Son üç sezonun tartışmasız lideri
o..
Kimi zaman kavgalarıyla, kimi
zaman aksiyonu ile tempoyu hiç düşürmeden, izleyiciyi sıkmadan yoluna devam
ediyor..
Hikâyesini yazan ustalar,
senaryoyu da üç ustaya teslim etmişler. Beril Köse, Betül Yağsağan, Erkan
Birgören..
Bu isimleri not edin..Muhtemelen
Karagül bittikten sonra da, senaryo deyince ilk aklımıza gelenlerden
olacaklar..
Senaryo öylesine düzgün ki, hata
arasanız da bulamıyorsunuz. Hikâyenin
işleyişindeki sıralama, karakterlerin dengesi mükemmel. Kimse kimsenin önüne
geçemiyor, her karakter ayrı önemli, her karakter üzerine yazı yazılacak kadar
derinlikli. İzleyicisini dinleyen, takip eden ve önem veren Karagül
senaristleri, haklı başarılarını da kutlamalı elbette…
Oyuncular için daha önceki
yazılarımda çok yazıp çizdim. Ama ne kadar yazsak, yetmiyor elbette. Karagül
kadrosundaki usta oyuncular, ekibin genç oyuncuları için adeta birer öğretmen
niteliği taşımakta. Gençler de bunu sonuna kadar kullanmakta..İlk sezondan bu
yana, dizinin genç karakterlerinin oyunculuklarındaki yükselen ivme bunun en
güzel ispatı. Ustalar ise neredeyse her bölüm ağzımızı açık bırakan
performansları ile Karagül’ün niye bu kadar başarılı olduğunun altını
çizmekteler. Bu bölüm ne olabilir artık diye düşündüğünüz ve her bölümde
tempoyu biraz daha yükselten Karagül, çıtayı öyle yükseltti ki, öyle kolay
kolay her diziyi beğenmez olduk. Ekibin
başındaki adam, Murat Saraçoğlu son zamanların en iyi yönetmenlerinden, bunu
tüm yüreğimle ilan ediyorum. Her sahnenin ve görüntünün fazlasıyla özenilmiş
çekim açıları ve devamlılık kalitesi, haklı başarının mimarlarından biri olan
Yönetmen ve onun ekibi sayesinde elbette, tüm bunlar birleştiğinde Karagül,
Cuma akşamlarının gözdesi ve birincisi olmaya devam edecek gibi görünüyor..
Karagül, şüphesiz bu ülkenin en
acımasız gerçeklerini, yalın ve çıplak bir şekilde gözümüze gözümüze sokuyor aslında
her hafta…Kabullenmek istemesek te, içimize sinmese de, bir yerlerde, yaşıyor
bu kadınlar, farklı hikâyeler ama aynı acıları taşıyarak..
Her kadının hikâyesi bir başka
ama tek bir ortak noktaları var…Her biri evlatları ile sınanmakta…O zaman haydi…
Gelelim son iki haftanın bizim
gözümüze ve gönlümüze takılanlarına..
Son iki hafta, belki de son üç
sezonun intikamının alındığı iki hafta oldu..Asım’ın ve Emine’nin tüm
çektiklerinin hesabı görüldü adeta..Baba sevgisinden ve eş merhametinden mahrum
iki masumun, Kendal’ın tüm dünyayı unutup, hayatının merkezine yerleştirdiği
yeni doğmuş bebeğine umut olmaları, elbette tüm izleyenlerin derin bir oh
çekmesine sebep oldu. Açık konuşmak
gerekirse, Can Atak ve onun kusursuz performansı sayesinde, Asım karakteri
hepimizin gözünde yücelirken, ona acımaktan ziyade, hayranlık ve takdirlerimizi
topladı..O güne kadar vazgeçilmiş, bir kenara itilmiş olmanın dayanılmaz yükünü
taşıyan Emine anne, her acıyı diline dökmeyi başarırken, bir o kadar da yeni
doğmuş günahsıza yüklemedi Kendal’ın suçunu..Kendal’ın vicdansızlığını, kendi
merhametleri ile aşağılayan Emine kadın ile Asım, şüphesiz ki kendilerine en
yakışan şekilde, küçük bebeğe ilaç oldular. O güne kadar birbirlerine sımsıkı
sarılmış anne ile oğul, bu defa en masuma derman oldular, henüz kendi
yaralarını bile saramamışken..Emine kadın, hem annesi hem babası olduğu yüce
gönüllü oğlu Asım’ın önünde dimdik duran tavrıyla ekranda devleşti..Asım’ın
babası ile çıktığı gezme ise, babası ile ilk kez yan yana yürüyebilmenin, insan
yerine konulmanın, o insanı yaralayan sevincini yaşattı bizlere, çok geç
kalınmış bir buluşmaydı babasıyla çıktığı gezme, gözlerinde hüzün ve
çaresizlik, yerini küçük çocukların gözlerindeki neşeye bırakmıştı ve aslında
ne kadar büyüsek bile, yinede anne ve babamızın sevgisine muhtaç birer çocuk
olduğumuzu hatırlatıyordu bizlere..Ve şüphesiz Asım eline aldığı pamuk şeker
ile yüreklerimize çok şiddetli bir darbe vurdu. Aslında hiç sevmediği pamuk
şekeri, sırf babası aldı diye yiyen, seven ve çubuğunu saklayan Asım,O güne
kadar görmediği, hissetmediği o sevgiyi, ilgiyi, o çubuğun içine hapsetmişti..Biliyordu
aslında, tüm bu sevgi ve ilgi, kendisinden başka çaresi olmayan babasının,
aslında göstermelik ve menfaat karşılığı bir sevgisiydi ama olsun..Asım’ın kocaman
bir yüreği vardı, kendisi bir kenara itilirken yüceltilen kardeşine yardım
edecek kadar, ama bir o kadarda kanaatkârdı o yürek…Tek bir pamuk şekeri
çubuğuna kanacak kadar..
Evlat ile sınanmak deyince
aklımıza gelen en acı hikâyelerden biri de Sibel’in elbette. Sibel, bir garip
kadın..Ana yok, baba yok..Belli ki yıllar önce yanıp tutuştuğu sevdası bile yok
yanında..Hayatın en ağır yükünü almış sırtına çok öncesinden, sevdiği, günahını
karnında bırakmış, aşk ile başlayan her yürek atışı, evladını korumak için
gözünden akan kanlı gözyaşına karışmış…Sibel, anneliği tatmış tatmasına da,
yaşayamamış…Kızını yanı başından ayıramamış, ama sırf onu korumak adına ona da
annelik yerine ablalık yapmaya çalışmış. Bunu başarmış başarmasına da, annelik
içinde derinde bir yerlerde kalmış..Şimdi tam anneliği tadacağım derken, bir
sır olan diğer evladı, öbür evladına umut olmuş. Ne kötü kader ki, Sibel belki
de çok daha uygun bir zamanda ve mekânda bunu kızına açıklamayı tercih ederken,
hiç beklenmedik bir anda anlatmak zorunda kaldı tüm gerçeği..Gerisi içinde derin
bir acı, gözlerinde yaş, kızında ise isyandı..Birinin hastalığı, diğerinin
isyanı ile karşı karşıya kalan Sibel, belki hayatının en büyük sınavıyla karşı
karşıyaydı..Zira kızının babası, tam da karşısındaydı.. Üstelik tüm bu acıları
tek başına yüklenen Sibel’i azat etmişti yüreğinden..Sibel yine yalnız, yine
çaresiz, yine yenik..Hayata karşı durmaktan yorulmamış, ama karşısında hesap
soran kızına ağzını bile açamamış..
Narin ise giderek yaklaşmakta acı
bir bedel ödemeye..Onun sınavı çok daha başka..Narin, eninde sonunda kaybedecek
bu sınavı. Evladı gibi büyüttüğü Baran, aynı avlunun içinde Ebru ile giderek
yakınlaşırken, Narin’in sinirleri daha da bozuluyor elbette. Ama evladı
olmadığı halde, Baran’dan ayrılamayan Narin, nasıl oluyor da Ebru’nun yerine
kendini koyamıyor, ayrı hikâye…Evladından ayrılmamak uğruna, başka bir anneyi
evladından ayırmak bu sınavın en zor sorusu galiba..Narin, er geç bu gerçekle
yüzleşecek ve bana sorarsanız onun asıl sınavı o zaman başlayacak..
Peki ya Kadriye ana...Hangi
evladına daha çok üzülsün acaba…İki kez yitirdiği oğlu Murat’a mı, yoksa vicdansızlığı
ile ezip geçen, öfkesiyle yakıp kül eden Kendal’a mı…Onların eksiklerini
kendisi tamamlamaya çalıştıkça, daha bir parçalanıyor yüreği. O sadece iki
evlat annesi değil aslında. O konağın, sevgiye muhtaç, merhamete muhtaç her
bireyinin, derdine derman, kalbine merhem Kadriye ana..Ama onun yüreğine bir
teselli var mı, orası meçhul..Zira dünyanın en büyük acısıyla sınanmakta..
Anneler sınanmakta…
Kimi evlat sahibi olmuş, onu
emanet etmiş toprağa..
Kimi evladına doyamadan vermiş
başkasının kollarına…
Kimi yanı başında evladına
hasret,
Kimi evladına bir damla nefes
aramakta…
Kimi daha kucağına bile alamadan
hasret kaldı yavrusuna…
Kimi evlatları arasında tamamen
yalnız kalmakta…
Evlatlar da sınanmakta…
Ölmüş babasının toprağına
sarılanlar…
Annesi ile kız kardeş gibi
yaşayanlar…
Kaybettiği babasından sonra dili
tutulanlar…
Ve tüm dünyayı bir pamuk şekerin
çubuğuna sığdıranlar…
Bütün bu duyguları, hüznü,
sevinci, gözyaşını ekrandan bizlere en gerçekçi haliyle sunan tüm Karagül
ekibine, oyuncusundan, set çalışanına, yönetmeninden, senaristine…Ve elbette
yüreği en az ekip kadar güzel olan izleyicisine…Yürekleriniz hep mutlu
çarpsın..
Siyah İnci’den sevgiyle…
www.twitter.com/_BlackPearI_
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder