18 Aralık 2013 Çarşamba

Karagül’ün Kadınları...Anneleri..Annelik Neydi?

              İki sezondur favorilerimden biri olan Karagül hakkında geçenlerde yazmıştım. Dizinin belki de bu kadar sevilmesinin en büyük sebeplerinden biri de, işlediği olaylar ile kadınların ezilip üzüldüğü ülkemizde, tamamen gerçekçi bir yaklaşımla bu olayları sunması olsa gerek. Dizinin sadece olaylardan ibaret olmadığını, toplumun çok önemli yaralarına parmak bastığını da takipçileri biliyorlar elbette.

                Dizide dikkatimi çeken bir unsur, pek çok anne karakteri ve profilinin olması. Her biri ayrı, her biri ince işlenmiş bu karakterler, dizinin temel yapısını da oluşturuyor aslında. Dolayısıyla bu yazıda, Karagül’ün kadınlarını ve anneliklerini konuşacağız.

                Emine… Annelik deyince ilk akla gelen bir duygunun, FEDAKÂRLIĞIN ve SABRIN simgesi. Emine, ezilmiş, üzülmüş, kırılmış ve bir kanadı da fena halde kırık bir kadın. Kendini ifade etmek şöyle dursun, bazen söz söylemeye bile hakkı olmadığını düşünüp susuyor, bazen de tek bir cümle ile taşı gediğine koyuveriyor. Ama mazlum Emine, dedik ya bir kolu da kırık. Arkasında güveneceği kimsesi yok. Öte yandan, ne kadar güçsüz olursa olsun, güç vermek zorunda olduğu bir evlada sahip. Bu noktada bir anneni nasıl fedakâr ve sabırlı olabileceğini gösteriyor bize. Çünkü oğlu Asım engelli.Emine, kendini bırakmış, evladına eksiklerini hissettirmemeye çalışan, bunun için çırpınan bir anne.Sabırlı.Çok sabırlı zira Asım’a yediriyor içiriyor, onunla bir bebekle ilgilenir gibi ilgileniyor, üstelik babasının oğluna vermediği sevgiyi ve ilgiyi de üstlenmiş Emine kadın.Suskun Emine kadın, vazgeçilmiş bir kadın olmanın verdiği acı bir yandan, gidecek sığınacak yeri olmaması bir yandan, susturmuş Emine kadın yüreğini.Evin tüm işlerine koşturması da bu yüzden olsa gerek.Kendini oyalamak çabasında belki..Bir de anneliğine sığınmış adeta. Kendini evladına adamış. Onun için katlanıyor belki de, kim bilir..Ama fedakârlığıyla ve sabrıyla, anneliğin ne yüce olduğunu anlatıyor bizlere..

                Sibel…Bir annenin ÇARESİZLİĞİ daha nasıl anlatılabilirdi bilmiyorum..Sibel’in durumu açıklanamaz, anlaşılamaz şekilde öylesine zor ki…Mecburiyetler, çaresizlik, ya da pek çok koşulda bu durumda kalan ne çok kadın var..Kimse Sibel’e kızmasın. Düştüğü durum bir yana, istenmediği çok açıkça belli olan bir yerde, kendinden nefret edenlerle karşı karşıya, kendini ifade bile edemeden, susmak ve ağlamak, kaderine razı olmaya çalışmak bu olsa gerek..Elinde olsa kurtulurdu taşıdığı bebekten şüphesiz, ama öbür taraftan, ne kadar çaresiz bile olsa, içinde büyüyene kıyamıyor..Kendi canından korktuğundan değil asla, kıyamadığı günahtan oluşmuş bir günahsız aslında..İnsan düşününce aklı almıyor. Sevmediği bir adamdan, mecburiyetler karşısında yapılan bir hatanın bedelini çok ağır ödüyor Sibel. Kötü değil Sibel kadın, çaresiz sadece. Onun yaşadığını yaşamayanların bunu anlaması çok zor elbette..Ne gurur kalmış elinde, ne başka bir çare..Kimsenin düzenini bozma heveslisi değil, o sadece kardeşini kurtarmanın peşinde. Bu haliyle, ne kızabiliyoruz onu izlerken, ne kabulleniyoruz elbette..

                Özlem…EVLAT ACISI ne demek, bize en güzel şekliyle anlatıyor Özlem..Aslında Özlem, hamileliğine güvenip epey rüzgâr estiriyordu konakta, hatta bazen Özlem’e kızanlar bile olmuştur eminim. Oysa öyle çok ki böyle kadınlar etrafta..Görünüşte masum ama diliyle kendini ele veren, dereyi görmeden paçaları sıvayan ama bir kaşık suda boğulan, yine de vazgeçmeyen, başına gelenlerin acısını başkasından çıkarmaya çalışan..Sürekli birilerinin açığını arayan, her olaya burnunu sokan, sivri dilli, zehir bakışlı Özlem, tüm bunların bedelini evladını kaybederek öderken, şüphesiz ne kadar kızarsak kızalım çok ta üzdü bizi..Çünkü hiçbir anne, ya da anne adayı, içinde büyüyen ya da dünyaya getirdiği yavrusunu kaybetmek kadar büyük bir acı görmemiştir, görmeyecektir, Özlem’in evladını kaybetmesi ona daha büyük bir intikam hırsı aşılasa da, üzülmemek elde değil..Böyle kaybedişlerle hiçbir anne sınanmasın elbette..Henüz görmediği, koklamadığı bebeğini kaybetmenin acısını Özlem sayesinde çok iyi anlıyoruz, hissediyoruz.  Özlem’e de hak veriyoruz bir parça..Zira o da kocaman bir hüznün, kırık parçalarından bir tanesi. Bebeğine güvenen ve bu cesaretle yapmadığını bırakmayan Özlem kadın, bebeğini kaybettikten sonra şimdi de nikâhını kaybetmek korkusuyla karşı karşıya..Oda güçsüz aslında, onunda sığınacak kimsesi yok, ama en azından Emine gibi susmaktansa, başkaldırmayı tercih ediyor Özlem. Ve bu isyankâr hali ile bile gönüllerde kocaman bir yeri var..

                Narin…Hiç şüphesiz anneliğin SEVGİ kısmını anlatıyor bize Narin..Hani hep tartışılır ya, doğuran mı büyüten mi diye..İşte Narin bunu en güzel anlatan karakter..Anne olmak için doğurmaya gerek olmadığının en güzel ispatıdır Narin karakteri…Zira annelik, bir süre karnında taşımaktan ibaret değildir sadece..O işin fiziki kısmıdır, ama asıl olan ömür boyu sürecek sevgi faaliyetidir elbette. Bu noktada Narin, kesinlikle Baran’ı çok seviyor ve sahipleniyor. Zaman zaman Narin, verdiği tepkilerle, oğlunu sürekli kışkırtmasıyla sevimsiz olsa bile, evladını kaybetme korkusu ile tüm bunları yaptığını biliyoruz, anlıyoruz. Onun en büyük korkusu Baran’ı kaybetmek. Son zamanlarda Baran’ın diğer kardeşlerine yakınlaşması, onlara karşı eskisi kadar uzak olmaması da Narin’i geriyor ve tedirgin ediyor. Önce evlendiği eşi tarafından terk edilmek, sonra hiç çocuk sahibi olamayacağını öğrenmek..O tüm bunların altından Baran’a duyduğu sevgi ile kalkmayı başarmış. Baran’ı üzecek hiçbir şey olmasını istemiyor. Bir parça da onun büyüdüğünü kabullenemiyor. Zira bu durum Baran’ın üzerindeki otoritesini yavaştan sarsıyor. Ama asıl olayın özü, Baran’ı kaybetme korkusu olsa gerek..Ve tabii ki bunun sebebi de evladına duyduğu sonsuz sevgi..O Baran’ı doğurarak değil severek anne olmuş çünkü..

                Ebru…Onun anneliği deyince akla ilk olarak CESARET geliyor. FEDAKÂRLIK duygusu da var Ebru’nun anneliğinde şüphesiz. Ama her şeye sıfırdan başlayan bir kadın olarak, kendini kabul ettirme çabasında iken ve kimi zaman yorulup pes etmeye yaklaşmışken, evlatları söz konusu oldu mu, çok güçlü bir kadın oluveriyor Ebru..Çünkü kendinden önce evlatlarını var etme çabası içerisinde, onlar için çekiyor her sıkıntıyı ve onların çektiği her sıkıntıya göğüs geriyor cesurca. Ebru çok cesur bir anne, beş parasız, her şeye sıfırdan başlayacak kadar cesur. Ona bu cesareti veren de üç çocuğu aslında. Onlar için güçlü, cesur olmak zorunda. Ama bunu bir zorunluluk olarak görmüyor, o zaten dimdik duran bir kadın. Zaman zaman cesareti kırılsa bile, bunu çok sık göstermiyor Ebru. Çünkü o kocaman bir çınar ağacı olmak derdinde, evlatlarını gölgesinde serinletmek üzere..Bunun için her türlü fedakârlığı da yapıyor elinden geldiğince. Hiç kabullenmeyeceği bir hayatı, kabullenmiş olmanın sıkıntısı bir yandan, aynı avluda kendine sürekli düşmanlık besleyen Narin bir yandan, bir kez koklayamadığı ve koparıldığı evladı ile hiç bilmeden aynı havayı soluması bir yandan, evlatları ile konak ahalisi arasında denge kurmaya çalışması bir yandan, Ebru bütün bunlara göğüs gererek çok büyük cesaret gösteriyor doğrusu. Bir gün Kadriye kadına, “anne” diyebilecek cesareti olabilecek mi bilmem, ama Ebru, kendi gücüne bunu yakıştıramıyor sanki..

                Ve şüphesiz tüm özellikleri kendinde toplayan Kadriye Ana..

                Onda ne yok ki..Evlat acısı mı istersiniz, sabır mı, cesaret mi, fedakârlık mı, çaresizlik mi,sevgi mi..Ölen ya da öldüğünü sandığı oğlunun acısı içinde gezinip dururken, kucak açtı Kadriye kadın ondan kalan emanetlere, yüreğinde kocaman bir sevgi demeti ile karşıladı onları..Yeri geldi herkesin ortasında oğlu Kendal’ı tokatlayacak cesarete sahip oldu, yeri geldi torununun açığını örtmek için kolundan bileziğini çıkarıp verecek kadar fedakâr…Sibel karşısında çaresiz, Asım karşısında merhametli, Rüzgâr karşısında sevgi dolu bir kadın oldu…Açıkları kapatan, ayıpları örten Kadriye Kadın, bazen öğretmen oldu hepimiz için söyledikleriyle, bazen güç verdi Ebru’ya tavsiyeleriyle..Kimi zaman aileyi topladı bir sofranın başında, kimi zaman üzmemek için göstermedi gözyaşlarını büyük bir olgunlukla..Özlem’e sabretti, Emine’ye üzüldü, Kendal’a sinirlendi, ama hep affetti..Herkese aynı mesafede, herkese eşit ve adaletli idi..Haklı kimse onun yanında durmayı bildi, yeri geldi mi herkesin hakkını avucuna vermeyi de..Sevgi ve şefkatte olduğu kadar, öfkede de başarılıydı. Otoritesini koruduğu kadar, yumuşacıktı..Onu Kadriye ana yapan, yüreğimize işleyen kelimelerin sahibiydi, ana olmak, yüreğini ortaya koymak demekti zaten..Ve bu anlamda Kadriye ana, tam anlamıyla anaydı…

                Fedakârlık, sabır, çaresizlik,evlat acısı, sevgi,cesaret…Sanki tüm Karagül kadınlarını toplayınca ortaya bir Kadriye Ana çıkıyor. Dizinin karakterlerinin ne kadar inceden inceye oluşturulduğu da anlaşılıyor böylece..Her biri ayrı bir noktadan çiziyor anneliğin çerçevesini ve çizgiler birleştirildiğinde bir bakıyorsunuz ki, kocaman bir dağ oluşmuş..İsmi de Kadriye konmuş…

                Öncelikle bu kadar derinlikli karakterleri yazan Sema Ergenekon ve Eylem Canpolat’ı yürekten kutluyor, sonrasında tüm bu duyguları yaşatan…Bu karakterleri bizlerle tanıştıran ve yaşatan..

                Kadriye ana karakteri ile Şerif Sezer’e
                Ebru karakteri ile Ece Uslu’ya
                Narin karakteri ile Özlem Conker’e
                Özlem karakteri ile Hilal Altınbilek’e
                Emine karakteri ile Hülya Duyar’a
                Sibel karakteri ile Ebru O.Şahin’e

                Yürekten teşekkürler ve sevgiler gönderiyorum..Şahanesiniz..

                Siyah İnci’den Sevgiyle..
                www.twitter.com/blackpearl42




2 yorum: