25 Aralık 2014 Perşembe

Önce Kara olan Paraydı..Şimdi ise aşklar...



Geçen sezona bomba gibi düşen Kara Para Aşk, özgün hikayesi ile kaliteli bir polisiye dizi izleyeceğimiz imajını bizlere sunsa da, bu sezon ne yazık ki, o çizgiden fazlasıyla uzaklaşarak, hem izleyicisini hayal kırıklığına uğrattı, hem de geçen sezonun cazibesini yitirdi..

Bölüm yorumlarına geçmeden önce, diziyi başından beri ilgiyle takip ettiğimi ama hiçbir yere ilerlemeyen hikayeyi süslemek adına, diziyi aşk üçgenleri ile doldurmanın da, Kara Para Aşk karizmasını yerle bir ettiğini belirtmek isterim.

Geçtiğimiz hafta, sevgili okuyucularıma yazı sözü vermiş ama yerine getirememiş olduğumdan, bu haftaki yazıda, geçen hafta ile birlikte, iki bölümünde geniş bir yorumunu yapayım dedim..

Gelelim bölüm yorumlarına.

Nedret mi, nefret mi bilmem ama tehlikeli olduğu kesin…

Diziye katılan yeri karakterimiz Nedret haladan başlayalım. Aslında iyi oldu, zira anneleri de öldükten sonra, üç kız kardeş iyice zıvanadan çıkmışlardı. Onları toparlayacak biri lazımdı başlarına. Nedret hala başta bana fazlasıyla itici geldi, ama şüphesiz Işıl Yücesoy’un kusursuz oyunculuğu sayesinde, Nedret hala karakteri önemli bir karakter oluverdi..Ve tabi ki de tehlikeli..Çok politik ve kriz zamanlarında nasıl davranacağını çok iyi bilen Nedret halamız, ipleri eline alıverdi hemen..Çok akıllı bir kadın ve bir o kadar da içten pazarlıklı. İyi görünüyor ama lafını da esirgemiyor. Şefkatli olabildiği kadar acımasızda olabiliyor. Kızların yanında sığıntı gibi yaşayan Mert ile yaptığı konuşma, ona vurduğu ağır tekme tüylerimizi ürpertti doğrusu. Ama ne yalan söyleyim, Mert sanki hiç Tayyar’ın oğlu değil. Nedret halamız, onu kendine getirdi.  Silkelendi Mert, aklı başına geldi onun sayesinde. Hani derler ya, devlet gibi kadın. Sanki Nedret hala için söylenmiş o söz.. Yani sözün kısası, kimin iyi kimin kötü tarafta olduğunu artık anlayamadığımız dizimizin, gizemli bir karakteri daha oldu..

İşler zaten karma karışık, barı senin ömrün ömrüme dolansın…

Geçen hafta malum isteme olayları ve Ömer’in evlenme teklifi gündeme oturmuştu. Tekrar ediyorum, siz siz olun gerçek hayatta böyle Ömer gibi önce içten bir türkü söyleyip, sonra önünüzde diz çöküp ‘ömrüm ömrüne dolansın” diyecek bir erkek beklemeyin. Tüm karanlığa ve kötülüğe inat, onların aşkı elbette. Ömer’in iyi niyetli hallerine kıyamıyor insan. Bir de dürüstlüğüne. Ama söylemeden geçemeyeceğim, bizim Ömer de maşallah epey çapkınmış anlaşılan. Daha önce kaç kıza yüzük aldı bilmem ama öyle kaçamak cevaplarla Elif’i kandıramaz onu biliyorum.  Neyse, Ömer teklifin yaptı, yüzüğü de taktı. Peki, Fatma ablamıza ne demeli. Yahu ne lüzumsuz kadın. Sibel’in annesinden bahsediyorum. Hani kızını para için kurye yapıp, sonra ölünce kendinden başka herkesi suçlayan Fatma teyze. Yahu kadın, sen iki kızını da para için karanlık işlere sokarken çok iyi bir anneydin öyle mi? Birinin ölümüne sebep oldun, öbürünün de hayatın az kalsın mahvediyordun, şimdi kalkmış tam nişan günü Ömer’in vicdanına saldırıyorsun. E ne yapsın Ömer, hayata mı küssün. Senin kızın sütten çıkma ak kaşık sanki. Daha ne yapacak Ömer, Fatma ablası için, adam evini açtı yahu. Yani öylesine saçma, öylesine gereksiz bir sahneydi ki anlatamam. İzlerken elbette “besle kargayı, oysun gözünü” diyor insan içinden. O Fatma ablanın çığlıkları da, fazlasıyla rahatsız edici geldi bana..

Ömer teklifi etti, kız isteme tüm aileyi rezil etti..

Ömer’in ailesinin kız isteme merasimi evlere şenlikti doğrusu. Öncelikle ekran başındakilerin altın fiyatlarından haberleri var, onu söylemek isterim, Elif’e takılan o parmağım kadar bileziklerin,beşi bir yerde kolyenin, yedi metre kordonun fiyatını az çok tahmin ediyoruz. Öyle üç beş kuruş değil. Çatlasan orta yerinden, Ömer’in ailesi onları alamaz, çok abartı olmuş. Yazık, Elvan anne yol yordam sordu ama sorduğuna bin pişman oldu, Ayrıca Nedret halanın uzun uzun konuşması, çoktan evlilere has faaliyetlerde bulunan Ömer ile Elif’e örf, adet dersi vermeye kalkması da çok saçma geldi bana..Neyin derdindesin be halam. Atı alan Üsküdar’ı geçmiş çoktan..Ancak, ikisinin evliliğini engellemeye çalışan Hüseyin abimize yaptığı manevrayı alkışlamadan edemem. Nedret hala, gözüne gözüne soktu Hüseyin’in ihanetini..

Ve tabii ki daha ilk günden rezil oldular Elif’in ailesine. Yahu ne alaka o Demet’in hırsızlığı o gece. Çok ama çok saçmaydı, ayrıca Nedret halanın herkesin içinde Melike’yi çağırıp işi ortaya dökmesi de çok çirkin oldu. Sahneyi uzatmak için yapılmış bu gereksiz hırsızlık olayı bana çok sıkıcı geldi. Üstelik Demet kızımız, hayli hızlı çıktı. Kafayı Mert’e taktı. Cin olmadan adam çarpmak niyetinde olsa gerek, ama daha kırk fırın ekmek yemesi de lazım o hayatın çarkına ayak uydurmak için..

Vicdanı ile karanlığı arasında bir Hüseyin..

Hani bir laf var..Akrabanın akrabaya ettiğini, akrep etmezmiş diye..Hüseyin deyince aklıma ilk bu geliyor. Emniyette kardeşini koruyup arkasından kuyusunu kazan, onun nişanlısını gözünü kırpmadan vuran, tüm karaktersizliğini ve kötülüğünü gözyaşları ile gizlemeye çalışan, ilk sezondaki tüm karizmasını yitirmiş biri o. Hüseyin demişken, onun ikinci hatuna ne oldu yahu..Ortadan yok oldular bir anda, o konuya bir açıklık bekliyorum şahsen. Hüseyin, vicdanının sesini dinleyebilen ama içine düştüğü karanlıktan da çıkamayan biri. Şimdilerde Arda kardeşimin yakın markajına alıp incelediği Hüseyin abımız, yeni bir cinayeti daha gözünü kırpmadan işledi dün akşam. Giderek dibe batan Hüseyin abımız, kendini kurtarmak adına daha kaç kişiye kıyacak bilmem artık. Biz Fatih’i kötü zannederken, Hüseyin onu geride bile bıraktı..Hazır cinayet demişken, dün akşam diziye veda eden Bahar karakterini de yazmadan edemem. Gerçekten midemizi bulandırdı Bahar ve ben o ölürken hiç acımadım..Bu kadar ahlaksız bir karakterin de zaten diziden çıkması isabet oldu..

Karanlığa boğulan aşklar..

Dizideki aşkların her biri karanlığını ortasına gömüldü. Pelin ile Arda çiftinden başlamak isterim..Çok ama çok şeker bir çift, ikisi de çok sempatik, cıvıl cıvıl ve aşıklar. Ama sanki Pelin fazla nazlı. Az biraz rahat bırak be kızım kendini, niye kasıyorsun bu kadar. Bak sen böyle naz yaparken, öbürü hamileyim bombasını patlattı.

Şimdi beni son zamanlarda rahatsız eden bir durumu da söylemeden geçemem. Daha önce O Hayat Benim, Medcezir gibi dizilerde de yaşandı bunlar, yahu bizim hastanelerimizde bu kadar entrika hangi ara döner oldu. Hastabakıcılardan doktor yapmalar, sahte rapor almalar, sahte ultrason görüntüleri çekmeler, başkasından çocuk yapıp sevdiği adama yutturmaya çalışmalar, ortalıkta uçuşan DNA raporları, bir günde çıkıveren babalık testleri..Kusura bakmayın ama kurgu bile olsa, izleyen kimse bunlara kanacak kadar saf değil..Beni çok rahatsız eden bir durum bu. Kadın gelmiş çıkmış Arda ile Pelin’in karşısına, ben hamileyim diyor, normal şartlarda adam onu kolundan tutar, başında bekler testin sonucunu. Öyle sen önden git, düzeni kur, hastabakıcıyı ayarla, ben senden boşanacağım ama sana da güveniyorum, ne söylesen doğrudur hikayesi fazlasıyla saçma, bunu da yazıyorum işte..İnsan boşanmak üzere olduğu kadına bu kadar güvenir mi…Üstelik Arda sen hayli gözü açık bir adamsın, maşallah Hüseyin Komiser’in telefon konuşmasının saatini, lafını sözünü hareketini takip edip, bazı sonuçlara ulaşacak kadar da zekisin, iş hatunlarla ilişkiye gelince mi saflığın tutuyor anlamadım ki..

Elif ile Ömer aşkında yapmacık haller..

Ömer ile Elif’in bu haftaki bölümde yaptıkları kaçamak, o havuz başı ergen muhabbeti falan da beni çok sıktı açıkçası. Şarkımız yok, hadi kendimize bir şarkı mı bulalım. Yahu hangi zamanda yaşıyorsunuz siz anlamadım ki. Kaldı mı böyle bir muhabbet artık. Şarkı tutalım da, o şarkı çıkınca dalıp dalıp birbirimizi düşünelim de, sen ilişkinin daha ilk haftasına yaşamadık tecrübe bırakma, sonra romantik takıl. İnandırıcı mı değil.. Hele o otel odalarının kapısındaki , “gelsem mi, gelmesem mi, oda servisi çikolata getirdi, ay öylemi iyi geceler” muhabbeti de beni çok sıktı canlarım..Yaşamadığınız bir durum kalmamış, neyin nazını yapıp, neyin çekingenliği bu acaba..Şimdi birde İpek çıktı başımıza, Elif ile Ömer aşkına, çıkıp gelen eski sevgili muhabbeti de hiç yakışmadı. Fazlasıyla demode. Üstelik bu İpek kızımızın bir de çocuğu varmış. İster misiniz o çocuk Ömer’den olsun. İpek karakteriyle diziye katılan Öykü Karayel’i görmek ve izlemek çok keyifliydi, ancak karakter anlamında İpek, diziyi uzatma çabasından başka bir durum değil benim gözümde.

Ama asıl konuşulması gereken bir aşk var ise ortada…

Tabiki de Nilüfer ile Fatih aşkı derim. Geçen sezonun en iddialı bombasıydı ikisinin aşkı, ne yalan söyleyeyim, Elif ile Ömer aşkından çok daha çekici bence o ikisinin aşkı. Saygın Soysal, Fatih karakterini oyunculuğu ile zirveye taşırken, Nilüfer ile Fatih aşkı da dibe battı resmen..Rezil ettiler rezil…Önce imam nikahı yaptılar, imam nikahı yaptıklarında bile bu kadar ateşli değillerdi maşallah, sonra olmadı Fatih ben seni boşuyorum dedi, yahu kardeşim, bir kere , imam nikahı yapacak kadar dinine düşkün bir adam mı ki Fatih. Adamın çevirmediği dolap, işlemediği günah kalmamış, ne nikahı. Ayrıca bildiğimiz kadarıyla, resmi nikah olmadan öyle dini nikah filan yapılmıyor. Haydi, onu yaptın diyelim, kadını pat diye niye boşadın. Haydi, boşadın diyelim, tekrar niye peşine düşüp yatağa attın kızı. Nerde kaldı din diyanet işleri. Dini hassasiyetleri olan izleyicileri de eminim ki rahatsız eden bu durum, bana da çok saçma geldi..

Nilüferin sürekli ağlak ve titrek hallerine ne demeli. Yahu kızım dik dur biraz, tamam anladık, sen Fatih’in seni sevmesini çok seviyorsun. Ailenin en küçüğü olmasına rağmen fazla sevgi görmeyen Nilüfer, Fatih’in ona karşı olan tutkusuna aşık, bu yüzden o kadar bağlı. Fatih kardeşim de o güne kadar pek sevilen biri olmamış malum, Nilüferin sevgisi onun kalbinin hassas ve merhametli yönünü ortaya çıkarıyor. Özündeki iyiliğe dokundu Nilüfer, onun kendini seven ve sevilen bir insan gibi görmesini sağladı..Ama aşklarının gittiği nokta gerçekten dizinin hayli sevimsiz hale gelmesini sağladı. Hele dün akşamki bölümde Fatih’in Bahar kızımızın ısrarına dayanamayıp, Nilüfer’i aldatması, üstüne tuz biber oldu. Maşallah Fatih kardeşimde de, ne bünye varmış. Normal şartlarda iki gün önce ameliyat olmuş bir insanın, böyle faaliyetleri zor, yarası açılır, kanama olur ne bileyim. Adam böbreğini aldırınca şehveti arttı..Ama güzel oldu mu..Olmadı tabiki..Fatih karakterinin en önemli özelliği, gizemli olması ve ne düşündüğünü çoğu zaman belli etmeyen tavrı. Ama dün, Nilüfer’e karşı biraz saplantılı, fazlasıyla tutkulu bir aşka sahip Fatih’i, eski püskü bir evin, kırık dökük kanepesinde şehvetine yenik bir adam yaptılar ya, ben diyecek kelime bulamadım.  Tek kelime ile kocaman bir fiyasko..

Elif ile Ömer’in sıradanlaşan ilişkisine karşın, dizinin en sürükleyici aşk hikayesini de dünkü o sahne ile yerin dibine geçirdiler. Aslında Nilüfer ile Fatih’in birbirlerine olan aşkı, hayli zor ve imkansız. Ama işi ilginç hale getiren de bu durum zaten. Kolay aşklar kimin umurunda, biz zor aşklar izlemeyi seviyoruz. Her fırsatta Nilüfer’in zırıl zırıl ağlayıp, Fatih’i elinin tersiyle itmesi de bana sıkıcı gelmeye başladı.

Fark ettiyseniz, diziyi polisiye hikayeden çıkarıp, aşk, meşk, entrika, ihanet üzerine kurulu bir dizi haline getirdiler. Zira Tayyar ve onun çevirdiği dolaplar bile artık geri planda kaldı, temel hikayenin ne olduğunu da unuttuk. Açık konuşayım, bu haliyle Kara Para Aşk, sezon sonunu bile zor görür gibi geliyor. Konunun kısırlaştığı dizide, yeni karakterlerin ve yeni entrikaların süsleri bile cazip gelmedi bana..Zira asıl hikayenin de iyice tadı kaçtı, hep kötülerin kazandığı, bir adamın değil emniyeti neredeyse koskoca ülkeyi yönettiği noktaya geldik, Ömer elini nereye atsa boş çıkıyor, Ömer yeni bir ipucu yakalıyor, hopppp Tayyar onu yok ediyor, dön dolaş aynı yerdeyiz. Dolayısıyla ana hikayenin tadının fazlasıyla kaçması sebebiyle, bu aşk üçgeni olaylarına geçiş yaptılar ama ben eski ilgimi kaybettim. Zira dizinin süresi 2 saat, reklamlarla 3 saati buluyor, içi gereksiz sahnelerle uzatılmış, hiç ilerleme olmayan Kara Para Aşk, böyle giderse, iyi başlayan ama bunu devam ettiremeyen diziler arasındaki yerini alacak canlarım diyor ve yazıyı burada bitiriyorum..

Siyah İnci’den sevgiyle…


Twitter : @_BlackPearI_

16 Aralık 2014 Salı

Pazartesi sendromuna en güzel teselli...PARAMPARÇA ilaç gibi geldi..


Yeni sezonun en yenilerinden Paramparça, şüphe yok ki, ekranı ve Pazartesi günün dizi alışkanlıklarını da paramparça etti. Son iki sezonu başarıyla geçiren ama ikinci sezonunda final yapmak yerine üçüncü sezonu da görelim diyen Karadayı, Pazartesi akşamlarının vazgeçilmez dizisi olma yolunda hızını epey kesti..Ulan İstanbul'da kendini tekrara düşünce izleyici sıkılmaya başladı. Bu durumun Paramparça ile yakından alakası olduğu kesin. İzleyicinin sürekli aynı konuları seyretmekten sıkıldığı bir zamanda, yepyeni hikâyesiyle ekrana bomba gibi düşen Paramparça, bu sezonun en gözdelerinden olacağa benzer..

İntizar’ın nefis sesinden, yüreklere işleyen Paramparça isimli şarkısı ve dizinin geriye kalan muhteşem müziklerinden başlamak isterim. Sanırım daha şimdiden şarkı dillere yerleşti bile. İntizar daha çok döktürür gibi geliyor bana..

Yeni bir hikâye dedik. Ne yalan söyleyeyim, bana çok farklı geldi hikâye. İşlenişinden, ilerleyiş hızına kadar çok sevdim. Kalabalık, karışık, kim kimdir bir türlü çözemediğimiz dizilerden sonra, sade ve anlaşılır karakterleri ama bir o kadar değişik konusu sayesinde çok sevildi, beğenildi. Üstelik en güzeli, daha üç bölüm olmasına rağmen, hızlı ilerleyen temposu sayesinde çok keyifli zaman geçirebiliyor olmak sanırım.

Gelelim karakterlere ve hikâyeye…

Dizinin tanıtımları ekranda yayınlanırken, Erkan Petekkaya ve Nurgül Yeşilçay arasında çok bağlantı kuramadım. Ne alaka dedim kendi kendime..Ama gördüm ki, her ikisi de daha ilk bölümden ustalıklarına yakışır performanslarıyla, Cihan ve Gülseren oluverdiler. Erkan Petekkaya cidden nefis oynuyor, hoş bana sorarsanız, onu artık şehirli klâs adam karakterlerinden ziyade, çok farklı karakterlerde izlemek isterim..Bu arada söylemeden edemeyeceğim, Cihan karakterinin kostümleri çok ama çok şık..Erkan Petekkaya’da epey zayıflamış sanırım, Nurgül Yeşilçay, daha bir olgun elbette artık, daha bir güzel oynuyor. Ama dizide öyle biri var ki, açıkçası benim favorim o. Gülseren’in görümcesi Keriman karakterindeki Nursel Köse, ekranda adeta “oyunculuk böyle olur” diyor..Kusursuz ve çok etkileyici..Hayranlıkla izliyorum Keriman karakterini. Dizinin diğer iddialı karakteri ise Cihanın karısı Dilara. Ebru Özkan’ın performansı da konuşulmaya değer. Cuk oturtmuş kendini karakterin içine ve Erkan Petekkaya ile çok iyi bir ikili olmuşlar. Alper karakterindeki Cemal Hünal, ekibi tamamlamış, onu ekranda izlemek büyük keyif oldu gerçekten, kendine güvenen, rahat oyunculuğunu çok seviyorum ben onun. Ve 3.bölümde Cihanın babası olarak karşımıza çıkan Civan Canova, ekibe noktayı koydu. Daha öncekilerden çok farklı bir karakterle hepimizi ters köşe yapan Civan Canova, usta oyunculuğu sayesinde içimizi rahatlatan bir unsur oluyor dizi adına..

 Sahneler çok özenli ve etkileyici, mesela Cansu ile Hazal’ın yan yana geçtikleri bir sahne vardı, öylesine şık çekilmiş ki, rüzgârından etkilenmemek mümkün değil. Ve 3.bölümde Gülseren’in Cansu’nun okuluna geldiği sahne, onun saçlarını okşayıp ona bir anne gibi baktığı sahne, yazana da, çekene de , oynayana da helal olsun dedirtiyor…

Doğurmak mıdır annelik, yoksa büyütüp sevmek midir ? Öylesine derinden sorguluyor ki insan izlerken. Bana göre sadece dünyaya getirmekle iş bitmiyor, sevgi, ilgi ve şefkat vermeden anne olunmuyor. İllaki kan bağı mı, hayır işte, anne olmak için önce yüreğinde o sevgiyi hissetmek gerekiyor..

İki ailenin yolu yıllar önce hastanede birleşiyor, çocukları karışıyor, yıllar sonra bu durum ortaya çıkıyor..

Cihan..Güçlü, zengin ve karizmatik bir adam. Kızına çok bağlı, onun kızı ile olan ilişkisi, gözleri yaşartan cinsten. Öylesine sevgi dolu, öylesine şefkatli..Mutsuz bir adam ama Cihan. Eşi ile arasındaki uçurum çok büyük, mesafeli bir ilişkisi var evliliğinde. Tüm sevgisini kızı Cansu’ya veren Cihan, üzerine titriyor kızının. Yer gök inlese, dünya yansa, önce kızı geliyor. Onun mutlu olması için elinden gelenin fazlasını yapmaya hazır. Çünkü mutluluğun kıymetini çoktan anlamış durumda bir adam..Uzlaşmacı bir adam, otoriter ama olaylara sakin yaklaşıp çözüm yolu bulmaya çalışan bir adam. Belki de eşiyle anlaşamadığı tek nokta bu..

Gülseren…Zor bir hayatın yalnız yolcusu o..Yıllar önce yurtdışına çalışmaya giden eşi geri dönmeyince, görümcesi ile yaşamak zorunda kalan, zor şartlar altında kızı Hazal’ı büyüten, mutsuz ama sevgi dolu bir anne. Onun içinde kızı çok önemli, elinden geleni yapıyor ama imkânları çok az. Üstelik görümcesi Keriman’ın baskıcı tavrı, tüm evin yükünü de Gülseren’e yüklemiş. Çalışıyor, evi geçindiriyor, evin işlerini yapıyor. Yarısına sahip olduğu evde, Gülseren bir sığıntı gibi yaşıyor. Bir mahalle kadını Gülseren, çalışan, didinen, yorulan, üzülen ama hiç yılmayan..Güçlü bir kadın ama bir o kadar da duygusal..Yüreği kocaman, güzel seviyor, güzel bakıyor. Çok fedakâr ama dedik ya çok ta yalnız..

Cihan Gülseren’e âşık olabilir, bu onun için çok kolay, zira Gülseren eşinden çok farklı, çok daha sakin, mütevazı ve en önemlisi ruhuyla sevebilen kadınlardan. Sevginin paradan çok daha önemli olduğunu bilen, her şeyi parayla halledeceğini düşünmeyen bir kadın, sevmeyi bilen, sıcacık bir kadın…Ve eminim Cihan ile Gülseren aşkı, ortalığı yakıp kül eden bir aşk olacak..Zira aralarındaki elektrik ilk karşılaştıkları andan itibaren çok net..

Dilara, gerçekten tahammül edilmez bir eş..Fazlasıyla bencil bir kadın her şeyden önce, kontrol hep elinde olsun istiyor, tüm hayatını sanki organize etmiş gibi..Sadece kendi hayatını değil üstelik çevresindekilerin de hayatı için kararlar almaktan çekinmiyor. Sadece kendi dediği olsun, onun istediği gibi yürüsün tüm dünya..Dilara bunu istiyor, karşısındakinin ne düşündüğü, ne hissettiği hiç önemli değil. Kocası boşanmak istediği andaki tavrından da bunu anlayabiliyoruz. Onun için ailesinden önce cemiyetteki yeri geliyor. Çevresinin ne düşündüğü, en yakınlarının ne düşündüğünden daha önemli. Ve tabii ki kendisi..Hep kendisi…Soğuk bir kadın Dilara, resmi, mesafeli ve kibirli. Hayatındaki her şeyi para ile yönetebileceğini sanıyor ve elbette ki sevgi, hoşgörü, merhamet, vicdan gibi kavramları yok..

Hazal, Dilara’nın doğurduğu, Gülseren’in kızı zannederek büyüttüğü genç kız. Tam da annesi Dilara’nın kızı. Hırslı, gözü yükseklerde. Annesi zannettiği Gülseren ile anlaşamıyor elbette. Annesinden,fakirliğinden utanan Hazal, para için yaşayan her insanda olduğu gibi duygusallıktan uzak ve bencil..Gülüşündeki sadelik, gözlerindeki hırsa karışıyor, sevgi istemiyor o, tek derdi para..Gülseren ona çok büyük bir sevgi vermiş, ama Hazal onunla yetinecek bir kız değil. Gerçek annesi ile karşılaşmasında, onların zengin hayatını görüverince birden içinin Cihan ve Dilara’ya ısınmasından bunu anlıyoruz. Hazal’ın annesi kim babası kim, onun için çok önemli değil, rahat ve zengin bir hayat onun için önemli olan..Hazal karakterini oynayan Alina Boz, çok güzel bir genç kız. Çok ta yetenekli, çok yakışmış karaktere. Ben onu biraz Meryem Uzerli’nin 15 yaşındaki haline benzettim, yüz siması onu çok andırıyor. Hazal’ı sevmesem de Alina’yı çok beğenerek izledim..

Cansu ise, aslında Gülseren’in dünyaya getirdiği ama Cihan ile Dilara’nın büyüttüğü genç kız..Aman Allah..Nasıl güzel, nasıl tatlı ve nasıl mütevazı bir kız..Yaşadığı zengin hayatı hiç umurunda değil aslında, Cansu sevgiye önem verenlerden. Babası ile daha yakın olması da bu yüzden. Annesi sandığı Dilara’nın resmi ve soğuk duruşuna karşın, babasının şefkatli ve sevgi dolu yaklaşımı sayesinde o hep babasına yakın olmuş. Cansu’nun tek istediği sevgi. Kendi annesi Gülseren’i ilk görüşte sevdi bence Cansu, sıcak ve cana yakın bir kız olan Cansu için Gülseren’in ne iş yaptığı falan önemli değil. O sevgi dolu bir anne istiyor karşısında, sıcacık sarılabilen, saçlarını okşayabilen, hastalandığında başında bekleyen bir anneye muhtaç Cansu. Ve Gülseren tam da onun annesi işte..Hazal nasıl annesine benziyorsa, Cansu da annesi Gülseren’in karakterini almış. Üstelik çok ta benziyor annesine. Cansu karakterindeki Leyla Tanlar, daha önce hiç izlemediğim bir oyuncu adayı. Oyunculuğunda biraz acemilik gördüm ben ama o kadar da olsun artık.

Güzeller, iyiler hoşlar kısmını böylelikle bitirelim ve gelelim ilk üç bölümde gözüme takılanlara..

Cansu’nun hastane arşivine elini kolunu sallaya sallaya girmesi, o kapıdaki görevlinin dünyadan haber hali, memuru yanıltma çabaları fazla sıradan geldi bana. Maşallah, arşiv de ne arşiv, pırıl pırıl, tertemiz, bir zerre toz yok, dosyalar gıcır gıcır, dosyayı eliyle koymuş gibi buldu Cansu kızımız .

Hikâyenin ilk üç bölümde öyle hızlı ilerledi ki, bir sonraki bölümde ne olacak diye merak ediyor insan. Ama kesin olan var ki, Gülseren ile Cihan aşkı ile taçlandıracaklar konuyu. Zaten artık evli kadın ile evli erkek ilişkiye girer mi, doğru mu yanlış mı bunları tartışmaktan vazgeçtik..Sağlam bir aşk hikâyesi yazarlarsa ne ala, lafımız yok.

Sanırım ikinci bölümdeydi, Cihan’ın kızını atla takip ettiği sahnedeki müzik Kurt Seyit ve Şura müziklerine çok benziyordu. Bir an ormanın içinden Seyit ve Celil atla çıkacaklar diye korktum..

Elbette ki Gülseren karakterinin ağır makyajı ve bol dekolteli elbiselerini yazmadan olmaz. Nurgül Yeşilçay zaten çok güzel bir kadın, niye o kadar makyaj anlamadım. Üstelik sakin bir hayat süren bir kadının o kadar makyaj yaptığı nerde görülmüş.

Cansu, Gülseren’i görmeye geldiğinde, bir motorlu çantasını çalmaya kalkıştı izleyenler hatırlar. Cansu,yerlerde sürünürken, sol tarafına düştüğü halde, başının sağ tarafının zedelenmesi bana komik geldi, Ayrıca hastane çıkışında Cansu ile Cihan’ın pahalı arabalarına binip, Gülseren’i yaya bırakmaları da şık olmadı. Bıraksanıza kardeşim kadını evine kadar. Bir de Gülseren’in çalıştığı pastaneden kovulması var elbette. İşten kovulması üzücü ama gerçekçi. Nerede öyle kafasına göre işyerinden çıkıp kafasına estiği saatte işe gitmek.  

Ama tüm bunlara rağmen, Paramparça genel anlamda, nefis bir şölen..Pazartesi sendromuna en güzel teselli..Zira akşamı iple çekerken, günün nasıl geçtiğini anlayamacaksınız diyerek yazımızı burada bitirelim, bitirirken de o güzel mısraları ekleyelim..

Bir uçurum hüznü belki aşk
Paramparça yere çakılacağını bile bile
Sanki elini uzatsan avuçlarında
Sanki kilometrelerce uzak
Öyle imkânsız öyle mümkün

Yolu uzun, izleyicisi bol olsun..

Yazı biraz uzun oldu kusura bakmayın ama Paramparça çok konuşulacak bir dizi olacak, Siyah İnci’miz dediydi dersiniz..

Siyah İnci’den sevgiyle...






8 Aralık 2014 Pazartesi

Karagül..Evlat ile sınanmak..Acıya alışmak..Yâda kendini unutmak..


Son üç sezonun tartışmasız lideri o..

Kimi zaman kavgalarıyla, kimi zaman aksiyonu ile tempoyu hiç düşürmeden, izleyiciyi sıkmadan yoluna devam ediyor..

Hikâyesini yazan ustalar, senaryoyu da üç ustaya teslim etmişler. Beril Köse, Betül Yağsağan, Erkan Birgören..

Bu isimleri not edin..Muhtemelen Karagül bittikten sonra da, senaryo deyince ilk aklımıza gelenlerden olacaklar..

Senaryo öylesine düzgün ki, hata arasanız da bulamıyorsunuz.  Hikâyenin işleyişindeki sıralama, karakterlerin dengesi mükemmel. Kimse kimsenin önüne geçemiyor, her karakter ayrı önemli, her karakter üzerine yazı yazılacak kadar derinlikli. İzleyicisini dinleyen, takip eden ve önem veren Karagül senaristleri, haklı başarılarını da kutlamalı elbette…

Oyuncular için daha önceki yazılarımda çok yazıp çizdim. Ama ne kadar yazsak, yetmiyor elbette. Karagül kadrosundaki usta oyuncular, ekibin genç oyuncuları için adeta birer öğretmen niteliği taşımakta. Gençler de bunu sonuna kadar kullanmakta..İlk sezondan bu yana, dizinin genç karakterlerinin oyunculuklarındaki yükselen ivme bunun en güzel ispatı. Ustalar ise neredeyse her bölüm ağzımızı açık bırakan performansları ile Karagül’ün niye bu kadar başarılı olduğunun altını çizmekteler. Bu bölüm ne olabilir artık diye düşündüğünüz ve her bölümde tempoyu biraz daha yükselten Karagül, çıtayı öyle yükseltti ki, öyle kolay kolay her diziyi beğenmez olduk.  Ekibin başındaki adam, Murat Saraçoğlu son zamanların en iyi yönetmenlerinden, bunu tüm yüreğimle ilan ediyorum. Her sahnenin ve görüntünün fazlasıyla özenilmiş çekim açıları ve devamlılık kalitesi,  haklı başarının mimarlarından biri olan Yönetmen ve onun ekibi sayesinde elbette, tüm bunlar birleştiğinde Karagül, Cuma akşamlarının gözdesi ve birincisi olmaya devam edecek gibi görünüyor..
Karagül, şüphesiz bu ülkenin en acımasız gerçeklerini, yalın ve çıplak bir şekilde gözümüze gözümüze sokuyor aslında her hafta…Kabullenmek istemesek te, içimize sinmese de, bir yerlerde, yaşıyor bu kadınlar, farklı hikâyeler ama aynı acıları taşıyarak..

Her kadının hikâyesi bir başka ama tek bir ortak noktaları var…Her biri evlatları ile sınanmakta…O zaman haydi…

Gelelim son iki haftanın bizim gözümüze ve gönlümüze takılanlarına..

Son iki hafta, belki de son üç sezonun intikamının alındığı iki hafta oldu..Asım’ın ve Emine’nin tüm çektiklerinin hesabı görüldü adeta..Baba sevgisinden ve eş merhametinden mahrum iki masumun, Kendal’ın tüm dünyayı unutup, hayatının merkezine yerleştirdiği yeni doğmuş bebeğine umut olmaları, elbette tüm izleyenlerin derin bir oh çekmesine sebep oldu.  Açık konuşmak gerekirse, Can Atak ve onun kusursuz performansı sayesinde, Asım karakteri hepimizin gözünde yücelirken, ona acımaktan ziyade, hayranlık ve takdirlerimizi topladı..O güne kadar vazgeçilmiş, bir kenara itilmiş olmanın dayanılmaz yükünü taşıyan Emine anne, her acıyı diline dökmeyi başarırken, bir o kadar da yeni doğmuş günahsıza yüklemedi Kendal’ın suçunu..Kendal’ın vicdansızlığını, kendi merhametleri ile aşağılayan Emine kadın ile Asım, şüphesiz ki kendilerine en yakışan şekilde, küçük bebeğe ilaç oldular. O güne kadar birbirlerine sımsıkı sarılmış anne ile oğul, bu defa en masuma derman oldular, henüz kendi yaralarını bile saramamışken..Emine kadın, hem annesi hem babası olduğu yüce gönüllü oğlu Asım’ın önünde dimdik duran tavrıyla ekranda devleşti..Asım’ın babası ile çıktığı gezme ise, babası ile ilk kez yan yana yürüyebilmenin, insan yerine konulmanın, o insanı yaralayan sevincini yaşattı bizlere, çok geç kalınmış bir buluşmaydı babasıyla çıktığı gezme, gözlerinde hüzün ve çaresizlik, yerini küçük çocukların gözlerindeki neşeye bırakmıştı ve aslında ne kadar büyüsek bile, yinede anne ve babamızın sevgisine muhtaç birer çocuk olduğumuzu hatırlatıyordu bizlere..Ve şüphesiz Asım eline aldığı pamuk şeker ile yüreklerimize çok şiddetli bir darbe vurdu. Aslında hiç sevmediği pamuk şekeri, sırf babası aldı diye yiyen, seven ve çubuğunu saklayan Asım,O güne kadar görmediği, hissetmediği o sevgiyi, ilgiyi, o çubuğun içine hapsetmişti..Biliyordu aslında, tüm bu sevgi ve ilgi, kendisinden başka çaresi olmayan babasının, aslında göstermelik ve menfaat karşılığı bir sevgisiydi ama olsun..Asım’ın kocaman bir yüreği vardı, kendisi bir kenara itilirken yüceltilen kardeşine yardım edecek kadar, ama bir o kadarda kanaatkârdı o yürek…Tek bir pamuk şekeri çubuğuna kanacak kadar..

Evlat ile sınanmak deyince aklımıza gelen en acı hikâyelerden biri de Sibel’in elbette. Sibel, bir garip kadın..Ana yok, baba yok..Belli ki yıllar önce yanıp tutuştuğu sevdası bile yok yanında..Hayatın en ağır yükünü almış sırtına çok öncesinden, sevdiği, günahını karnında bırakmış, aşk ile başlayan her yürek atışı, evladını korumak için gözünden akan kanlı gözyaşına karışmış…Sibel, anneliği tatmış tatmasına da, yaşayamamış…Kızını yanı başından ayıramamış, ama sırf onu korumak adına ona da annelik yerine ablalık yapmaya çalışmış. Bunu başarmış başarmasına da, annelik içinde derinde bir yerlerde kalmış..Şimdi tam anneliği tadacağım derken, bir sır olan diğer evladı, öbür evladına umut olmuş. Ne kötü kader ki, Sibel belki de çok daha uygun bir zamanda ve mekânda bunu kızına açıklamayı tercih ederken, hiç beklenmedik bir anda anlatmak zorunda kaldı tüm gerçeği..Gerisi içinde derin bir acı, gözlerinde yaş, kızında ise isyandı..Birinin hastalığı, diğerinin isyanı ile karşı karşıya kalan Sibel, belki hayatının en büyük sınavıyla karşı karşıyaydı..Zira kızının babası, tam da karşısındaydı.. Üstelik tüm bu acıları tek başına yüklenen Sibel’i azat etmişti yüreğinden..Sibel yine yalnız, yine çaresiz, yine yenik..Hayata karşı durmaktan yorulmamış, ama karşısında hesap soran kızına ağzını bile açamamış..

Narin ise giderek yaklaşmakta acı bir bedel ödemeye..Onun sınavı çok daha başka..Narin, eninde sonunda kaybedecek bu sınavı. Evladı gibi büyüttüğü Baran, aynı avlunun içinde Ebru ile giderek yakınlaşırken, Narin’in sinirleri daha da bozuluyor elbette. Ama evladı olmadığı halde, Baran’dan ayrılamayan Narin, nasıl oluyor da Ebru’nun yerine kendini koyamıyor, ayrı hikâye…Evladından ayrılmamak uğruna, başka bir anneyi evladından ayırmak bu sınavın en zor sorusu galiba..Narin, er geç bu gerçekle yüzleşecek ve bana sorarsanız onun asıl sınavı o zaman başlayacak..

Peki ya Kadriye ana...Hangi evladına daha çok üzülsün acaba…İki kez yitirdiği oğlu Murat’a mı, yoksa vicdansızlığı ile ezip geçen, öfkesiyle yakıp kül eden Kendal’a mı…Onların eksiklerini kendisi tamamlamaya çalıştıkça, daha bir parçalanıyor yüreği. O sadece iki evlat annesi değil aslında. O konağın, sevgiye muhtaç, merhamete muhtaç her bireyinin, derdine derman, kalbine merhem Kadriye ana..Ama onun yüreğine bir teselli var mı, orası meçhul..Zira dünyanın en büyük acısıyla sınanmakta..

Anneler sınanmakta…
Kimi evlat sahibi olmuş, onu emanet etmiş toprağa..
Kimi evladına doyamadan vermiş başkasının kollarına…
Kimi yanı başında evladına hasret,
Kimi evladına bir damla nefes aramakta…
Kimi daha kucağına bile alamadan hasret kaldı yavrusuna…
Kimi evlatları arasında tamamen yalnız kalmakta…

Evlatlar da sınanmakta…
Ölmüş babasının toprağına sarılanlar…
Annesi ile kız kardeş gibi yaşayanlar…
Kaybettiği babasından sonra dili tutulanlar…
Ve tüm dünyayı bir pamuk şekerin çubuğuna sığdıranlar…

Bütün bu duyguları, hüznü, sevinci, gözyaşını ekrandan bizlere en gerçekçi haliyle sunan tüm Karagül ekibine, oyuncusundan, set çalışanına, yönetmeninden, senaristine…Ve elbette yüreği en az ekip kadar güzel olan izleyicisine…Yürekleriniz hep mutlu çarpsın..

Siyah İnci’den sevgiyle…


www.twitter.com/_BlackPearI_

6 Kasım 2014 Perşembe

Karadayı'da herşey karmakarışık..

Karadayı’nın bu sezon daha karanlık olacağını, daha sezon başlamadan söylemiştim canlarım. Dediğim gibi de oldu. Bu sezon daha sert ve daha karışık bir olay kurgusu bizimle beraber. Bunun yanında işin rengi biraz daha değişerek, sanki bir parça daha erkeklere hitap eden bir hale büründü. Neyse ki, yan hikâyeler hayli hararetli gidiyor da, işin keyfi artarak devam ediyor.

Gelelim bu haftanın yorumlarına…

Öncelikle son birkaç bölümdür Ayten ile Feride arasındaki yakınlık beni benden aldı. Hem rakip, hem düşman olan bu iki kadının, dert ortağı haline gelmesine ne demeli bilmem. Ayten kızımızın geldiği nokta çok takdir edilesi gerçekten. Mahir’i kaybettiğini kabullenip, bir de eski aşkının yeni aşkına yardım etmesi, ancak dizilerde olur zaten. Yine de, Feride ile Ayten arasındaki kadın dayanışması hayli duygulandırıyor beni.

Eski düşmanlar bile yakınlaşıp dost olabiliyorken bu hayatta, en güvendiklerimiz de sırtımızdan vuruverir hiç beklemediğimiz anda. Tabiî ki de Songül’ü kastediyorum. En favori karakterimdi Songül benim. Açıkçası Osman ile yaşadığı aşk konusunda öylesine kararsızım ki. Hem çok kızıyorum, hem üzülüyorum hallerine. Osman’ın, o lisedeki serseri oğlanın karizmatik bir delikanlıya dönüşmesine lafım yok.Songül’e olan aşkına da.Osman’ın aklı başında ve olgun bir adam olmasının karşılığı Songül’ün aşkını kazanması oldu.Ama Yasin..İşin en başından beri Songül’ün ailesine destek olan, koşturan, yorulan, her fedakârlığı yapan Yasin ne olacak..Yasin bunu hak etimi acaba..Diyorum ya, ne Yasin’e kıyabiliyorum, ne Osman’a..Zaten bu aşkın en mağdurları ikisi. Songül’ün her ikisine mavi boncuk dağıtan, ne nişanlısından ne aşkından vazgeçemeyen o tavrı beni deli ediyor. Yaşadığı döneme göre hayli cesur hareketler bunlar..Ama küçük bir ayrıntıyı söylemeden geçemeyeceğim. Yasin ile Songül ayrılacak bu belli ve fakat sanki Suna ile Yasin arasında bir aşk filizlenecek ve Yasin’in yaralı kalbini Suna teselli edecek..Suna ile Yasin arasındaki tatlı sert atışmalar bunun habercisi zira..

Gelelim diğer bir yakınlaşmaya. İlknur ile Seyis arasındaki kıvılcım aşka dönüşür mü bilemem. Zira İlknur, böyle bir aşka hazır değil kanımca. Ama Seyis çoktan abayı yaktı bile. İlknur’un yarası, aşk ile kapanır mı bilemem, ama teselli edeceği kesin. Peki ya bu aşk Seyis’i daha iyi bir adam yapar mı..içinde bulunduğu karanlık dünya İlknur için fazlasıyla yabancı. Hoş, ben ikisini yakıştırmıyorum da zaten. İlknur, Erdal abiyle evleneydi iyiydi. Ama Seyis, sanki Mahir’e karşı meyilli. Meyilli derken yanlış anlaşılmasın, tamamen iş odaklı bir yakınlıktan bahsediyorum. İlknur’a olan yakınlığı ve duyduğu ilgi mi buna sebep bilmem ama Mahir’e karşı diğerlerine nazaran daha sakin yaklaşıyor..

Öbür taraftan karanlık dünyamızın çiçeği Belgin, Mahir’e yaklaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor maşallah..Mahir ise, Belgin’in peşinde karakoldan adliyeye koşup duruyor..Eeee kılavuzu Belgin olanın, burnu karakoldan çıkmaz canlarım..Açıkçası Belgin bana fazlasıyla itici geliyor. Belki Feride’nin üzülmesine kıyamadığımdandır..Ayrıca zaten Mahir’in, Feride’yi kendinden soğutmak için Belgin’i kullanması kadar komik ve eski bir yöntem yok..Kaldı mı böyle hareketler bilmiyorum.  Belgin’in fırsatı kaçırmayıp Mahir’e ahtapot gibi sarılması da, izlerken sinir eden ayrıntılardan. ..
Belgin kardeşimin, Feride’nin odasında görülen davada hayli ileri gittiğini fark etmişsinizdir. Kadın çok tehlikeli yemin olsun. Feride’nin onunla baş edemeyeceği aşikâr. Hele hele koskoca hâkime hanımın adliyede adeta saklambaç oynar gibi odadan odaya koşup saklandığını gördükten sonra, Belgin’in Feride’yi epey üzeceğinden emin oldum..

Kadın dediğin tehlike demek ve elbette bol bol dırdır..Necdet kardeşim, ne çekti bu kadın dırdırından..Necdet’i kadın dırdırı öldürecek bu gidişle. Ayten gitti, onun derdi yetmez gibi şimdi de Süeda başladı. Ama Necdet bunu sonuna kadar hak etti.

Gelelim Mahir abimize. Kabadayı oldu kendisi malum. Yer altı dünyasının karanlıklarına koşar adım gidiyor ama adam döverek, Osmanlı tokadı ile bu işler olmaz benden söylemesi. Bir kurşun ile macerası bitiverir..Bu hafta o köfteci sahnesini beğenen oldu mu, bilmiyorum ama ben hiç beğenmedim. Polislerin karşısına gitmiş köfteci arabasını koymuş, in cin top oynuyor sokakta. Hiç mi şüphelenmez polisler, bu adam burada ne işi var diye. Tek tük gelen müşteri olsa da, bana çok inandırıcı gelmedi o köftecilik. Üstelik o köftelerin içine artık ne attıysa, adamlar oturdukları yerde bayılıp kaldılar, Mahir abimde elini kolunu sallaya sallaya girdi kamyonu çaldı. Hoş ben çok daha büyük bir tır bekliyordum ya neyse. Yani o kadar kabadayı, o kadar adamları silahları teçhizatları arasında bunu akıl edememişler, Mahir abim gitti şıp diye aldı geldi kamyoneti..

Sözün özü canlarım, açıkçası bu sezon Karadayı, yer altı dünyasına inmekle pekiyi etmedi. İşler karışık, aşklar deseniz çok karışık. Konu biraz yavaş ilerliyor. Mahir, ne zaman beyaz takımlarını giyecek. Hiç adam öldürmeyecek mi, böyle tertemiz sütten çıkma ak kaşık bir kabadayı olur mu, tüm hepsinin başına nasıl geçecek, Yasin aldatıldığını öğrenince ne yapacak, Hatta Nazif baba ne yapacak, Feride'nin yüzü gülecek mi, İlknur Seyis ile yakınlaşacakmı, bunları da  doğrusu merakla bekliyoruz..

Şimdilik Karadayı için bu kadar yetsin diyerek yazımızı bitirelim..

Siyah İnci’den sevgiyle..


www.twitter.com/_blackpearI_ 

24 Temmuz 2014 Perşembe

Bu kadar arızalı karakterden, bu kadar şahane bir iş çıksın..Ulan İstanbul, büyülüyor !!

               
                İlk tanıtımını ekranda izlediğim gün, önce ekrana öylece bakıp kaldım, sonra da ağzımdan istem dışı bir “vayyy,kadroya bak”cümlesi döküldü…Zira hepsi tanıdık, hepsi sevdiğim ve özlediğim oyunculardan oluşan Ulan İstanbul, ilk bölümünden itibaren her biri ayrı yazı konusu olabilecek karakterleri, farklı konusu, eğlencesi, aşkları, şarkıları sayesinde yaz ekranının bana göre en kaliteli işleri arasında bir numaraya oturuverdi.

                Dizinin en önemli özelliği, aklımızın ucuna bile gelmeyecek tuhaf ve arızalı karakterlerin bir araya toplanmış olması. Üstelik bu arızalı tipler, bir araya gelince, inanılmaz müthiş bir ekip oluşturuyor.Oyunculuk anlamında adeta ders verir nitelikteki performanslar üzerine eklenince, keyif üstüne keyif geliyor adeta..

İlk 5 bölümü geride bırakan dizimizde kimler varmış, niye bu kadar sevilmiş, haydi hep beraber bakalım..

Kandemir…

İşin başındaki adam. Tecrübeli ve çok zeki..Tüm ekibin lideri, yaş olarak da diğerlerinden büyük, gençlerin gırgır şamatasına çok bulaşmıyor. Bildiğimiz hırsız, ya da dolandırıcı mı demeli bilmiyorum. Çoğu zaman ciddi, bu ciddiyette ona çok yakışıyor, yüreğinin derinlerinde bir yarası var..Kızını uzaktan seyrediyor, kızı ise onu hiç bilmiyor. O ciddiyet, belki biraz da bu yüzden…Ama işini çok profesyonel yapıyor, hiç açık vermemesi bu yüzden. Kandemir, haklı olarak, grubun diğer gençlerinden çok daha mantıklı düşünebiliyor. Diğerlerine karşı kimi zaman bir abi korumacılığı, kimi zaman bir baba şefkati, kimi zamanda bir patron öfkesi gösteren Kandemir, kimseye eyvallahı olmayan da bir adam. Ve tabii ki de çok ama çok karizmatik. Çapkın bir adam Kandemir ve fakat kadınlar karşısında fazla bir zaaf göstermiyor, zaten kadınlara da pek eyvallahı yok gibi görünüyor. Ama tersinden baktığımız zaman, kadınların ona olan ilgisini görebiliyoruz. Kandemir, kadınların ona olan bu ilgisini, menfaate çevirmeyi iyi biliyor. Uğur Polat’ın büyüleyici performansı karşısında söylenebilecek ne olabilir ki? Usta oyuncu, Kayıp Şehir’in takıntılı psikopat âşık Ethem’i, burada usta bir hırsız olarak arz-ı endam eylerken, bize de keyfini çıkarmak kalıyor sadece…Yüreği uzun ömürlü olsun..

Karlos…

Çakal Karlos mu demeli ya da…Gerçekten tam bir çakal deyim yerindeyse..Hele de bu özelliğini, saf masum pozlarda gizlemeye çalışmıyor mu…Her sahnesini birkaç kez izliyorum itiraf edeyim..Yaren ile klozet boyadıkları sahneden tutun, Jandarma kılığında kötü adamlara ayar verişine kadar, Erkan Kolçak Köstendil döktürüyor kelimenin tam anlamıyla…Hele ki son bölümde, Yaren ile yaptığı düet, son noktayı koydu adeta..Karlos hem saf bir delikanlı, hem her duruma bir çıkış yolu bulacak kadar çakal, hem de yeri geldi mi haşin bir erkek..Yaren ile yaptığı düetteki duruşundan, bakışından, beni hafife almayın der gibi bakışından etkilenmemek ne mümkün…Onun da içinde bir yarası var…Kabuk bağlamayıp hep kanayan o yara Yaren elbette. Zaman zaman işi gırgıra vurup, üstü kapalı imalarla Yaren’e asılsa da, yüreğinin derinlerinden gözlerine yansıyan o büyük aşkı hissedebiliyoruz. Adam şarkı yazmış Yaren’e daha ne olsun..Öbür taraftan fazla mı fazla sevimli Karlos. Ekibin neşe kaynağı adeta. Yaren ile kafaları çok uyuyor birbirine. En gergin anlarda Karlos’un “Yardır Yaren” deyip, Yaren’in ana uygun şarkıya girmesi bu uyumu ortaya koyuyor. Onunda çok eyvallahı yok bu hayatta, Yaren hariç. O oldu mu akan sular duruyor, aşkını öyle net cümlelerle dile getirmeyecek kadar delikanlı, ama belli edecek kadar duygusal bir âşık Karlos..İş söz konusu ise Kandemir’in ağzından çıkan her emre hazır, eline yüzüne bulaşmadığı sürece…Kısacası Merhamet’in Mehmet’i, Sakarya Fırat’ın Er Mahmut’u, Erkan Kolçak Köstendil, Karlos karakteri ile zirvede…Yüzü hep gülsün, uzun yaşasın, çok oynasın..

 Yaren…

 Karlos deyince artık arkasından hemen Yaren gelmeli elbette…Tam bir kaçık Yaren..Çok benziyorlar aslında Karlos ile birbirlerine. Çünkü Yaren de, tatlı mı tatlı, eğlenceli bir genç kız. Buna rağmen, Karlos ile zaman zaman didişen, zaman zaman küçük flörtler eden Yaren iş sahneye çıkmaya geldi mi, bambaşka bir kadına dönüşüveriyor..Beni fark edin, kadınım ben diyor adeta..Yaren’in sahnesi bize çok uzun yıllar öncesinde kalan arabesk kadın şarkıcılarını hatırlatıyor. Hatta hatırlatmak ne kelime, Yaren sahnede tam anlamıyla onlardan biri. Şebnem Bozoklu, vücut diliyle, bakışlarıyla, sesinin tonuyla bunu öyle güzel başarıyor ki, işte benim izlemekten keyif aldığım oyunculuklar bunlar…Abartılı saçı ve makyajı, allı pullu tüylü kıyafetleri ile Yaren geceleri tam bir pavyon şarkıcısı iken, gündüzleri üzerinde kot pantolonu, sokaklarda çekirdek yiyerek bakkaldan akşam yemeği için malzeme alan bir genç kız… Yaren de yaralı bir kadın. O hayatın içinde olupta yaralı olmayan kadın var mıdır zaten…Üstelik Karlos ile aralarındaki o bir türlü dile getiremeyen aşk düğümü de işin tuzu biberi..Gündüz Karlos’un aşkı ile pır pır eden kalbi, geceleri şuh ama erkeklere kafa tutan delikanlı bir kadın yüreğine dönüşüveriyor..Çok eğlenceli bir kadın Yaren aynı zamanda. Arabesk tavırlarının dışında günlük hayatta, cilveli, neşeli..Kandemir’i çok seviyor, çok bağlı, bir o kadar da korkuyor ondan..Ama bu korku Kandemir’e olan saygısından..Şimdilik pavyon hayatını bırakmış gibi görünse de, ucundan kıyısından o hayata bulaşıyor. Çünkü illaki de onu tanıyan birileri çıkıyor karşısına. İşin eğlence kısmı da zaten burada..İki farklı karakterin keskin geçişini başarıyla oynayan sevgili Bozoklu, özlenen performansını seriyor önümüze ve bize de keyfini sürmek kalıyor..O güzel gülüşü hep bizimle olsun..

Ferdi…
Ekibin ağır abisi…Tam bir delikanlı.. Lafta değil icraatta da öyle..Fena halde keskin dili var..Korkusuz ve kavgacı. Karlos’un sevimli, esprili komik hallerine karşın, Ferdi kara mizah yapıyor diyebiliriz. Ama onun kendine has bir karizması da var..Lafı pek dolandırmayı sevmiyor Ferdi, içinden ne geliyorsa, laf kalabalığı yapmadan paldır küldür söyleyiveriyor. Karizmasına ve zekâsına güvenen herkeste olduğu gibi, ukalalığı da var Ferdi’nin..O da Kandemir’e çok bağlı. Ama elbette oda yaralı…Aile kavramını bilmeyen Ferdi, yetiştirme yurdunun soğukluğunda şekillenen kalbinin o en derin yarasını, şimdilerde Derya’nın açtığı yara ile kapatmaya çalışıyor. Yara, başka bir yara ile kapanır mı, onu ilerde göreceğiz. Derya ile aralarında başlayan yakınlık, şahane bir aşka dönüşürken, büyük aşklar, büyük kavgalar ile başlar sözünün de haklılığını anlıyoruz. Adeta birbirlerinden nefret ediyorlarken, küçük kıvılcımlarla, birbirlerine yaklaştılar..Ferdi, içindeki aile özleminin de etkisiyle, belki de ailesinde bulamadığı sevgiyi Derya’da arıyordur, kim bilir..Zaman zaman o duygusal yanını çıkarıyor ortaya, çoğu zaman Derya’nın yanında oluyor bu yansıma..Ama işin içine Derya’dan hoşlanan başka bir adam girdi son zamanlarda ve Ferdi şimdi hayatının en büyük sınavını veriyor. Dokunmaya bile kıyamadığı Derya’ya dokunmaya niyetli Ceyhun, onu yeterince sinir etse de, onları bir araya getiren amaç sayesinde öfkesini kontrol etmeye çalışıyor. Derya ile aşklarını henüz dile dökmediler ama böylesi belki de çok daha güzel…Ferdi karakterini Kaan Yıldırım oynuyor, hani Kayıp dizisinin kapüşonlu gizemli delikanlısı…Ama Kaan Yıldırım, Ulan İstanbul’da bambaşka…Yerden göğe, buram buram karizma ve çekicilik abidesi Ferdi karakterini, öylesine doğal ve gerçekçi oynuyor ki, şimdiden fenomen oldu benden söylemesi..Yolu çok uzun ve açık olsun…

 Derya…

 Onun aslında ekiple hiç alakası yok..Yani o bir hırsız değil. Ama ucundan kıyısından öyle bir bulaştı ki aralarına, şimdi onlardan biri oldu adeta.. İçlerinde en normali o diyebiliriz. Çıtı pıtı, tatlı bir genç kız..Onun en büyük yarası, babası..Sağlığı pekiyi olmayan babası, haksız yere hapse düşünce, denize düşen yılana sarılır misali, Derya, Kandemir ve ekibine güvenmekten başka yol bulamadı. Babasına çok bağlı, onu kurtarmak için her fedakârlığa razı. Başlarda hiç sevmediği ekibin insanlarına çabuk kaynaştı, belki bu yüzden, belki de Ferdi’nin ona bakan kapkara gözlerinin etkisinden. Orası meçhul…Ama içlerine girdikçe, aslında dışarıdan damgaladığı insanların, yüreklerinin temiz ve iyi niyetli olabileceğine de inandı. Hoş, bizim ekip çok sıra dışı..Önceleri hiç anlaşamadığı Ferdi ile ilk sahnelerini izlediğimde, bu ikisinden iyi bir aşk hikâyesi çıkacak demiştim. Öyle de oldu..İnsanın aklına gelmeyen başına gelir misali, Derya, Ferdi’nin o kocaman, cesur ve sevgi dolu kalbine vuruldu. Onlarınki dile gelmedi çünkü henüz ikisi de kabullenme aşamasında…Öyle ya, kolay mı bir hırsıza âşık olmak..Ama aşk bu arkadaş..Hangi engeli aşamamış ki bugüne kadar. Aralarındaki duygusallık, zaman zaman işlerine yansıyor, planları bozuyorlar, ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar. Ama bu onları daha sevimli kılıyor. Derya üstelik şimdi iki erkek arasında kaldı...Ferdi ile onu kardeş zanneden Ceyhun, Derya’nın peşindeyken, Derya, hem Ceyhun’dan kaçmak, hem Ferdi’nin kıskançlık krizleriyle baş etmek zorunda. Derya’yı oynayan Sevtap Özaltun çok ama çok sevdiğim bir oyuncu. Canım Ailem dizisinden, Fatmagül’ün Suçu Ne dizisine, kaliteli performanslarıyla dikkat çeken sevgili Özaltun, burada farklı imajı ve kaliteli oyunculuğu ile göz kamaştırıyor. Yüreğinden öpüyoruz onu kocaman kocaman…

Bahadır…

Komedinin dibi diyeyim siz anlayın gerisini…Bahadır anlatılmaz yaşanır adeta..İzlemeden anlayamazsınız gerçekten. Ekibin teknik beyni ve olağanüstü zekâ sahibi asosyal üyesi..Bilgisayar başında harikalara imza atarken, aynı başarıyı normal yaşantıda gösteremeyen Bahadır, ani atakları, ödlek tavırları, tehlike anında donup kalmasıyla beni kahkahalara boğuyor…Karlos ve Ferdi gibi işin ustaları yanında acemilik çekse de, teknik konularda hepsinin on adım ötesinde..Ekibin en önemli elemanlarından olan Bahadır’ı yine çok sevdiğim Caner ÖZyurtlu oynuyor.. Hani Elveda Rumeli’nin hafiften kaçık Namık karakteri vardı ya, ta kendisi..Yâda Bizim yenge dizisinin Fatih’i…Komedi deyince müthiş bir performansa sahip Caner Özyurtlu. Burada da hakkını vermiş. Üstelik onunda bir yarası varmış, bir kıza âşık olmuş, kavuşamamış. Bahadır’ın böyle bir aşk acısı olabileceği aklımızdan bile geçmezken, bir sarhoşluk anındaki itirafı ile hem gülüp hep şok olabiliyoruz. Ekibin sırlarını ortaya dökse dökse Bahadır döker bir gün. Ama bunu da bile isteye yapmaz, sakarlığından ya da panik tavırlarından şüphe çeker hepsi o…Caner Özyurtlu’ya Bahadır karakteri için özel bir alkış isterim gerçekten..

 Ceyhun…

E bu kadar hırsıza bir polis lazım değil mi..Ceyhun, polis abimiz. Üstelik hırsızlık masasından..Üstelik bizimkilerin yerleştiği mahalleden..Üstelik Derya’ya âşık..Tüm bunlar üst üste gelince de, elbette eğlencenin dozu artıyor. Ceyhun, annesi ile yaşıyor. Aman Allahım ne anne ama..Neredeyse sokaktan geçen genç kızlar, Ceyhun için potansiyel eş adayı. Kendisine aşırı düşkün annesinin ilgisinden bazen bunalsa da, Ceyhun tam bir aile erkeği. O da normal, sıradan bir insan. İşi gücü düzgün, dürüst, temiz ve seviyeli. Derya’dan hoşlanıyor ama Ferdi engelini bir türlü aşamıyor. Üstelik Derya’nın babası Kandemir ve abisi Karlos seslerini çıkarmazken, Ferdi’nin ona karşı gergin tavırları onu işkillendiriyor. İşi söz konusu oldu mu ciddi ve akıllı bir adam ama aşk meşk işlerinde saf halleri var..Aileyi tam olarak çözemedi, zaman zaman bu her biri birbirinden çılgın aile fertlerinden şüphelense de, tam olarak ismini koyamadı. Salih Bademci, tek kelimeyle nefis..O kadar yakışmış ki, karaktere..Üstelik Öyle bir Geçer Zamanki dizisinden sonra tam ters köşe bir karakterle karşımızda. Çok ama çok başarılı, yürekten tebrikler ediyorum..

Şehriban…

Ceyhun oğlumuzun annesi Şehriban, aslında tam Yaren’e uygun bir kayınvalide adayı. Oda kaçık çünkü. Mahallenin meraklı, her şeye karışan kadınlarından. Ceyhun’a aşırı derecede bağlı, bir yandan da evlendirme heveslisi. Çok konuşuyor, hatta bazen nefes bile almadan konuşuyor..Çok komik bir kadın…Anaç bir ev kadını, oğluna uygun gelin adayını bulduğunu düşünüyor. Kandemir ve ailesine karşı sıcakkanlı yaklaşıyor ama oda henüz tam olarak onları çözemedi..Ceyhun’a kapı önünde zorla bir şeyler yedirmek istemesi, arkasından su dökmesi, koskocaman polis oğluna “terini muhafaza et” diye tembihlemesi, bizlere çok ta yabancı değil aslında..Zeynep Kankonde, Kayıp dizisinin sessiz mülayim Elmas’ı, Ulan İstanbul’un deli Şehriban’ı oluvermiş. Üstelik yaşından hayli büyük bir karakteri oynayan Sevgili Kankonde, ustalıkla işin içinden çıkıvermiş. Neşesi daim olsun…

Maşuka..

 Şehriban’ın başına son bölümde bir de Almanya’dan gelen Maşuka çıktı. Ama ne çıkma..Tek kelimeyle bomba..Aksanlı konuşması, her lafın ucunu ihtiraslı konuşmalara bağlaması, çılgın, erkek delisi Maşuka’da şimdiden en gözde karakterler arasına girdi..Onun en büyük yarası malum, bir koca bulamamış olması. Kandemir abimize kafayı taktı ama pek yüz bulduğu söylenemez doğrusu…

                Tüm bu karakterlerin ortak tek bir özellikleri var…İçlerinde, yüreklerinin derininde her birinde ayrı bir yara var…Gerek geçmişten gelen, gerek yeni yeni açılmaya başlayan..Bu ortaklık, onların birbirlerine olan bağlılığını, güvenini artırıyor, belki de ekip başarısı denilen olay, böyle ortaklıklar sebebiyledir, kim bilir..

                Ulan İstanbul, ismi konusunda eleştirildi. Ben ismine çok takılmadım açıkçası, benim eleştirim başka…Amaç ne olursa olsun, kimden alınırsa alınsın, hırsızlığı meşru göstermek bana hiç doğru gelmiyor. Ve fakat dizideki hikâye öylesine eğlenceli ve heyecanlı ki, inanın bu durum hiç sırıtmıyor..Bunu da senaryonun başarısına bağlayalım..Ayta Sözeri, Zihni Göktay gibi sevilen oyuncuları da kadrosunda bulunduran Ulan İstanbul’un daha konuşacak çok karakteri kaldı. Oda bir sonraki yazısına diyerek Ulan İstanbul yazımıza burada son verelim..

                Yolu çok uzun olsun…Yazan, yöneten, oynayan, tüm ekibe yürekten teşekkürler ve sevgiler..Emeklerine sağlık..

                Siyah İnci’den sevgiyle…

                www.twitter.com/blackpearl42
               


                 






23 Temmuz 2014 Çarşamba

Para kara olabilir...Peki ya aşk ?

Geçtiğimiz sezona damgasını vurdu Kara Para Aşk. Hikâyesiyle olduğu kadar, hikâyenin hiç beklemediğimiz şekillere girmesiyle de izleyicisinin dikkatini çeken dizi, oyuncuları ile de çok konuşuldu elbette. Performanslardaki gerçekçilik ekranlardan yüreğimize kadar işledi adeta. Özellikle dikkat çeken iki aşk hikâyesi var dizide. Elif ile Ömer… Nilüfer ile Metin…

Kara Para Aşk özleyenler için yazdığım bu yazının konusu da bu iki aşk hikâyesi..Bakalım kimlermiş bu aşkların kahramanları ve nasıl bir aşkmış onlarınki?

Elif ile Ömer…

Ne kadar ayrı dünyalarda her ikisi de…Biri zengin ve çok güzel bir kadın, diğeri evimizin oğlu neredeyse..Biri şirketini kurtarmanın derdinde, diğeri katilin peşinde…Yaptıkları ortaklık önceleri zoraki ise de, zamanla alıştılar birbirlerine..Alışmakla kalmadılar, bir de aşk girdi işin içine..İşte ondan sonrası koskocaman bir bilmece…

Peki,Elif’i Ömer’e âşık eden ne ? Nasıl kapıldı gitti böyle birden bire..Elif, o güne kadar adeta prensesler gibi yaşamış hayatının her döneminde…Zenginlik, mal, mülk, İtalya ile Türkiye arasında yaşamış kafasına nasıl eserse…Kendi işini de yapmış ama keyfine göre…Yapmış sevdiği iş ne ise..Babasının gözdesi, annesinin biricik umudu olmuş git gide…Her şeyin altüst olmasıyla kaldı ortada sudan çıkmış balık misaliyle. Ödeyemeyeceği kadar borç geldi hepsinin üstüne…Tam nasıl çözeceğim diye uğraşırken,tuz biber oldu kaçırılan kardeşi de..

İşte tüm bunların ortasında buldu Ömer’i Elif..Biraz kibirle ve ukalalıkla yaklaştı başlarda Ömer’e. Ama onun iyi niyetinden emin olduktan sonra, hele hele ona güvenmeye başladıktan sonra her şey daha kolaylaştı Elif açısından. Çünkü Elif, o güne kadar cam bir fanus içindeydi adeta. Her şey çok güzel, her şey tozpembe. Hayatın acımasız arka sokaklarına yürüyünce, ürktü birden bire..Ve güvenmek zorundaydı Ömer’e istese de istemese de…Çünkü dünya farklıydı, işler farklıydı…O ise, işleri düzelteyim derken daha da allak bullak etmişti elbette.

Bu noktada Ömer’e sığındı Elif…Onu Ömer’e âşık eden, Ömer gibi birini hiç tanımamasıydı aslında. Ömer onun, o güne kadar tanıdıklarından çok farklıydı. Babasına bile güvenini kaybetmişken, çevresinde fırsat kollayan bir sürü ikiyüzlü arasında, Ömer o kadar gerçek, o kadar dürüsttü ki…Ve bir o kadar da erkek…Ömer, onun güzelliğinden etkilenmeyen, ona tavır yapabilen, Elif’in ukalalıklarına aynı şekilde cevap verebilen bir erkekti. Ömer’i alt edemedi Elif, Ömer’de Elif’e boyun eğmedi. Sertti, bir parça da maçoydu aslında Ömer..Elif’i en çok etkileyen de bu oldu sanırım. Sahiplenen, koruyan, , yeri geldiğinde o benim sevgilim diyerek elinden tutup çekip alan…Ömer, hem çok duygusaldı, hem de güçlüydü..E bir kadın daha ne isterdi…

Ömer ise, Elif’ten aslında başından beri etkilendi ama belli etmedi. Hatta belki anlayamadı da..Çünkü henüz nişanlısını yeni kaybetmiş, çok yaralı ve sarsılmış bir haldeydi. Başlarda birbirlerine sinir olduklarını da söyleyebiliriz. Ömer’in önceliği iş idi..Karşısında ise inatçı ve ukala bir kadın vardı. Ömer’in ondan etkilenmesi sadece güzelliği değildi elbette. Elif’in olaylar karşısında, ailesini korumaya yönelik tavrı, onlar için elinden gelen her fedakârlığı yapması, Ömer’i etkiledi. Dik durmaya çalışırken, kendisine olan ihtiyacını da fark ediyordu Ömer. Ama o çok fazla duygularını belli etmeyi sevmeyen bir erkek olarak, Elif’in ona gelmesini bekledi. Hatta Elif onu öptükten sonra bile Ömer, emin olmayı bekledi. Ömer için tek engel, hayatlarının arasındaki uçurumdan başka bir şey değil. Ne Ömer, Elif’in yaşantısına ayak uydurabilir, ne de Elif, Ömer’in mütevazı hayatının içine girebilir. Üstelik şimdi Ömer, Elif'in kendine söylediği tüm yalanları da biliyor..Aşk, her şeyi halleder mi bilinmez, ama işin diğer ucunda Elif’in karıştığı kara para olayı, bu aşkın belki de en büyük engeli olacak, kim bilir !!

Nilüfer ile Metin…

Cam fanusun içinde bir kadın daha…Ama karşısındaki adam çok daha başka…İmkânsız, unutulmaz, vazgeçilemez ne yapsa da..Nilüfer, çok genç ama bir o kadarda yaşamış hayatını doya doya…Pek takmamış kafasına…Çünkü ailesi varmış arkasında…İyi hoş ta. Nilüfer, çok kırılgan bir çiçek adeta. Üstelik öyle aman aman bir aşk çıkmamış karşısına..Ta ki Metin onu kaçırana, alıkoyana ve yüreğine alana kadar…Metin, görünüşte kötü ve karanlık bir adam..Bir o kadar da çekici ve duygusal..

 Metin ise, daha fena durumda…Çünkü o görünüşte kötü bir adam..Yüreği ne kadar temiz olsa da…Ne zor bir hayat yaşamış aslında. Tüyler ürpertiyor zaman zaman hatırladıkça…Tayyar gibi bir adamın oğlu olmak yeterince zor iken, bir de bunu saklıyor diğer kardeşinden..Tayyar’ın en büyük sırrı Metin, hayatının arka odası, okunmayan sayfası, zengin ve lüks hayatının karanlık tarafı..Diğer oğlu para içinde yüzerken, Metin o paraları kazanmak için koşturmakta..Üstelik babası tarafından dili kesilen annesinin acısı ve intikam ateşi yüreğini yakmakta..Fırsat kollamakta...Tayyar’ın sonu Metin’in elinden olmalı eninde sonunda..Bu kadar öfkeli Metin, bu kadar soğuk..Bu kadar kötü, bir o kadar da kocaman yüreği…Aynı zamanda çok cesur bir adam Metin. Karanlık hayatının ortasına Nilüfer’i alacak kadar cesur..Ve soğukkanlı..Bu özellik babasından geçmiş olmalı…Ama bu soğukkanlılık sayesinde hiç açık vermiyor,bu da işin en güzel yanı..

Babasının planını uygularken, kaçırdığı Nilüfer, Metin’in kalbinde o güne kadar hiç açılmamış bir sayfa açtı adeta..Nilüfer, aradığı samimi ve gerçek sevgiyi, ilgiyi Metin’de bulacaktı. Metin ise onun şefkatine muhtaçtı..İki yaralı yürek, birinde sevgi eksik kalmış, birinde merhamet…Metin, tüm merhametini Nilüfer’e sunarken, Nilüfer’de tüm sevme gücünü ona saklamış sanki…Onun iyi yanını görmeyi başarabilen tek kadın belki de…Belki de bu yüzden Metin, Nilüfer’e kıyamadı, incitemedi, sırf onu incitmek adına kendi hayatını hiçe sayabildi..Sevdi Metin, sanki tüm sevme gücünü Nilüfer’e saklamıştı. Sevdi Nilüfer, sanki dokunmaya kıyamadığı bir kristal vazoydu Metin. İkisi de ortalarında bulundukları ve aslında onları çok incitecek olaylar arasında, birbirlerini hiç incitemediler..Sadece tüm güçleriyle sevdiler, her imkânsızlığa inat…Metin, kimi zaman uzak durdu Nilüfer’den, sırf ona zarar verme korkusuyla, ama aşkına da yenildi her defasında..Nilüfer ise hiç umursamadı bile kimi sevdiğini, baştan aşağı hata olduğunu bildiği halde..O Metin’in kalbinin en derinlerinde kalan sevgi kırıntılarını toplayıp bir araya getirip kocaman bir yumak oluşturabilmeyi başarmıştı çünkü..Canları çok yanacaktı besbelli, ama ayrılık ta ölüm kadar beterdi..

Elif ile Ömer’in durumu bile çok daha umutlu, Nilüfer ile Metin’e bakarsak…Onlarınki öylesine zor bir aşk ki, nereden nasıl bir araya gelirler bilinmez..

İyi de…

Aşkın kolay olduğunu kim söyledi ki  !!


Siyah İnci’den Sevgiyle…


www.twitter.com/blackpearl42

Dizi dizi diziler...Ruhumun Aynası, Kocamın Ailesi, Kiraz Mevsimi, Güllerin Savaşı


          Yazı biraz gecikti canlarım ama Gazze'deki olaylar sebebiyle, oturup TV dizilerini yazmak çok şık olmayacaktı. Dolayısıyla birkaç gün geçsin istedim. Söz verdiğim zamanlarda yayına girmemesi bu yüzdendi. Güzel kalplerinize ve anlayışınıza sığınıyorum..

RUHUMUN AYNASI

Sevimli bir mahalle komedisi izlemek isteyen buyursun. Açıkçası keyifli ve hareketli sahnelerle dolu ilk iki bölüm sonrasında, güzel vakit geçirebileceğiniz bir dizi diyebilirim. Özellikle Filiz Ahmet, bu tarz bir yapıma çok yakışmış. Neydi o Nigar Kalfa…İçimiz dışımız perişan olmuştu kadının dramından. Neyse ki burada hem yaşına, hem tarzına uygun cıvıl cıvıl, meraklı, iyi niyetli ama bir parça telaşlı Gülpare karakterinde çok sevdim kendisini..Başrolde psikolog Elçin karakterinde Tuba Ünsal’ı izliyoruz ve oyunculukta çok daha iyi yerlerde diyebilirim. Yine de hep şehirli rollerde izledim ben onu. Filiz Ahmet gibi ters köşe bir karakterde izlemek isterim doğrusu. Dizide benim en çok dikkatimi çeken ise Cengiz karakterindeki Murat Akkoyunlu oldu. Tek kelime ile şahane..Performansını hayranlıkla izledim. Her şeyini bir anda kaybeden sosyete doktoru Elçin’in, her şeye sıfırdan başlamasını ama bu defa daha mütevazı bir mahallede işini yapmak istemesini temel alan dizide, mahalleli ile doktor arasında geçen diyaloglarda hayli keyifli. Gülpare’nin, mahallesi ile Elçin Hanım arasındaki uçurumu kapatmak amacıyla arada köprü olma çabaları da işi daha keyifli hale getirmiş..Çok çok iddialı bir konusu olmasa da, dediğim gibi güzel vakit geçirmek için değerlendirilebilir..

GÜLLERİN SAVAŞI
İsmini ilk duyunca ne gülü, ne savaşı demiştim. Meğer kadınların isimlerinden yola çıkarak koymuşlar ismini. Yaz sezonu için biraz dram ağırlıklı bir dizi. Öyle oturayım güleyim eğleneyim derdiniz yoksa izleyebilirsiniz. İlk bölümü izlerken, sanki kış sezonuna çok daha yakışacak gibi geldi... Damla Sönmez, Gülru karakterinde çok başarılıydı. İlk bölümde hayli dikkatimi çekti. Canan Ergüder’i izlerken de, ne kadar özlediğimi fark ettim. Behzat Ç.’de ki Savcı Esra’dan beri onu izlememiştim ben. Şahane bir kadın gerçekten. Ona böyle kibirli, havalı rolleri çok yakıştırıyorum. Ekrana çok yakışıyor, bir o kadarda şık oynuyor rolünü. Uzun yıllar yurtdışında yaşamasına rağmen, kaliteli ve düzgün Türkçesi ile de dikkat çekiyor. Barış Kılıç, zaten çok yakışıklı ve karizmatik. Birde dizide onu estetik cerrah yapmışlar, nasıl yakışmış anlatamam..Ama benim favorim kesinlikle Cihan karakteri ile gönlümüzü kolayca fetheden Sercan Badur..İnanılmaz bir performansı var, diziyi sevmeseniz bile Cihan için seyredilir öyle diyeyim. Tanıdık bir isim de Adını Feriha Koydum dizisinde hep mini eteklerle gördüğümüz Lara karakterini oynayan Feyza Civelek oldu. Gözlerindeki lensler ve sacının rengi değişmiş ama oyunculukta fazla bir ilerleme göremedim ben. Muhtemelen Gülru ile Gülfem arasında hem iş hem de aşk açısından büyük savaşlar yaşanacak gibi görünüyor. Dizi uzun ömürlü olur mu bilmiyorum, çok kararsızım bu defa, çünkü kadro kalabalık olsa da konu çok kısır. Dolayısıyla çok fazla şans vermemekle birlikte, izlenebilecek bir yapım olmuş diyebilirim..

KİRAZ MEVSİMİ

Eh diyeyim..Öyle aman aman, gümbür gümbür bir konusu yok..Ama sevimli bir hikâye…İzlerken hiç sıkılmadım..Fazlasıyla alıştığımız türden bir üçlü aşk var yine..Bu kadar çok dizi olunca, konularının ister istemez birbirine benzemesi kaçınılmaz. Bir iki tanıdık isim dışında ben hep yeni yüzler gördüm, açıkçası çok ta aklımda kalacak performanslar değildi, üzgünüm..Ama bir Neslihan Yeldan gerçeği var şimdi Allah için..Kadın öyle bir oynuyor ki, bayıldım kaldım. O da şehirli, zengin ve birazda kibirli bir kadın rolünde oldukça iyi elbette. Birkaç bölüm sonra işler ne noktaya gelir bilemem ama ilk bölümden bana hissettirdiği pek uzun ömürlü gibi görünmüyor..

KOCAMIN AİLESİ

Kocamın ailesi yeni diziler arasında ilk sırada yer alabilir. Ailecek izlenebilecek bir komedi dizisi. İçinde dram da barındıyor ama dozunda kullanılmış. Yonca karakterindeki Selen Seyven çok iyi iş çıkarmış, beni şaşırttı açıkçası..Fazlasıyla doğal, mimikleri hayli yerinde ve sevimli..Hayli kalabalık bir kadrosu olan dizi, çok eğlenceli ve bir o kadarda hüzünlü..Yıllar önce kaybolan çocuklarını arayan bir aile, kaybettiği ailesinin özlemini çeken genç bir doktor, bu doktorun aile kavramına çok farklı bakan karısı ve tüm bütün bunlar bir araya gelince neler olur? Üstelik bilmeden bu iki aile aynı binada otururlarsa ortalık nasıl karışır, hep birlikte göreceğiz. Kadrosu hayli kalabalık ve çok iyi oyunculardan oluşan dizide, özellikle Ayşenil Şamlıoğlu ve Yıldız Kültür’ü bir araya getirme fikrini ortaya atan kimse alkışlıyorum. Kayınvalide-gelin karakterinde ikisi de şahaneler. Birde ülkemizin Benjamin Button’larından Yeşim Salkım var elbette. Sürekli gençleşip güzelleşen ve şehirli kadın rollerine çok yakıştırdığım Salkım, sakin bir mahalle ailesinin havalı ve zengin gelini rolünde çok şık...Dolayısıyla sevdiğim pek çok yüzü görmenin keyfi bir yana, eğlenceli hikâyesi ile de hayli yükselişte olan Kocamın Ailesi, çoluk çocuk takip edilebilecek bir yapım olmuş..