biraz kısaltılmış böylelikle…Ama mesela aradan geçen 2 yılı, ekranın altına yazmaktansa, Özlem’in çocuğunun doğum günü pastasındaki 2 rakamı ile izleyiciye sunmak, çok zeki ve şıktı doğrusu..

Gelelim efsane dizimize…

4 sezon boyunca aslında bir ana-oğul hikâyesi izledik, dizinin ana teması buydu ama araya öylesine kadın hikâyeleri yerleştirilmişti ki, her biri ayrı dert oldu içimizde.

Anaları vardı Karagül’ün her biri bir diğerinden ayrı dertte..Her biri analığı öğretti bize farklı açılardan.

Emine ile bir annenin fedakârlığını ve sabrını öğrendik, Sibel ile çaresizliği, Ebru ile güçlü olmayı, direnmeyi, Özlem ile evlat acısını, Narin ile sevgiyi…

Ve tüm bunların toplamı olan Kadriye ananın konağı dimdik ayakta tutan heybetini..

Karagül, dünya üzerinde nasıl tek ve eşsiz ise, Karagül anneleri de öyleydiler..Benim anneler arasındaki favorim, Asım'a hem anne, hem baba olan Emine anne idi. Hülya Duyar, öyle nefis oynadı, öyle şahane sahip çıktı ki oğluna, her ikisini de yüreğimizin içine sımsıkı alıvermek geldi izlerken..

Gençleri vardı Karagül’ün, her biri bir diğerinden farklı problem yaşayan..Aslında hayatın içindeki pek çok gencin hikâyesini anlatan.

Ada gibi isyankârdır kimileri, kimileri Baran gibi öfkeli ya da Maya gibi uysal ve destekçi..Ayşe gibi kabuğunu kırmaya çalışan, Melek gibi bir damla sevgi arayan, Serdar gibi ne olduğunu arayan, Emre gibi tüm çevresine mutluluklar saçan pek çok genç karakteri tanıdık, sevdik, bağrımıza bastık, onları anlamaya çalıştığımız da oldu, kızıp öfkelendiğimiz de..

Aşkları oldu Karagül’ün ..Her biri ayrı hüzün, her biri ayrı gözyaşı oldu gözlerimizde, bir aşkın bedelinin ne kadar ağır olabileceğini gördük Murat ile Ebru aşk hikâyesinde. Murat’ın Ebru ile beraber olabilmek için yaptığına, Baran’ı Ebru’dan koparıp Narin’e vermesine, fedakârlık mı diyeyim, hata mı diyeyim, hala tereddütteyim.

Melek ile Sabri aşkı ise hayli hüzünlü bir hikâye oldu, zaten dizinin başından beri Melek ve onun aşkları hep hüzün ile bitti. Konağın ve ailesinin içine sıkışıp kalmış bir genç kızın, her hayalinin suya düşmesi, abisinin baskısına boyun eğmek zorunda kalışı, sevdiği herkesi kaybetmesi, dayanılacak gibi değildi..

Baran ile Ayşe aşkı ise ilk sezonlarda çok keyifli giderken, yaşanan olaylar, bu aşkı çok korkunç bir bataklığa sürükledi adeta. Artık bu aşktan kimseye hayır gelmez dediğimiz anda bile, Baran ile Ayşe’nin bir çıkış yolu bulmasını istiyorduk aslında..Zira onların aşkı, dizinin en temiz, en masum aşkıydı..Hayli zor bir yolu yürüdüler beraber, çok fazla sınavdan geçtiler, çok fazla acı çektiler. Ama sonunda mutluluğu buldular, çok ama çok hak ettiler, Ayşe ile Baran için farklı bir final olsaydı, gerçekten çok üzülürdüm, itiraf edeyim..

Ada ile Serdar aşkı ya da Emre ile Maya aşkı, Baran ile Ayşe kadar titretmedi içimizi zira onlarınki hayatın içinde yaşayan masum temiz flörtlerdi, inişler çıkışlar, kavgalar kıskançlıklar derken, sürekli dram izleyen Karagül izleyicisinin arada yüzünü güldürdüler..

Özlem ile Kasım aşkı ise ciddi ciddi Karagül’e damgayı vuran aşklardan biri oldu. Çok ta yakıştılar, Özlem’in gencecik yaşta kendisinden büyük bir adama, öylece verilip konağın içinde adeta hapsedilen ve o acımasız hayatı yaşamaya zorlanan bir kadın olması, içimizi çok acıttı. Onun Kasım ile belki de ilk kez kalbinin atmaya başladığını, o aşkı yaşadığını görmek, her ne kadar evli bir kadının yasak aşkı olsa da, gözümüze batmadı..Çünkü Özlem’in yaşında bir kadının yeri o konağın içinde bir kuma hayatı değildi..Finalde, Özlem ile Kasım mutlu bir hayat kurdular, Ayşe ve bebekleri ile beraber mutluluğu buldular, bizim de istediğimiz resmi bize sundular..

Narin ile Oğuz aşkı ise, bir türlü kendini toparlayamayan bir aşktı, ne iyi olabildiler, ne ayrı kalabildiler, en sonunda Narin’in ölümü ile noktalanan bu aşk hikâyesi, dizinin en derin ve hüzünlü aşkı idi diyebilirim..

Tüm bu kadınlar, gençler, aşklar bizi içine aldı ve çok etkiledi zira biliyorduk ki, tüm bu anlatılan kadınların hayatları bir yerlerde, yaşanmakta. Karagül, gerçeği gözümüzün içine soktu, çekinmeden, saklamadan sundu. Çünkü dizinin dışında, gerçekten de bu hayatlara razı bırakılan kadınlar, genç kızlar, analar vardı ve biz aslında tüm bu kadınların hikâyeleri sayesinde, ne kadar şanslı olduğumuzu da anladık..

Ölümler de oldu Karagül’de..Hem de finale doğru arka arkaya kaybettik karakterleri. Sibel, Melek, Narin, Fırat, Mehdi derken, ben bir ara finalde kimse kalmayacak zannettim ama neyse ki korktuğum gibi olmadı..Bana göre en etkileyici ölüm, Narin’in ölümüydü, isteyerek ve her şeyden vazgeçerek gittiği ölüm, Narin karakterini çok sevmesem de, beni çok etkiledi. Aslında Narin ile Oğuz aşkının mutlu sona gitmesini dilerdim ama Narin yaşadığı sürece, Ebru ile Baran için mutlu bir son olmayacaktı, bu yüzden Narin’in ölümü hüzünlü ama gerekli bir ölüm idi..

Dizinin en iddialı sahneleri, rüya sahneleriydi ve şahsen bu kadar çok dizi izleyen biri olarak, açıkça ifade edeyim, Karagül bu konuda da bir ilk oldu. Hayli gerçekçi ve çok özenilmiş rüya sahneleri vardı Karagül’ün başından sonuna kadar, rüya konuları çok ilginç seçilmişti, konseptlerin her biri inanılmaz başarılıydı, rüya sahnelerinin yerini son iki bölüm Kendal karakterinin halüsinasyonları aldı ve bu noktada da Karagül bir kez daha akıllara kazınacak sahnelere imzasını attı.

4 sezon boyunca dizinin Halfeti’de çekilmesi, karakterlerin neredeyse tamamının kadroda olması Karagül izleyicisine hikâyenin çok gerçekçi sunulması anlamında, elbette büyük başarıydı. Hikâyenin gidişatına göre ölen karakterler oldu elbette, ama kadro olarak, 4 yıl boyunca başka bir memlekette, otel odalarında ailelerinden, sevdiklerinden uzakta böyle bir fedakârlıkta bulunmak her ekibe nasip olmaz. Doğu bölgelerinde başlayan dizilerin pek çoğu, genellikle 3-5 bölüm sonra hemen İstanbul’a geçiş yapmasına rağmen, Karagül ekibi bu konuda da bir ilke imza atmayı başardı.

Halfeti deyince, şüphesiz ki, olayların, dramların arasında izlediğimiz o şahane doğal güzelliklerin adını anmadan olmaz..Yönetmen sevgili Murat Saraçoğlu’nun ve diğer görüntü yönetmenlerinin sunduğu bu görsel şölen alkışlandı ve dile getirildi zaman zaman..Bu arada final bölümünde, Murat Saraçoğlu’nun bir sahnede görünüvermesi de, dikkatli Karagül izleyicileri için bir sürpriz olurken, bu kadar büyük bir ekibin başındaki adam olarak, final bölümünde bir hatıra olarak yüreğimize kazındı.

Dizinin bir başka özelliği, elbette ki edebi sözleri ve felsefi konuşmalarıydı, ben bunu zaman zaman eleştirdim. Zira 7’sinden 70’ine hepsi hatip gibi konuşuyordu dertlendikleri zaman. Bazen çok uzun da konuşuyorlardı ama bir Kadriye ana var ki, dizi tarihinin Ezel’de ki Ramiz dayısından sonraki, en büyük filozofu olarak tarihe geçti eminim. Her söylediği bir ders niteliğindeydi, saatlerce konuşsa dinlenirdi, söylediklerini not aldığımız zamanlar bile oldu, bu elbette Şerif Sezer’in kusursuz oyunculuğu yanında, senaryoyu yazanların da başarısıydı…

Müzikleri de çok başarılıydı dizinin, 4 sezon boyunca çok fazla bir ekleme yapmadılar müziklere, genellikle aynı müzikler kullanıldı, bir iki yeni melodi eklendi ama temel aksiyon müziği zaten hepsine bedeldi.

Ve Kendal..Dizinin lokomotifi..Gelmiş geçmiş en sağlam kötü karakterlerden biri. Dedim ya yazının başında, izlemeyen anlamaz, bu kadar kötü olabilir mi insan diyorsun ama oturup bu adam niye böyle diye de düşünüyorsun. Dizinin başından sonuna kadar her sahnesini soluksuz izlediğimiz Kendal karakterinden nefret edemedik niyeyse. Yapmadığı kalmadı ama hikâye ilerledikçe ona hak verdiğimiz tarafları da vardı. Kendal için sayfalarca yazılabilir, onun tek amacı çok iyi bir baba olmaktı temelde. Babası bildiği adamdan görmediği sevgiyi oğluna vermekti, burada feodal yapının erkek çocuğa verdiği önemi de hissettirdiler bizlere, Kendal, kendisi yüzünden sakat kalan Asım’ın yüzüne bile bakmazken, sağlıklı bir erkek evlat derdindeydi aslında, ama ne istediği evladına kavuşup onunla bir ömür sürebildi, ne de yaptıkları yanına kaldı. Finalde, yüzüne bile bakmadığı Asım, herkes onu terk etmişken yanı başındaydı, Asım babasını koruyup kollarken, bu defa utancından bakamadı Kendal oğlunun yüzüne. Finalin belki de en çarpıcı sahnesi buydu..Kendal öldürdüğü tüm insanların vebalini taşıyamadı, vicdanını susturamadı ve gücünü perişanlığa teslim etti..İçimizden keşke tüm kötülerin sonu böyle olsa diye, dua bile ettirdi.

Dizinin oyuncu kadrosunda, her biri birbirinden usta oyuncular vardı, genç karakterler de onların sayesinde çok büyük yol aldılar, zoru başardılar..Tüm oyuncuları keyifle izledim başından sonuna dek, ama elbette benim de oyunculuk adına favorim olanlar oldu..

Kadriye Ana ve Şerif Sezer için söze gerek var mı..USTA !..Gelmiş geçmiş en etkileyici karakterlerden biri..Onunla oynayan tüm diğerleri, çok ama çok şanslıydılar bana göre..

Genç kızlardan Ayşe..Bu karakter gerçekten çok zordu, zira Ayşe’nin hikâyesi karman çorman ve acılarla dolu bir hikâyeydi, o psikolojiyi Sevda Erginci, zaman zaman konuşarak, zaman zaman ağlayarak, kimi zaman perişan, kimi zaman gençlik ışığıyla, çok güzel yansıttı ekrandan..

Genç erkeklerden Asım..Finalde Asım karakteri engellerinden kurtulup iyileşti ve normal bir genç delikanlı oldu. Normal yürüyen, normal konuşan Asım’ı görünce, Can Atak nasıl bir iş koymuş ortaya çok daha iyi anladık..Engelli bir insanı oynamak kolay değil, hele bunu 4 sezon 125 bölüm boyunca sürdürmek çok başka bir emek ister..Başından beri, Asım karakteri beni çok etkiledi, ona hiç kıyamadım, Kendal’ın her gözünün içine bakışında içim titredi, içindeki sevgi ve merhamet beni çok etkiledi, onun kendini o hale getiren babasına kin duymayışı çok büyük bir dersti bizlere,Asım için çok ağladım itiraf edeyim, final fragmanlarında takım elbiseli bir adam görünce Asım olsun diye içimden geçirdim, dediğim de oldu. Asım babasının görmeyi istediği ama artık elinden bile tutamayacağı bir delikanlı oldu, iyileşti, ama o zaten hep çok iyiydi..

Kadınlardan Sibel..Sibel’in hikâyesi beni çok etkiledi, özellikle kızıyla arasındaki hikâye, yaşamak isteyip yaşayamadığı tüm duygular, kızının yanı başında, ondan çok uzakta bir hayat kurmaya çalışması, yüreğimize oturup kaldı. Ebru Ojen oyunculuğu ile Sibel’i öyle anlattı ki, ben dizide analığı en iyi hissettiren karakterlerden bir olduğunu düşünüyorum..Yanlış anlaşılmasın, dizideki tüm analar çok özeldi ama ben kendimi Sibel’e daha yakın hissettim sadece..

Erkeklerden..Bilmem gerek var mı..Elbette ki Kendal karakteri, kötü deyince aklımıza gelen ilk karakterlerden biri olacak bundan böyle. Mesut Akusta, 4 sezon boyunca kötü bir karakteri ağzımız açık izletti bize ama asıl bombayı son iki bölümde patlattı. Kendal karakterinin Mehdi’nin ölümü ile başlayan çöküş sürecini öyle bir oyunculukla sundu ki, Kendal için üzüldük neredeyse..Şahsen dizinin ilk bölümünden itibaren gerek konuştuğu yerel şivenin başarısı, gerek oyunculuk performansı sebebiyle Mesut Akusta, alkışlanmayı sonuna kadar hak etti..

Alkışlamak demişken, tüm oyuncular, büyük bir özveriyle bize kocaman bir dünya sundular, Şamverdi konağı sakinlerinin sanki gerçekten yaşadığını hissettirdiler, her sahne özeldi, her duyguyu gerçekten yaşadılar ve yaşattılar, yüreklerini ortaya koydular, oynadıkları karaktere büründüler, hatasız , kusursuz bir oyunculuk ziyafeti sundular bizlere.

Karagül yazmakla bitmez demiştim başında..İzleyenler beni anladılar galiba..
Bu yazıda ismini anamadıklarım gönül koymasınlar lütfen bana…
Yazmayı unuttuğum bir detay varsa, affola..
Her birinin önünde eğiliyorum saygıyla..
Alkışlar tüm ekibe, yönetmenine, senaryosunu yazana, set ekibine, oyuncusuna..
Ve sonuna kadar hak edilmiş, asla unutulmayacak başarılarına…

Siyah İnci’den sevgiyle…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder