16 Aralık 2014 Salı

Pazartesi sendromuna en güzel teselli...PARAMPARÇA ilaç gibi geldi..


Yeni sezonun en yenilerinden Paramparça, şüphe yok ki, ekranı ve Pazartesi günün dizi alışkanlıklarını da paramparça etti. Son iki sezonu başarıyla geçiren ama ikinci sezonunda final yapmak yerine üçüncü sezonu da görelim diyen Karadayı, Pazartesi akşamlarının vazgeçilmez dizisi olma yolunda hızını epey kesti..Ulan İstanbul'da kendini tekrara düşünce izleyici sıkılmaya başladı. Bu durumun Paramparça ile yakından alakası olduğu kesin. İzleyicinin sürekli aynı konuları seyretmekten sıkıldığı bir zamanda, yepyeni hikâyesiyle ekrana bomba gibi düşen Paramparça, bu sezonun en gözdelerinden olacağa benzer..

İntizar’ın nefis sesinden, yüreklere işleyen Paramparça isimli şarkısı ve dizinin geriye kalan muhteşem müziklerinden başlamak isterim. Sanırım daha şimdiden şarkı dillere yerleşti bile. İntizar daha çok döktürür gibi geliyor bana..

Yeni bir hikâye dedik. Ne yalan söyleyeyim, bana çok farklı geldi hikâye. İşlenişinden, ilerleyiş hızına kadar çok sevdim. Kalabalık, karışık, kim kimdir bir türlü çözemediğimiz dizilerden sonra, sade ve anlaşılır karakterleri ama bir o kadar değişik konusu sayesinde çok sevildi, beğenildi. Üstelik en güzeli, daha üç bölüm olmasına rağmen, hızlı ilerleyen temposu sayesinde çok keyifli zaman geçirebiliyor olmak sanırım.

Gelelim karakterlere ve hikâyeye…

Dizinin tanıtımları ekranda yayınlanırken, Erkan Petekkaya ve Nurgül Yeşilçay arasında çok bağlantı kuramadım. Ne alaka dedim kendi kendime..Ama gördüm ki, her ikisi de daha ilk bölümden ustalıklarına yakışır performanslarıyla, Cihan ve Gülseren oluverdiler. Erkan Petekkaya cidden nefis oynuyor, hoş bana sorarsanız, onu artık şehirli klâs adam karakterlerinden ziyade, çok farklı karakterlerde izlemek isterim..Bu arada söylemeden edemeyeceğim, Cihan karakterinin kostümleri çok ama çok şık..Erkan Petekkaya’da epey zayıflamış sanırım, Nurgül Yeşilçay, daha bir olgun elbette artık, daha bir güzel oynuyor. Ama dizide öyle biri var ki, açıkçası benim favorim o. Gülseren’in görümcesi Keriman karakterindeki Nursel Köse, ekranda adeta “oyunculuk böyle olur” diyor..Kusursuz ve çok etkileyici..Hayranlıkla izliyorum Keriman karakterini. Dizinin diğer iddialı karakteri ise Cihanın karısı Dilara. Ebru Özkan’ın performansı da konuşulmaya değer. Cuk oturtmuş kendini karakterin içine ve Erkan Petekkaya ile çok iyi bir ikili olmuşlar. Alper karakterindeki Cemal Hünal, ekibi tamamlamış, onu ekranda izlemek büyük keyif oldu gerçekten, kendine güvenen, rahat oyunculuğunu çok seviyorum ben onun. Ve 3.bölümde Cihanın babası olarak karşımıza çıkan Civan Canova, ekibe noktayı koydu. Daha öncekilerden çok farklı bir karakterle hepimizi ters köşe yapan Civan Canova, usta oyunculuğu sayesinde içimizi rahatlatan bir unsur oluyor dizi adına..

 Sahneler çok özenli ve etkileyici, mesela Cansu ile Hazal’ın yan yana geçtikleri bir sahne vardı, öylesine şık çekilmiş ki, rüzgârından etkilenmemek mümkün değil. Ve 3.bölümde Gülseren’in Cansu’nun okuluna geldiği sahne, onun saçlarını okşayıp ona bir anne gibi baktığı sahne, yazana da, çekene de , oynayana da helal olsun dedirtiyor…

Doğurmak mıdır annelik, yoksa büyütüp sevmek midir ? Öylesine derinden sorguluyor ki insan izlerken. Bana göre sadece dünyaya getirmekle iş bitmiyor, sevgi, ilgi ve şefkat vermeden anne olunmuyor. İllaki kan bağı mı, hayır işte, anne olmak için önce yüreğinde o sevgiyi hissetmek gerekiyor..

İki ailenin yolu yıllar önce hastanede birleşiyor, çocukları karışıyor, yıllar sonra bu durum ortaya çıkıyor..

Cihan..Güçlü, zengin ve karizmatik bir adam. Kızına çok bağlı, onun kızı ile olan ilişkisi, gözleri yaşartan cinsten. Öylesine sevgi dolu, öylesine şefkatli..Mutsuz bir adam ama Cihan. Eşi ile arasındaki uçurum çok büyük, mesafeli bir ilişkisi var evliliğinde. Tüm sevgisini kızı Cansu’ya veren Cihan, üzerine titriyor kızının. Yer gök inlese, dünya yansa, önce kızı geliyor. Onun mutlu olması için elinden gelenin fazlasını yapmaya hazır. Çünkü mutluluğun kıymetini çoktan anlamış durumda bir adam..Uzlaşmacı bir adam, otoriter ama olaylara sakin yaklaşıp çözüm yolu bulmaya çalışan bir adam. Belki de eşiyle anlaşamadığı tek nokta bu..

Gülseren…Zor bir hayatın yalnız yolcusu o..Yıllar önce yurtdışına çalışmaya giden eşi geri dönmeyince, görümcesi ile yaşamak zorunda kalan, zor şartlar altında kızı Hazal’ı büyüten, mutsuz ama sevgi dolu bir anne. Onun içinde kızı çok önemli, elinden geleni yapıyor ama imkânları çok az. Üstelik görümcesi Keriman’ın baskıcı tavrı, tüm evin yükünü de Gülseren’e yüklemiş. Çalışıyor, evi geçindiriyor, evin işlerini yapıyor. Yarısına sahip olduğu evde, Gülseren bir sığıntı gibi yaşıyor. Bir mahalle kadını Gülseren, çalışan, didinen, yorulan, üzülen ama hiç yılmayan..Güçlü bir kadın ama bir o kadar da duygusal..Yüreği kocaman, güzel seviyor, güzel bakıyor. Çok fedakâr ama dedik ya çok ta yalnız..

Cihan Gülseren’e âşık olabilir, bu onun için çok kolay, zira Gülseren eşinden çok farklı, çok daha sakin, mütevazı ve en önemlisi ruhuyla sevebilen kadınlardan. Sevginin paradan çok daha önemli olduğunu bilen, her şeyi parayla halledeceğini düşünmeyen bir kadın, sevmeyi bilen, sıcacık bir kadın…Ve eminim Cihan ile Gülseren aşkı, ortalığı yakıp kül eden bir aşk olacak..Zira aralarındaki elektrik ilk karşılaştıkları andan itibaren çok net..

Dilara, gerçekten tahammül edilmez bir eş..Fazlasıyla bencil bir kadın her şeyden önce, kontrol hep elinde olsun istiyor, tüm hayatını sanki organize etmiş gibi..Sadece kendi hayatını değil üstelik çevresindekilerin de hayatı için kararlar almaktan çekinmiyor. Sadece kendi dediği olsun, onun istediği gibi yürüsün tüm dünya..Dilara bunu istiyor, karşısındakinin ne düşündüğü, ne hissettiği hiç önemli değil. Kocası boşanmak istediği andaki tavrından da bunu anlayabiliyoruz. Onun için ailesinden önce cemiyetteki yeri geliyor. Çevresinin ne düşündüğü, en yakınlarının ne düşündüğünden daha önemli. Ve tabii ki kendisi..Hep kendisi…Soğuk bir kadın Dilara, resmi, mesafeli ve kibirli. Hayatındaki her şeyi para ile yönetebileceğini sanıyor ve elbette ki sevgi, hoşgörü, merhamet, vicdan gibi kavramları yok..

Hazal, Dilara’nın doğurduğu, Gülseren’in kızı zannederek büyüttüğü genç kız. Tam da annesi Dilara’nın kızı. Hırslı, gözü yükseklerde. Annesi zannettiği Gülseren ile anlaşamıyor elbette. Annesinden,fakirliğinden utanan Hazal, para için yaşayan her insanda olduğu gibi duygusallıktan uzak ve bencil..Gülüşündeki sadelik, gözlerindeki hırsa karışıyor, sevgi istemiyor o, tek derdi para..Gülseren ona çok büyük bir sevgi vermiş, ama Hazal onunla yetinecek bir kız değil. Gerçek annesi ile karşılaşmasında, onların zengin hayatını görüverince birden içinin Cihan ve Dilara’ya ısınmasından bunu anlıyoruz. Hazal’ın annesi kim babası kim, onun için çok önemli değil, rahat ve zengin bir hayat onun için önemli olan..Hazal karakterini oynayan Alina Boz, çok güzel bir genç kız. Çok ta yetenekli, çok yakışmış karaktere. Ben onu biraz Meryem Uzerli’nin 15 yaşındaki haline benzettim, yüz siması onu çok andırıyor. Hazal’ı sevmesem de Alina’yı çok beğenerek izledim..

Cansu ise, aslında Gülseren’in dünyaya getirdiği ama Cihan ile Dilara’nın büyüttüğü genç kız..Aman Allah..Nasıl güzel, nasıl tatlı ve nasıl mütevazı bir kız..Yaşadığı zengin hayatı hiç umurunda değil aslında, Cansu sevgiye önem verenlerden. Babası ile daha yakın olması da bu yüzden. Annesi sandığı Dilara’nın resmi ve soğuk duruşuna karşın, babasının şefkatli ve sevgi dolu yaklaşımı sayesinde o hep babasına yakın olmuş. Cansu’nun tek istediği sevgi. Kendi annesi Gülseren’i ilk görüşte sevdi bence Cansu, sıcak ve cana yakın bir kız olan Cansu için Gülseren’in ne iş yaptığı falan önemli değil. O sevgi dolu bir anne istiyor karşısında, sıcacık sarılabilen, saçlarını okşayabilen, hastalandığında başında bekleyen bir anneye muhtaç Cansu. Ve Gülseren tam da onun annesi işte..Hazal nasıl annesine benziyorsa, Cansu da annesi Gülseren’in karakterini almış. Üstelik çok ta benziyor annesine. Cansu karakterindeki Leyla Tanlar, daha önce hiç izlemediğim bir oyuncu adayı. Oyunculuğunda biraz acemilik gördüm ben ama o kadar da olsun artık.

Güzeller, iyiler hoşlar kısmını böylelikle bitirelim ve gelelim ilk üç bölümde gözüme takılanlara..

Cansu’nun hastane arşivine elini kolunu sallaya sallaya girmesi, o kapıdaki görevlinin dünyadan haber hali, memuru yanıltma çabaları fazla sıradan geldi bana. Maşallah, arşiv de ne arşiv, pırıl pırıl, tertemiz, bir zerre toz yok, dosyalar gıcır gıcır, dosyayı eliyle koymuş gibi buldu Cansu kızımız .

Hikâyenin ilk üç bölümde öyle hızlı ilerledi ki, bir sonraki bölümde ne olacak diye merak ediyor insan. Ama kesin olan var ki, Gülseren ile Cihan aşkı ile taçlandıracaklar konuyu. Zaten artık evli kadın ile evli erkek ilişkiye girer mi, doğru mu yanlış mı bunları tartışmaktan vazgeçtik..Sağlam bir aşk hikâyesi yazarlarsa ne ala, lafımız yok.

Sanırım ikinci bölümdeydi, Cihan’ın kızını atla takip ettiği sahnedeki müzik Kurt Seyit ve Şura müziklerine çok benziyordu. Bir an ormanın içinden Seyit ve Celil atla çıkacaklar diye korktum..

Elbette ki Gülseren karakterinin ağır makyajı ve bol dekolteli elbiselerini yazmadan olmaz. Nurgül Yeşilçay zaten çok güzel bir kadın, niye o kadar makyaj anlamadım. Üstelik sakin bir hayat süren bir kadının o kadar makyaj yaptığı nerde görülmüş.

Cansu, Gülseren’i görmeye geldiğinde, bir motorlu çantasını çalmaya kalkıştı izleyenler hatırlar. Cansu,yerlerde sürünürken, sol tarafına düştüğü halde, başının sağ tarafının zedelenmesi bana komik geldi, Ayrıca hastane çıkışında Cansu ile Cihan’ın pahalı arabalarına binip, Gülseren’i yaya bırakmaları da şık olmadı. Bıraksanıza kardeşim kadını evine kadar. Bir de Gülseren’in çalıştığı pastaneden kovulması var elbette. İşten kovulması üzücü ama gerçekçi. Nerede öyle kafasına göre işyerinden çıkıp kafasına estiği saatte işe gitmek.  

Ama tüm bunlara rağmen, Paramparça genel anlamda, nefis bir şölen..Pazartesi sendromuna en güzel teselli..Zira akşamı iple çekerken, günün nasıl geçtiğini anlayamacaksınız diyerek yazımızı burada bitirelim, bitirirken de o güzel mısraları ekleyelim..

Bir uçurum hüznü belki aşk
Paramparça yere çakılacağını bile bile
Sanki elini uzatsan avuçlarında
Sanki kilometrelerce uzak
Öyle imkânsız öyle mümkün

Yolu uzun, izleyicisi bol olsun..

Yazı biraz uzun oldu kusura bakmayın ama Paramparça çok konuşulacak bir dizi olacak, Siyah İnci’miz dediydi dersiniz..

Siyah İnci’den sevgiyle...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder