8 Aralık 2014 Pazartesi

Karagül..Evlat ile sınanmak..Acıya alışmak..Yâda kendini unutmak..


Son üç sezonun tartışmasız lideri o..

Kimi zaman kavgalarıyla, kimi zaman aksiyonu ile tempoyu hiç düşürmeden, izleyiciyi sıkmadan yoluna devam ediyor..

Hikâyesini yazan ustalar, senaryoyu da üç ustaya teslim etmişler. Beril Köse, Betül Yağsağan, Erkan Birgören..

Bu isimleri not edin..Muhtemelen Karagül bittikten sonra da, senaryo deyince ilk aklımıza gelenlerden olacaklar..

Senaryo öylesine düzgün ki, hata arasanız da bulamıyorsunuz.  Hikâyenin işleyişindeki sıralama, karakterlerin dengesi mükemmel. Kimse kimsenin önüne geçemiyor, her karakter ayrı önemli, her karakter üzerine yazı yazılacak kadar derinlikli. İzleyicisini dinleyen, takip eden ve önem veren Karagül senaristleri, haklı başarılarını da kutlamalı elbette…

Oyuncular için daha önceki yazılarımda çok yazıp çizdim. Ama ne kadar yazsak, yetmiyor elbette. Karagül kadrosundaki usta oyuncular, ekibin genç oyuncuları için adeta birer öğretmen niteliği taşımakta. Gençler de bunu sonuna kadar kullanmakta..İlk sezondan bu yana, dizinin genç karakterlerinin oyunculuklarındaki yükselen ivme bunun en güzel ispatı. Ustalar ise neredeyse her bölüm ağzımızı açık bırakan performansları ile Karagül’ün niye bu kadar başarılı olduğunun altını çizmekteler. Bu bölüm ne olabilir artık diye düşündüğünüz ve her bölümde tempoyu biraz daha yükselten Karagül, çıtayı öyle yükseltti ki, öyle kolay kolay her diziyi beğenmez olduk.  Ekibin başındaki adam, Murat Saraçoğlu son zamanların en iyi yönetmenlerinden, bunu tüm yüreğimle ilan ediyorum. Her sahnenin ve görüntünün fazlasıyla özenilmiş çekim açıları ve devamlılık kalitesi,  haklı başarının mimarlarından biri olan Yönetmen ve onun ekibi sayesinde elbette, tüm bunlar birleştiğinde Karagül, Cuma akşamlarının gözdesi ve birincisi olmaya devam edecek gibi görünüyor..
Karagül, şüphesiz bu ülkenin en acımasız gerçeklerini, yalın ve çıplak bir şekilde gözümüze gözümüze sokuyor aslında her hafta…Kabullenmek istemesek te, içimize sinmese de, bir yerlerde, yaşıyor bu kadınlar, farklı hikâyeler ama aynı acıları taşıyarak..

Her kadının hikâyesi bir başka ama tek bir ortak noktaları var…Her biri evlatları ile sınanmakta…O zaman haydi…

Gelelim son iki haftanın bizim gözümüze ve gönlümüze takılanlarına..

Son iki hafta, belki de son üç sezonun intikamının alındığı iki hafta oldu..Asım’ın ve Emine’nin tüm çektiklerinin hesabı görüldü adeta..Baba sevgisinden ve eş merhametinden mahrum iki masumun, Kendal’ın tüm dünyayı unutup, hayatının merkezine yerleştirdiği yeni doğmuş bebeğine umut olmaları, elbette tüm izleyenlerin derin bir oh çekmesine sebep oldu.  Açık konuşmak gerekirse, Can Atak ve onun kusursuz performansı sayesinde, Asım karakteri hepimizin gözünde yücelirken, ona acımaktan ziyade, hayranlık ve takdirlerimizi topladı..O güne kadar vazgeçilmiş, bir kenara itilmiş olmanın dayanılmaz yükünü taşıyan Emine anne, her acıyı diline dökmeyi başarırken, bir o kadar da yeni doğmuş günahsıza yüklemedi Kendal’ın suçunu..Kendal’ın vicdansızlığını, kendi merhametleri ile aşağılayan Emine kadın ile Asım, şüphesiz ki kendilerine en yakışan şekilde, küçük bebeğe ilaç oldular. O güne kadar birbirlerine sımsıkı sarılmış anne ile oğul, bu defa en masuma derman oldular, henüz kendi yaralarını bile saramamışken..Emine kadın, hem annesi hem babası olduğu yüce gönüllü oğlu Asım’ın önünde dimdik duran tavrıyla ekranda devleşti..Asım’ın babası ile çıktığı gezme ise, babası ile ilk kez yan yana yürüyebilmenin, insan yerine konulmanın, o insanı yaralayan sevincini yaşattı bizlere, çok geç kalınmış bir buluşmaydı babasıyla çıktığı gezme, gözlerinde hüzün ve çaresizlik, yerini küçük çocukların gözlerindeki neşeye bırakmıştı ve aslında ne kadar büyüsek bile, yinede anne ve babamızın sevgisine muhtaç birer çocuk olduğumuzu hatırlatıyordu bizlere..Ve şüphesiz Asım eline aldığı pamuk şeker ile yüreklerimize çok şiddetli bir darbe vurdu. Aslında hiç sevmediği pamuk şekeri, sırf babası aldı diye yiyen, seven ve çubuğunu saklayan Asım,O güne kadar görmediği, hissetmediği o sevgiyi, ilgiyi, o çubuğun içine hapsetmişti..Biliyordu aslında, tüm bu sevgi ve ilgi, kendisinden başka çaresi olmayan babasının, aslında göstermelik ve menfaat karşılığı bir sevgisiydi ama olsun..Asım’ın kocaman bir yüreği vardı, kendisi bir kenara itilirken yüceltilen kardeşine yardım edecek kadar, ama bir o kadarda kanaatkârdı o yürek…Tek bir pamuk şekeri çubuğuna kanacak kadar..

Evlat ile sınanmak deyince aklımıza gelen en acı hikâyelerden biri de Sibel’in elbette. Sibel, bir garip kadın..Ana yok, baba yok..Belli ki yıllar önce yanıp tutuştuğu sevdası bile yok yanında..Hayatın en ağır yükünü almış sırtına çok öncesinden, sevdiği, günahını karnında bırakmış, aşk ile başlayan her yürek atışı, evladını korumak için gözünden akan kanlı gözyaşına karışmış…Sibel, anneliği tatmış tatmasına da, yaşayamamış…Kızını yanı başından ayıramamış, ama sırf onu korumak adına ona da annelik yerine ablalık yapmaya çalışmış. Bunu başarmış başarmasına da, annelik içinde derinde bir yerlerde kalmış..Şimdi tam anneliği tadacağım derken, bir sır olan diğer evladı, öbür evladına umut olmuş. Ne kötü kader ki, Sibel belki de çok daha uygun bir zamanda ve mekânda bunu kızına açıklamayı tercih ederken, hiç beklenmedik bir anda anlatmak zorunda kaldı tüm gerçeği..Gerisi içinde derin bir acı, gözlerinde yaş, kızında ise isyandı..Birinin hastalığı, diğerinin isyanı ile karşı karşıya kalan Sibel, belki hayatının en büyük sınavıyla karşı karşıyaydı..Zira kızının babası, tam da karşısındaydı.. Üstelik tüm bu acıları tek başına yüklenen Sibel’i azat etmişti yüreğinden..Sibel yine yalnız, yine çaresiz, yine yenik..Hayata karşı durmaktan yorulmamış, ama karşısında hesap soran kızına ağzını bile açamamış..

Narin ise giderek yaklaşmakta acı bir bedel ödemeye..Onun sınavı çok daha başka..Narin, eninde sonunda kaybedecek bu sınavı. Evladı gibi büyüttüğü Baran, aynı avlunun içinde Ebru ile giderek yakınlaşırken, Narin’in sinirleri daha da bozuluyor elbette. Ama evladı olmadığı halde, Baran’dan ayrılamayan Narin, nasıl oluyor da Ebru’nun yerine kendini koyamıyor, ayrı hikâye…Evladından ayrılmamak uğruna, başka bir anneyi evladından ayırmak bu sınavın en zor sorusu galiba..Narin, er geç bu gerçekle yüzleşecek ve bana sorarsanız onun asıl sınavı o zaman başlayacak..

Peki ya Kadriye ana...Hangi evladına daha çok üzülsün acaba…İki kez yitirdiği oğlu Murat’a mı, yoksa vicdansızlığı ile ezip geçen, öfkesiyle yakıp kül eden Kendal’a mı…Onların eksiklerini kendisi tamamlamaya çalıştıkça, daha bir parçalanıyor yüreği. O sadece iki evlat annesi değil aslında. O konağın, sevgiye muhtaç, merhamete muhtaç her bireyinin, derdine derman, kalbine merhem Kadriye ana..Ama onun yüreğine bir teselli var mı, orası meçhul..Zira dünyanın en büyük acısıyla sınanmakta..

Anneler sınanmakta…
Kimi evlat sahibi olmuş, onu emanet etmiş toprağa..
Kimi evladına doyamadan vermiş başkasının kollarına…
Kimi yanı başında evladına hasret,
Kimi evladına bir damla nefes aramakta…
Kimi daha kucağına bile alamadan hasret kaldı yavrusuna…
Kimi evlatları arasında tamamen yalnız kalmakta…

Evlatlar da sınanmakta…
Ölmüş babasının toprağına sarılanlar…
Annesi ile kız kardeş gibi yaşayanlar…
Kaybettiği babasından sonra dili tutulanlar…
Ve tüm dünyayı bir pamuk şekerin çubuğuna sığdıranlar…

Bütün bu duyguları, hüznü, sevinci, gözyaşını ekrandan bizlere en gerçekçi haliyle sunan tüm Karagül ekibine, oyuncusundan, set çalışanına, yönetmeninden, senaristine…Ve elbette yüreği en az ekip kadar güzel olan izleyicisine…Yürekleriniz hep mutlu çarpsın..

Siyah İnci’den sevgiyle…


www.twitter.com/_BlackPearI_

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder