30 Kasım 2013 Cumartesi

Kaçak'tan aldığınız keyif hiç kaçmayacak !!!

Bazı diziler var…Seyrederken, konuya bile odaklanamadığım..

Bazıları ise izleyicisini alıp çok başka dünyalara götürebiliyor…Bir elin parmakları kadar bu tarz diziler..

Kaçak bunlardan biri…Özellikle bu haftayı seyrettikten sonra kendi kendime “Adamlar yapmış abi” dedim…Çok müthiş bir keyif aldım izlerken..İçimdeki şeytan, illaki de takılacak ufak tefek detaylar buldu..Ama genel olarak dizinin kalitesinin çok sağlam bir çizgide yürüdüğünü kabul etmek gerekir..

                Ertan kardeşimin, kelimenin tam anlamı ile kendi kazdığı mezara düşmesi şüphesiz ki, beni zevkten dört köşe etti..Bu noktada Berk Hakman için söylemem gereken iki cümle var..Suskunlar’ın psikopat Gurur komiserinden sonra, Kaçak dizisinde de pek normal olmayan bir karakterde izliyoruz onu..Cidden ayrı bir havası ve karizması var, çekiciliği inkâr edilemez. Üstelik fazlasıyla iyi oynuyor. Ama çoğu zaman bana Gurur Komser’i anımsatıyor. Umarım bir sonraki projesinde bu karakterden sıyrılıp bambaşka bir karakterde izleme şansı elde ederiz. Üzerine yapışıp kalmaz ise bu tarz roller, iyi olur diye düşünüyorum.

                Ben bu tarz dizilerdeki ince espri anlayışını çok seviyorum. Senaristin kaleminin ne kadar güçlü olduğu da böyle zamanlarda daha iyi ortaya çıkıyor. Sen kalk, Koskoca Topçuoğlu’nun eli silahlı damadını çiçek gibi toprağa ek..Sağlam sahneydi doğrusu. İyi de, Ertan kardeşim, sen niye silahını belinden çıkarıyorsun. Haydi çıkardın, ağırlık etmesin diye, niye gözünün önüne koymuyor da arkanı dönüyorsun silaha..Bu kadar profesyonel bir mafyaya, bu kadar acemice bir hata yakışmadı doğrusu. İşte sonunda çiçek gibi ekerler, yanına da cep telefonunu hediye ederler..Seninde tüm karizmanı yerle bir ederler..

                Dizideki en favori karakterlerimden biri Dadaylı elbette. Onun böyle kaba saba halleri, her an savaşmaya hazır heyecanı falan çok sevimli..Amma velâkin, Dadaylı’nın öyle tek başına kafasına göre bir çuval parayı sırtına yükleyip, araba almaya gitmesi oldu mu? Tamam, konumuz olan para, öyle böyle bir para değil, harcadığı devede kulak..Ama yine de Dadaylı az sorumsuz davrandı gibi geldi bana..Bu arada Doktor, Dadaylı ve Serhat üçlüsünün, birbirine çok zıt olup, bir aradayken müthiş uyumlu işler çıkarmaları da dizinin en iştah açıcı kısmı olsa gerek. Bazen kendi aralarındaki atışmaları, Behzat Ç.’nin efsane üçlüsü Harun-Hayalet-Akbaba muhabbetini anımsatsa da, karakterlerin hakkını vermişler Allah için..Serhat ve ekibi cidden şahaneler..Bu noktada haklarını yiyemem..

                Dizide en çok beni huzursuzlandıran kısmı ise Özlem Yılmaz’ın hayli geri plana atılmış olması. Serhat ile sancılı ilişkilerinin, hikâyenin asıl çıkış noktası iken, kurgu sanki biraz mafyaya açılan savaşa döndü. Nurgül geride kaldı..Dizi kaç sezon tasarlandı bilmiyorum ama bu sezonu böyle geçirdikten sonra, ikinci sezona kısırlaşabilir diye düşünüyorum. Dolayısıyla Serhat ile Nurgül’ün ilişkilerinin bir basamak daha öne alınması, hatta Serhat’ın intikam listesine, Nurgül için pek güzel şeyler düşünmediğini tahmin ettiğim Ertan kardeşimin kötü amaçları da eklenirse, dizinin zaten hareketli giden hikâyesi daha bir keyifli olur gibi geldi. Zira dizide kim kimden neyin intikamını alacak, iyice karışıyor gün geçtikçe. Araya ufaktan ufaktan sevgi, aşk muhabbeti de eklenirse, tamamen mafya savaşı görüntüsünden kurtulacaktır diye düşünüyorum. Ancak Allah aşkına, o bakkal mıdır, bakkal çırağı mıdır, Nurgül için böyle bir aşk , evlilik hikayesi falan çok  gereksiz görünüyor. Hele hele Serhat gibi bir adamla evlendikten sonra, Nurgül kızımızın böyle bir adama layık görülmesi de hiç hoş değil benden söylemesi..

                Gelelim bu haftanın en keyifli sahnelerine…Serhat’ın hayran bırakan cesareti karşısında ne yapacağını şaşıran Topçuoğlu ailesi, Burak kardeşimi gözden ırak bir yere saklamayı akıl etti. Öncelikle o şemsiye sahnesini yürekten alkışlıyorum. Cidden hayran kaldım. Burak kardeşimin evden çıkarılışı, üç adet aynı plakalı araca bindirilişi, üç aracında üç ayrı yola gidişi, cidden yazana, çekene, oynayana helal olsun dedirtti..Çok sıra dışı bir sahne olmuş gerçekten.  Ama koskoca Topçuoğlu’nun üç adama karşı adeta kocaman bir ordu toplaması da komik olmuş. Hele hele Burak kardeşimi, üç adamdan saklamak için kurulan düzene epey güldüm. İşin daha eğlenceli yanı, kurulan bunca düzen, onca koruma, her biri silahlı bir yığın adamı, Serhat ile Dadaylı alt etmesi oldu. Şimdi şöyle durup düşününce, çok saçma geliyor kulağa değil mi? İki adam bir orduyu alt etsin, ne saçma…Ama öyle bir kurgu, çekim kalitesi, aksiyon vardı ki, ağzım açık izledim..Hata kusur falan da aramadım, oturdum keyfini çıkardım…Volkan Kocatürk ve ekibi cidden iyi iş çıkarıyorlar..Işıktan, sese, görüntüden çekim açılarına kadar her biri kusursuz. Üstüne oyunculukta eklenince diyecek söz kalmıyor doğrusu..Üstelik, Serhat ile Dadaylı’nın Burak kardeşimi ele geçirmek için canları çıkmışken, ağacın arkasında oturan Nazmi’nin hiçbir sıkıntıya düşmeden Burak kardeşimi yakalamasına ne demeli…Biraz önce bahsettiğim o müthiş espri anlayışı tekrar devreye giriyor bu sahnede ve ben o gerilimli aksiyon sahnelerinden sonra, Serhat ile Dadaylı’nın çektiği sıkıntılara gülerken buluyorum kendimi..

Bu arada, koskoca Topçuoğlu malikânesinde , neden sadece İsmet Ali’nin odasında PC var? Neden bütün işleri, o bilgisayarın başında toplanıp halletmeye çalışıyorlar..Küçük bir soru..

Gelelim bu haftanın ikinci şahane sahnesine. Sokak çocukları için yapılan geceye, Serhat ve ekibinin bir alay sokak çocuğunu getirmesi, aynı zamanda çok çok sağlam bir sosyal mesaj da oldu doğrusu. Sokak çocukları için yapılan bir gecede, süslenip püslenip endam eden yüksek mevkili insanların, sözde yardım ettikleri çocukları görünce, adeta şeytan görmüş gibi korkup kaçmaları, sözde yardım yapmayı bilen ama yardım ettiği insanın koşullarını uzaktan seyretmeyi tercih edenlere de sağlam kapak oldu..Yürekten alkışlıyorum..

Ertan kardeşimin sonunu hazırlayan, son sahnede yine çok keyif aldım. Muhtemelen Serhat, sadece oğlunun intikamını değil, kaybettiği aşkının da intikamını almaya niyetli gibi geldi bana..Yürü be Serhat, kim tutar seni diyorum ve Kaçak dizisinin tüm ekibine, bu kadar güzel bir iş çıkardıkları için yürekten tebriklerimi sunuyorum..

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42



20 Kasım 2013 Çarşamba

Bugünün Saraylısı üstüne birkaç kelam..



ATV’nin yeni dizisi Bugünün Saraylısı için başladığı ilk hafta yazmak nasip olmadı. Aslında şimdilerde yeni dizileri hemen yazmıyorum. İlk bölümden belli olmuyor çünkü bazen..Ama bazı diziler de hemen ilk bölümden kendini gösteriveriyor.

Bugünün Saraylısı tanıtımlarını izlerken oyuncu kadrosu ile dikkatimi çekmişti. Ama ne yalan söyleyeyim, dizinin ilk iki bölümünü izledikten sonra, beni çok heyecanlandırmadığını fark ettim.

Dizimiz yine kitaptan uyarlama. Okumadım ben Bugünün Saraylısı kitabını. Aman iyi ki de okumadım zira kitaptan uyarlama diziler konusunda çok başarılı değiliz. Senaryonun başı ile sonu arasında dağlar kadar fark oluyor malum. Değil kitabı okuyanlar, yazarı bile kendi romanını tanıyamaz hale gelebiliyor. Dolayısıyla hikâye benim için yeni diyebilirim.

Benim için yeni ama bilindik ve klasik bir külkedisi hikâyesi aslında Bugünün Saraylısı. Başrollerde Selçuk Yöntem, Nazan Kesal, Serhat Teoman, Ali Ersan Duru gibi oyuncular var..
Mesela Selçuk Yöntem…Ben yıllardır tüm dizilerde bir İstanbul Beyefendisi olarak izliyorum Selçuk Yöntem’i. Oysa öyle bir oyunculuk gücü olan Selçuk Yöntem’i çok daha farklı ve iddialı karakterlerde izlemek isterdim. Bugünün Saraylısında yine aynı tarz bir karakterde karşımızda. Bana çok ilginç gelmedi o yüzden.

Kayıp Şehir’in Meryem annesi Nazan Kesal, hırslı, gururlu Üftade rolünde..Aşk ve Ceza dizisinden beri takip ettiğim Nazan Kesal, mesela bu dizide diğerlerinden çok farklı bir karakterle karşıma çıktı. Ne yalan söyleyeyim, tam da üzerine oturtmuş karakterini, hakkını yemeyelim. ..Oyunculuğuna Kayıp Şehir’de hayran olduğum sevgili Kesal, dizinin iddialı karakterlerinden biri..

Yine Kayıp Şehir’de izlediğimiz Cansu Tosun, dizimizin ana kahramanı Ayşen karakterinde bu defa..Tam bir taşralı, Anadolu kızı..Bir o kadar da saf ve temiz. Utanıyor ama neden utandığını bile bilmiyor. O kadar saf diyeyim ben size..Yazının başında da dedim ya, külkedimiz Ayşen. Anadolu’dan İstanbul’a jet hızıyla gelen ve bir o kadar hızla tek başına kalan Ayşen’in o ürkek kedi misali halleri bana fazla demode geldi..O da bir önceki karakterinden farklı değil. Aşağı yukarı aynı karakter..Belki o yüzden bana cazip gelmedi..

Dizinin iki yakışıklısı Serhat Teoman ile Ali Ersan Duru ise muhtemelen Ayşen ile kurulacak aşk üçgeninin iki kenarı olsa gerek..Esasen diziye ikisi fazla gelmiş benden söylemesi..Serhat Teoman tamam çok yakışıklı, bakmalara doyum olmuyor, dizide çok zengin bir mücevher üreticisi karakterinde çok başarılı, diğeri ise karizmatik Doktor Fatih rolünde..İkisini de severim, beğenirim, takdir ederim. İlk bölümlerden kaynaklanan bir yabancılık söz konusu olsa da, ilerleyen bölümlerde çok daha sağlam oyunculuklar çıkaracaklarını biliyorum.

Gelelim dizinin konusuna ve benim gözüme takılanlara..

 Selçuk Yöntem yani dizideki adıyla Ata Bey, işleri bozulunca yalısını satıyor. Yalıyı da Ata beyin eski kâhyası Yaşar Bey alıyor. Yaşar bey, kızı Ayşen ile yalıya taşınır taşınmaz kalp krizinden ölüyor ve ölürken de Ata bey’e Ayşen’in aslında kendi kızı değil, Ata beyin kızı olduğunu söylüyor..Olaylar da böyle başlıyor.

 Şimdi Ata beyin işleri niye bozuldu orası meçhul. O yalıyı nasıl satmaya kıydı o daha da meçhul tabii ki…Hadi yalıyı satıyorlar diyelim, eski bir kâhyanın koskoca yalıyı alması görülmüş şey değil doğrusu..Kâhya Yaşar, o kadar parayı nereden buldu diye düşünüyor insan. Hoş, ikinci bölümde bunun cevabı da veriliyor. Meğer bizim Kâhya Yaşar, müteahhit olmuş. Hem de ne müteahhit..Yaşadığı şehri neredeyse yıkmış, yeniden yapıyor, inşaat inşaat üstüne..Müteahhitlikte öyle kolay iş değil bildiğim kadarıyla, sadece tecrübe değil para da ister. Kâhyamızın o parayı nereden bulduğu da meçhul elbette. Ayrıca bu kadar zengin bir hayat süren Ayşen’in besleme hayatı da nedir lütfen..O kadar zengin olacaksın, babana çayı kendin yapacaksın. Gülerler adama kimse kusura bakmasın. 

Ayşen yalıya taşınıp ta, babası ölüverince, koskocaman yalıda tek başına kalıverdi. Pardon, tamamen yalnız sayılmaz. Bir de küçük kedisi var. İyi de, kocaman yalının kocaman bahçesi dururken, kediyi kapının önünde beslemek nedir anlayan var mı? Sanırım Fatih ile tanışması için ortam yaratma çabası olsa gerek ama komik olmuş doğrusu. Ayrıca o düşen bilezik numarası da çok eskimedi mi? Hiç mi başka tanışma yolları kalmadı artık günümüzde…Daha şık numaralar bulunabilir diye düşünüyorum..Neyse kızımız Ayşen, bir anda babasının servetine tek başına sahip oldu. Oldu da ne oldu…Demez mi, ben ev işini seviyorum yalıya yardımcı almama gerek yok. Cidden kahkahalarla güldüm artık, yahu koskoca yalıyı tek başına nasıl temizleyeceksin. Biraz gerçekçi olalım, gerçekçi hikâyeler yazalım. Hiç kimse, o kadar parası pulu varken, o kadar kocaman evi temizlemekle uğraşmaz, benden söylemesi..Çok saçma geldi bana o sahne dolayısıyla..

Dizide muhtemelen epey karışık aşk ilişkileri yaşanacağa benziyor. Yakında kim kime âşık, kim kimin peşinde takip edemeyebilirsiniz onu da ekleyeyim..

Diziyi seyrettikçe kafama sorular dolmaya başladı elbette her zamanki gibi…Mesela…
Kocaman sedef kakmalı kutuyu küçücük çekmecelerin içinde aramak neyin nesidir Ayşen kızım?

O şahane yalıların kapısının önünde çöp tenekesi yakışık almış mıdır ?

Doktor kardeşim Fatih, bir hastasını kaybetti diye doktorluğu niye bırakmıştır? Doktorluk, öyle hemen bırakılır mı bir hasta kaybedince? Bu kadar basit midir onca yılın emeğini çöpe atmak?

Kâhya Yaşar’ın Kayseri’deki inşaat imparatorluğunu kim takip edecek, idare edecektir?

Ayşen kızımız ile Savaş kardeşimin yalıları yan yana anladık ve fakat iki yalının bahçesi arasında neden kapı vardır? Savaş canı çekince, kapıyı açıp gelsin Ayşen’i öpsün diye mi?

Sözün özü canlarım, Bugünün Saraylısı, eğer Cumartesi günü seyredecek başka bir diziniz yok ise, vakit geçirmek için izlenebilir. Kaldı ki, Cumartesi akşamı karşısında Adını Kalbime Yazdım, Fatih Harbiye gibi güçlü rakipleri varken, Bugünün Saraylısı’nın işi biraz zor görünüyor. Emeklerine, yüreklerine sağlık elbette. Her işe harcanan bir emek var ve bu noktada bize düşen de yolu açık olsun demek kuşkusuz…

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42

11 Kasım 2013 Pazartesi

Huzur Sokağı, huzur bırakmadı...


                Geçen sezon başladı Huzur Sokağı..Ben ilk kez yazıyorum. Aslında bu yazıyı daha yazmaya başlarken de, çok tepki alacağımı biliyorum. Ve fakat beni sürekli takip eden okuyucularım bilir ki, ben yazılarımda, izlerken hissettiklerimi, gözüme gönlüme takılanları yazarım. Kimseyi aşağılamak, küçümsemek gibi bir amacım asla olmadı olamaz da..Beğendiklerimi, beğenmediklerimi tarafsız bir gözle yazmaya çalışırım.

                Geçen sezon birkaç yorum yaptım Huzur Sokağı için..Çok garip tepkiler aldım her iki çevreden de..Dolayısıyla geçen sezon hiç hakkında konuşmadım Huzur Sokağı’nın..Bu sezon ise fikrimi değiştirdim. Her türlü olumlu ya da olumsuz tepkiye hazırım ne yalan söyleyeyim. Sonuçta bunlar benim hissettiklerim…

                Öncelikle Huzur Sokağı’nın bugüne kadar izlediğim, romandan uyarlanan en kötü senaryo olduğunu söylemek isterim. Ben Huzur Sokağı kitabını üç kez okudum , iki kez geçmişte, bir kez de geçen sezon dizi başlayınca şöyle bir göz attım..Zira kendimden şüpheye düştüm, ben unuttum galiba dedim kendi kendime ama yok..İsminden başka, isimlerden başka bir benzerliği yoktu..Evet, birkaç karakter kitaptakine benziyordu ve fakat hikâye öylesine farklı idi ki, ben açıkçası geçen sezon, kitaptaki hikâyeden aldığım keyfi alamadım. Geçen sezon öyle gereksiz karakterler, gereksiz olaylarla asıl hikâye uzatıldı ki, dizinin ilk yayınlandığı günün heyecanı ve keyfi ne yazık ki, bitti..

                Hal böyle olunca, benim gözüme her şey takılır oldu dizide..

                Aslında dizinin oyuncu kadrosunda çok iyi oyuncular var..Bir Güven Hokna, her zamanki gibi şahane mesela..Kutsi, Bilal karakteri için biçilmiş kaftan..Nilgün Kasapbaşoğlu, bayıla bayıla izlediğim bir oyuncu..Yeşim Salkım deseniz, bir kadının her şeyi mi güzel olur..Sesi, kendisi ve de oyunculuğu..Fatma Karanfil ise, Feyza’nın dadısı rolünde şahane...Sinem Öztürk mesela…Şükran karakterini başka kim oynardı acaba bu kadar güzel..Sinem Öztürk, kapanmış hali ile çok daha güzel onu da dip not düşelim..

                Bu kadar iyi oyuncu arasına sen kalk Selin Demiratar’ı Feyza karakteri ile oynat..Dizinin ilk bölümünden 45.bölümüne kadar çok kötü bir oyunculuk sergiledi, böyle de gidecek besbelli..Tek kelime ile berbat kimse kusura bakmasın..Suratında ifade yok, duygu yok, gözlerindeki birkaç damla yaşta muhtemelen gözyaşı ilacı sayesinde oluşuyor..Hayatımda bu kadar dizi izledim,böyle kötü oyuncu görmedim..Bana göre Kutsi’nin karşısında onu oynatmak çok büyük bir hatadır zaten..

                Kutsi’nin de dublaj yaptırması ayrı konu tabii ki..Geçenlerde bir yazımda daha söz etmiştim. Dünyanın en berbat ses tonuna bile sahip olsa bir insan, kendi sesiyle oynamalı. Bu noktada, Kutsi’nin de inandırıcılığı yok olup gidiyor. Örneğin Fatih Harbiye dizisindeki Macit ile Neriman aşkı, ya da Kayıp dizisindeki Mehmet ile Özlem arasındaki elektriği izleyenler beni daha iyi anlayacaklardır. Feyza ile Bilal arasında o çok büyük olan aşk, nedense beni hiç heyecanlandırmıyor. Çünkü o duyguyu veremiyorlar ekrandan..

                Dizideki en önemli nokta, tesettürlü genç kızlarımıza çeşit çeşit modeller sunmaları. Öyle ya, kreşte çalışan Şükran kızımız, bir giydiğini bir daha giymiyor. Çeşit çeşit pardösüler, kabanlar, şallar, ayakkabılar. Bir tesettür şıklığı almış başını gidiyor. Ama kreşte çalışan Şükran kızımızın bu parayı nereden bulduğu muallâk. Zira Şükran’ın pek işe gittiği yok. Benim aklıma geliyor, onun aklına gelmiyor işe gitmek. Üstüne bir de sürekli kötülük düşünen annesi Saadet hanımı da eklersek, iş iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor doğrusu. Dindar bir kadın, bu kadar dedikoducu, kırıcı, kötü kalpli olabilir mi acaba ? Günahı senaryoyu yazanın boynuna !

                  Şükran'ın modern örtünme şekli de dikkat çekici. Son zamanlarda tesettür modası, trend tesettür diye çıkan akımları pek takip edemesem de, Şükran'ın giyim kuşam tarzının bu modayı yansıttığı görünmekte. Ne derece uygundur değildir, pek anlamasam da, fazlasıyla modern olduğu kesin...

                Dedik ya başında, dizinin kitapla alakası yok diye…Bilal’in daldan dala konan, açık saçık kız kardeşi mesela. Gerçekçi olalım, Bilal kadar muhafazakâr bir erkeğin, o tarz rahat bir kardeşi olması imkânsız. Hoş, Bilal kitapta bahsedilen kadar muhafazakâr değil, onu da epey ılımlı Müslüman yapmışlar ayrı konu. Öyle ya 45 haftadır toplasan 10 vakit namaz kılmadı Bilal kardeşim. Hele hele Bilal çizgisindeki insanların, Feyza tarzındaki kızlar ile pek muhatap olmadıklarını cümle âlem biliyor şimdi kimse kusura bakmasın. Hele hele Feyza’nın peşinden koşması, diz çöküp gözyaşları ile yalvarmaları falan da Bilal karakterinin tüm karizmasını yerle bir edip itici bir hale getirdi diye düşünüyorum.  

                Yeşim Salkım’ın oynadığı Emel karakteri..Bu kadar entrikaya ne gerek vardı. Emel karakteri, Feyza’nın neden üvey annesi oldu. Besbelli, hikâyeyi dallandırıp budaklandırmak için olsa gerek. Şahsen, Emel’in Feyza’nın kendi annesini oynaması çok daha mantıklı ve şık olurdu. Hiç olmazsa yıllar sonra ölmüş anneyi mezardan çıkarıp hortlatmak gibi bir saçmalık izlememiş olurduk. Bu noktada Yeşim Salkım gibi bir oyuncunun da, oradan oraya sürüklenen Emel karakteri ile harcandığını düşünüyorum. Geçen bölümde onu saçları toplanmış, kırmızı rujuyla görünce içim gitti. Keşke dedim kendi kendime, şu dizi yerine şöyle Muhteşem Yüzyıl’da bir sultan olarak falan izleseymişiz çok daha isabetli olurmuş.

                Güven Hokna’nın oynadığı Saadet karakteri de, biraz yukarıda belirttiğim gibi, dindar ve mümin kadın tipine pek uymuyor. Bu kadar kindar, öfkeli, kötülük düşünen ve kavgacı bir kadın karakteri çok itici. Her an isyan eden, kavga eden bir kadın tipini Güven Hokna elbette ki şahane oynuyor, ama genel konsept içinde bu karakter fazlasıyla rahatsız ediyor.

                Bu sezon özellikle dikkatimi çeken başka bir husus ta, dizideki başı örtülü tüm kadınların, şal kullanması oldu. Sanırım yeni bir şal sponsorları var..Genci yaşlısı hepsinde rengârenk şallar, aynı örtüş tarzı. Hadi gençler neyse de, orta yaşlı ve yaşlı hatunlarımızın şal bağlamaları da çok abes olmuş benden söylemesi. Dizinin aslında dindar ve kapalı kesime hitap eden yapısı sebebiyle, üç beş eşarp firması ile anlaşıp bol bol reklam şansı varken, işi sadece Şükran’ın kıyafetleri ve annelerin şallarıyla kısıtlamaları da tuhaf..

                Konuyu öylesine dağıttılar ki, artık toparlayamıyorlar. Topu topu iki sezonda derli toplu, şahane bir hikâye olacakken, allak bullak ettiler senaryoyu..Bir dizi saçmalık ta cabası…

                Mesela sınav kâğıtlarını okuyan Bilal, Feyza’nın sınav kâğıdını ne cesaret yırtabilir? Üniversitede bir hocanın böyle bir hakkı var mıdır ? 

                Deniz kenarına gelip çiçek atmanın mantığı nedir? Denize çiçek atınca aşk biter mi? Acılar son bulur mu?

                Saadet hanım neden bu kadar dengesizdir? Neredeyse üzerine yürüyüp evden kapı dışarı edeceği kiracısına karşı, neden bir saat sonra merhamet gösterip sahiplenmektedir? Üstelik bu davranış, bir kısır döngü halinde neden sürekli tekrar etmektedir?

                Bilal hem evlenip, hem eşine niye surat yapar? İslami çerçevede yaşayan bir erkeğin bu tavırları doğru mudur? Hele hele Bilal gibi bir insan, evlenip barklanmışken ,Feyza’nın evine kadar gidip diz çöküp yalvarır mı?

                Feyza’nın mezardan dirilip çıkıp gelen annesi Zeynep ablamızın,bunca zaman niye hapis yattığını  anlayamadık hala? Bu sır perdesinin anlamı nedir? Anlamı var mıdır ya da? Aynı şekilde diziye gereksiz yere dâhil olan Ali karakterinin, intikam alacağı kişi ve sebepler nelerdir? Bir intikam fırtınası koparmışken, sebeplerini de açıklamaları mantıklı olmaz mı? Onur Tuna’dan başka adam bulamadınız mı ? Neden bu kadar yapmacık bir oyunculuk izlemekteyiz?

                Feyza’nın Bilal’ın düğününe gelmesi saçmalığı nedir Allah aşkına? Kim gider kendisini terk edip başkasıyla evlenen birinin düğününe..Hadi Feyza geldi diyelim, Bilal onunla niye konuşur? Terslemek için bile olsa, eşinin gözü önünde, hangi erkek, düğün günü eski sevgilisi ile konuşur?

                En önemli soru !!! Bilal, kitapta Hacer ile evleniyorken, dizide neden çok alakasız biriyle evlenmiştir? Zaten sevmediği biri ile evlenecekse, bu niye Şükran olmamıştır? Şükran ile Ali kardeşimi yakınlaştırma çabaları niye dir? Gereksiz ve itici değil midir?

                Bilal ile evlenen Zeliha kızımın hiç çeyizi yok mudur? Evin içinde bir giydiğini bir daha giymeyen Zeliha kızımız, gelip öylece niye oturuvermiştir eve? Bir eşya, bir çeyiz getirmemiş midir? Kocasının yanında başın niye genellikle örtülü durmaktadır? Hepsini koydum bir kenara, niye bu kadar anlayışlıdır?  Ayrıca o nikâh neden mahallenin ortasında kıyılmıştır?

                Muhtemelen Feyza ile evlenecek olan Selim kardeşim, neden korumalarla gezer durur? Feyza’yı düğün günü evden almaya geldiğinde sol elinde olan yüzük, nikâh dairesine gidene kadar hangi ara sağ eline geçmiştir?

                Allah aşkına, Ülker kardeşim bu kadar şık giyinecek parayı nereden bulur?

                İnanın daha yazsam, yazarım, o kadar çok not var ki önümde…Sözün özü şu, dizinin ilk yayınlandığındaki heyecanını, tadını kaçırdılar, gereksiz bir sürü karakter ve olayla senaryoyu allak bullak ettiler, bu şekilde giderse de daha çok saçmalayacaklar.

                İlk sezonda bu kadar uzatmayıp, Bilal’ı Şükran ile Feyza’yı Selim ile evlendirip, bu sezon da Feyza’nın dine dönüşünü, örtünüşünü hikâyeleyip şahane bir dizi sunabilirlerdi. Ama böyle giderse, Feyza’nın dönüşümü sanırım 5.sezonda falan olacak..

                Senaryonun bir an önce toparlanıp, gereksiz ayrıntılardan temizlenerek, ana hikâyeye odaklanması temennisiyle yazımızı burada noktalayalım..

                Siyah İnci’den sevgiyle…

                www.twitter.com/blackpearl42

6 Kasım 2013 Çarşamba

Kayıp ile zamanda kayboluyor insan...


Kayıp bu sezonun en iddialı dizilerinden malumunuz..İlk bölümünden itibaren temposunu da hiç düşürmedi. Her bölümde insanı sürüklemeyi başlayan dizinin son bölümünde de hayli ilginç gelişmeler oldu..Bakalım izlediğimiz son bölümden aklımızda neler kalmış..Neler gözümüze takılmış..

Öncelikle şunu belirteyim, bu bölümde Falko kardeşimin sözde intikamının sebebini öğrendik az kıyısından ucundan..Öğrenmesine öğrendikte…Ne yani…tüm bu olayların sebebi kırık bir kalp mi şimdi..Adam terk edilmiş ve muhtemelen de haksız yere hapse düşmüş, bunların intikamını mı alıyor..İyi de bu kadar güzel kurgu içinde ben çok daha derinlikli ve sıradan olmayan bir sebep bekliyordum..Böyle sıradan bir aşk acısının intikamı, çok arabesk geldi bana..bu arada elbette ki, dizide herkesin bir sırrı var..Hal böyle olunca, Falko’ya o mektubu yazan kim insan onu merak ediyor. Falko’yu Kemal için terk eden Özlem mi, Leyla mı? Zira ben kesinlikle bu konuda ters köşe oluruz diye tahmin ediyorum. Bir diğer konu, sevgili Falko kardeşim, sen bu kadar psikopat iken, terk edilmen zaten normal değil mi..Sen ki, masum bir çocuğun parmağını kesecek kadar anormalsin, seni kim ne yapsın zaten..Bir tarafta saplantı haline getirdiğin aşkın, diğer taraftan acımasızlığın, bir de üstüne öfken..Çekilecek dert değilsin kusura bakma sakın. Tüm bunları söylemişken İlker Kaleli’yi de yüreğinden öpelim, öyle bir kötü karakter sundu ki ekrandan, alkışlara layık gerçekten.

Hazır Falko’dan lafı açmışken, onun bir üst patronu yada ortağı kim onu da merak ediyorum doğrusu..Merak etmekle beraber elbette şüphelerim de var..Hoş, dizide kime baksa şüphe ediyor insan..Benim görüşüm Falko’nun bağlantıda olduğu kişi aile avukatı. Nedense o adama bir türlü güvenemiyorum. Zaten sinir küpü dayımız Murat ile avukatımız arasında gidip gelmekteyim. Zira kâhyaları Bilal bile işin içinde olduktan sonra, pek uzak görünmüyor bu ihtimaller. Dizide her an her şey olabildiği için de asıl patronun kim olduğunu, Falko’ya kimin haber uçurduğunu ve olayla bağlantısının ne olduğunu öğrenmeyi de merakla bekliyorum..

Hazır dayı demişken, ben çok sinir oluyorum bu dayıya..Çevrenizde de eminim vardır böyle gücünü parasından alıp, her önüne gelene aşağılayarak bakan, haddini bilmeyen ve parası olduğu için konuşabileceğini, insanları azarlayabileceğini sanan tipler. Bu bölümde polis amirimize yaptığı çıkışlar cidden deli etti beni. Hani dizi olmasa, gerçek olsa ben görürdüm onun başına geleni de neyse ki, karakterlerimiz hayali, hikâyemiz kurgu. Yoksa zor kurtulurdu o karakoldan sevgili Murat dayımız benden söylemesi..

Dizi de en sevdiğim kısım, ilk sahneden sonra zamanda geriye gidip, tekrar ilk sahneye gelmesi..Bu bölümde de, eve gelen Mehmet, annesi ile kardeşini yerde buldu..Daha ilk sahneden şok ettiler cümle izleyeni eminim. Ben öldüler sandım ve yok artık daha neler dedim. Bir intikam hikâyesi bu kadar dallanıp budaklanmaz artık derken, gördük ki ölmemişler. Kötülüğün tavan yaptığı, acımasızlığın ve şiddetin gözümüze kadar sokulduğu dizide, Mehmet’in annesi ve kardeşinin de olaya dâhil edilmesi de bana çok klasik geldi kusuruma bakmayın.

Gözüme takılan bir diğer konu, Kemal kardeşimin her fırsatta Özlem’in üzerine atlaması canlarım. Adam sevinse sarılıyor, üzülse dizine yatıyor, kendini acındırıp Özlem’in duygularını hareketlendireyim diye uğraşıyor onca derdin arasında..Yahu rahat bırak artık Özlem’i, o çoktan buldu kalbinin sahibini..Malum, Mehmet ile Özlem arasındaki yakınlaşma fevkaladenin fevkinde heyecanlı..Özlem kızımız da zaten işi gücü bıraktı, bir bakıyorsunuz hafiyelik yapıyor, bir bakıyorsunuz çocuk bakıyor, bir bakıyorsunuz Kemal’i teselli ediyor, Leyla’nın yardımına koşuyor,Mehmet’i ormandan kurtarıyor, sanırsınız süper kahraman. Her an her yerde hazır Özlem..Şikâyetçi miyiz, kesinlikle hayır. Çünkü Özlem demek, Aslı Enver izlemek demek, hem de bayıla bayıla..Çok doğal oynuyor ve oda alkışı hak ediyor gerçekten..

Gelelim asıl konuya..Hasan abimiz ne yazık ki yakalandı bu hafta..Hiç beklemiyordum ne yalan söyleyeyim..Onun yakalanması çok ani gelse bile, mutlaka Falko bir yolunu bulup onu kurtaracaktır diye bekliyordum ki, çok uzun sürmedi..Mehmet, annesi ve kardeşini kurtarmak için Hasan’ı kurtarmayı kabul edecek mi, kabul ederse nasıl bir sırrı yüklenecek üstüne, seyredip göreceğiz.

Ancak Kesinlikle bu bölümün yıldızı Menderes Samancılar..adam susarak oynadı arkadaş ötesi var mı..O hapishanede eşi ile karşılaştığı an, eşi konuşurken, sorarken yüzünün aldığı ifade…Seyretmelere doyamadım..

Yazımızın sonuna gelirken ufak tefek bazı detayları da yazalım, şöyle ki, Dora kızımız günlerdir Falko ve adamlarının elinde ama maşallah ne zaman yıkanır duş alır bu kız..Saçı başı tertemiz duruyor. Kerem deseniz, çocuğun günlerdir saçının fönü niye bozulmadı. Özlem, bu kadar acılı ve sıkıntılı günler de neden moda dergilerinden fırlamış gibi giyinir. Hasan abi, iletişimin çok önemli olduğu böyle bir zamanda neden telefonunu arabada bırakır. Mehmet ile Özlem, hastaneden çıkışta, tüm gazeteciler yorum beklerken, resim çekerken, neden arabaya binip kıkırdayarak gülerler..O kadar stresin, sıkıntının arasında demezler mi adama, bu neşe niye diye…Fahri kardeşim, Kerem’den CD çekme konusunda yardım isterken, PC’ye kafasının basmadığını niye söyler. Zaten kafasının çalıştığı bir şeyler var mıdır ? Kerem durduk yere o CD’nin içine ne çekiyorlar diye neden merak etmez, şöyle bir kafasını uzatıp bakmaz. Murat dayımızın eşinin ölümü neden araştırılmaz. Öylece bırakılır. Kadir, annesine bağıran Kemal’den intikam almak için, olayın en önemli şahidi doktoru niye öldürmeye kalkar..Niye bu kadar düşmandır, niye bu kadar psikopattır herkes..

Tüm bu sorular kafamızda dönüp dursun tabi…Şaka bir yana..Dizi yaklaşık bir buçuk saat sürüyor ama nasıl başlıyor, ne zaman bitiyor anlamıyorsunuz..Şüphesiz, sezonun en iyilerinden olan dizinin ilerleyen bölümlerini merakla bekleyerek, bu haftaki yazımıza burada son verelim..Keyifle kalın..

Siyah İnci’den sevgiyle…

www.twitter.com/blackpearl42