Ve nihayet uzun bir aradan sonra
Muhteşem Yüzyıl yazmaya geldi sıra..Bu sezonun ikinci yazısını yazıyorum
Muhteşem Yüzyıl ile ilgili. Çok söz birikti ama ben son üç bölümü
yorumlayacağım kendimce..Ama öncelikle belirtmek istediğim bir nokta var..
Sinemada, tiyatroda,
televizyonda, müzikte, resimde, sanatın hangi dalında olursa olsun, baskıyla ve
zorlamayla yapılan bir takım faaliyetlere, kesintilere, değişikliklere yani
kısacası sansür adı verilen her türlü olaya karşıyım. Zira bu tarz baskılar sonucu
yapılan her şey eğreti duracak, sahici ve samimi olmayacaktır. Son zamanlarda
Muhteşem Yüzyıl için yapılan ağır eleştirilerin, dizinin genel yapısında gözle
görülür değişikliklere yol açtığı görülmekte. Belki de sırf bu yüzden bu güne
kadar hiç görmediğimiz pek çok ilginç sahneyi de bu sayede seyretmiş olduk.
İçimize sindi mi..Bana sorarsanız hayır..Eleştirim, kılık kıyafetin
kapatılmasına, ibadetlerin yapılmasına, İslami öğelerin ön plana çıkarılmasına
değil elbette..Benim eleştirim, bütün bunların bugüne kadar yapılmayıp ta, bir
takım eleştiriler sonucu gözümüze sokulmasında..Üç sezondur aklınız neredeydi
diyesi geliyor insanın..
Gelelim son zamanlarda gözümüze
çarpanlara..
Hatice Sultan ve onun fısır fısır
ağlamaklı konuşmasından bana fenalık geldi canlarım..Hele o saçları yok mu..Ne
oldu kıvır kıvır şahane saçlarına anlamadım. Roma dizisini seyredenler daha iyi
anlayacaklardır beni..Oradaki Roma prenseslerine ne kadar benzedi kadın..Yüzünü
gören sanki bir felaket haberi verecekmiş sanıyor. Fazlasıyla mutsuz, suratsız
ve dahi sevimsiz elbette. Ben çok bunalıyorum Hatice Sultan’ı seyrederken ve
Pargalı’ya da hak vermiyor değilim. Taht,saltanat için bile katlanması zor
böylesi kadına..
Kanuni’nin zehirlenmesinde en dikkat
çeken iki kişi Hürrem ve Pargalıydı..Her ikisinin gözyaşları da çok
inandırıcıydı. Ama insan düşünmeden edemiyor..Acaba bu gözyaşları bir parçada
kendileri için olabilir mi..Öyle ya..Diziyi seyredip de içine düşmeyenlerden
biriyim. Yani tarihsel gerçeklerle, kurgusal saçmalıkları birbirine
karıştırmayacak kadar aklım başımda çok şükür. Ama yine de, hikâyeyi
seyrederken, insanın aklına ister istemez, gerçekten haremdeki kadınların
hayatta kalma savaşı geliyor..Onca saltanat, ihtişam arasında ne korku dolu bir
yaşam düşünsenize. Her an ölüm korkusu, kim kimin adamı belli değil. En
güvendikleriniz, düşmanınızın ajanı çıkabiliyor. Cana kıymak, tavuk kesmek
kadar doğal..Pahalı mücevherler, taçlar, kıyafetler olsa ne olur. Her an ölme
korkusuyla yaşamak korkusuyla, tadı mı çıkar o saltanatın..Ben elbette ki
haremin bu kadar kötülük dolu olduğuna inanmıyorum. Ama kadınların yaşamı
gerçekten zormuş o dönemde bunu anlamak zor değil canlarım. Her şeyi bir kenara
bırakın, hangi kadın sevdiği adamı pek çok kişiyle paylaşır. Hangi zamanda
yaşarsa yaşasın, kadın kadındır. Süregelen taht kavgası, kadınlar arasındaki
rekabet ve elbette ki yarına sağ çıkıp çıkmayacağını bilememek korkusudur
beklide Hürrem’i ağlatan kim bilir..Asıl dert Sultan Süleyman’ın ölmesi falan
değil aslında. Taht kime kalacak derdinde herkes. Ve eminim, tahta çıkma sırası
Mehmet’te olsa, Hürrem bırakın ağlamayı, çoktan lokmalar dökmeye başlamıştı
bile..
Gelelim Hürrem Sultan’ın sözde
kıldığı namaza..Pardon da sosyal medya sallanmış, neymiş efendim olay olmuş
Hürrem’in namazı falan filan..Ne namazı kardeşim. Kadın namaz falan
kılmadı..Oturmuş seccadenin üstüne sağa sola iki selam verdi o kadar..Yani bir rükû,
bir secde yaptırın da namaz kıldı diyelim. Oturduğu yerde başı yarı açık, iki
yana selam verip el açtı o kadar..Bu kadar ortalığı ayağa kaldıracak bir durum
yok yani..Ama üç sezondur boyun boğaz göğüs açıkta gezen Hürrem’in bir anda
türbanlara bürünüp,seccadeye yüz sürmesi sanırım büyük olay olsa gerek..Öyle
ya, Padişah İslam devletini yaymaya uğraşırken, haremde kan gövdeyi götürüyor.
Ve bu noktada insanın aklına iktidar mı büyük, aşk mı sorusu geliyor?
Hürrem Sultan’ın türbanları
demişken,zoraki kıldırılan namaz gibi, zoraki kapatılan başlar, gerdanlar da
pek inandırıcı gelmedi bana..Hele Hürrem Sultan’ın son derece şık türbanları o
devirde var mıydı bilmem ama pek yakıştıramadım ben kendisine..
Pargalı’nın gözyaşları ise bana daha
sahici geldi. O ne kadar kibirlense de, Sultan Süleyman’ı çok seven biri.
Gerçekten sadık. Tarihsel sırayı izleyen dizinin Ramazan ayı girmesiyle
Pargalı’nın ölümü de yaklaştı. Meral Okay’ın ölümünden sonra hayli keyfi kaçan
dizi, Pargalı’nın ölümüyle çok ama çok kan kaybedecek, yazıyorum buraya..Çünkü
Okan Yalabık öyle oynadı ki rolünü, biz Pargalı İbrahim’i yüzlerce yıl önce
değil de, sanki dün evimizde misafir etmişçesine benimsedik,
sevdik..Pargalı’nın yerini Rüstem tarihte doldurmuş olsa da, dizide biraz zor
görünüyor. Son birkaç bölümdür Pargalı-Hürrem savaşı iyice şiddetlenirken,
Hürrem’in gücünün farkına varan Rüstem paşa da, Pargalı’nın karşısında yerini aldı.
Bu arada Hürrem’in her olaydan, yaptığı her kötülükten,tereyağından kıl çeker
gibi kolaylıkla sıyrılması da cidden kabak tadı vermeye başladı. Şükretsin ki,
yanındakiler çok sadık..
Hazır sıyrılmak demişken,
dizimizin en çok hatayı yapan ama aynı zamanda en uzun ömre sahip Nigar
Kalfasından söz etmemek olmaz. Yerinde bir başkası olsa çoktan kellesi
uçurulmuştu, değil haremde sarayda gezinmek, çoktan boylamıştı denizin dibini
Nigar Hatun. Ve fakat Nigar karakterinin bu kadar uzun soluklu olmasının bana
göre en önemli sebebi Filiz Ahmet karizmasıdır, çekiciliğidir, güzelliğidir
canlarım. Çok ama çok beğeniyorum kendisini de, oyunculuğunu da..Sanırım bu
kadar olay sonrası sürekli affedilmesinin sebebi Pargalı gibi karizmatik bir
adama yakışacak şıklıkta bir karakteri başarıyla oynamasının etkisidir.
Son üç bölümde gözüme takılan şu
meşhur rüya sahnesine de değinmeden edemeyeceğim doğrusu. Hani Sultan
Süleyman’ın gördüğü rüyanın yorumunu yapan Yahya Efendi..Yahya Efendi’yi
oynayan da Hamdi Alkan..Kusura bakmayın ama üç sezondur izlediğim,yazdığım onca
karakter arasında hiç ama hiç olmayan bir roldü onunkini.Bir de rüyayı
yorumladı. Ne dese iyi..Bu kişiler hakkında bir karar vereceksiniz. Şunu yedi
yaşındaki çocuk bile söyler. Zannettim ki, böyle yüceltilen abartılan Yahya
efendi çok ilginç bir rüya yorumu yapacak ama beklediğim çıkmadı..
Ve rolüne hiç ama hiç uymayan bir
karakter de son bölümde karşımıza çıktı..Şah Sultan karakteri ile Deniz Çakır.
O kadar oyuncunun arasında bula bula Deniz Çakır’ı bulmuşsunuz iyi hoş tamam
ama hiç karakterinin ağırlığında bir oyunculuk sergilemedi bu bir..İkincisi,
Deniz Çakır’ın yarı Ferhunde, yarı İffet tarzı bakışları, konuşmaları bana hiç
hoş gelmedi bu iki..Ayrıca, bu kardeş neden Valide Sultan öldüğünde ortaya
çıkmadı. İnsan annesinin cenazesine gelmez mi..Hatta ve hatta bildiğim
kadarıyla Sultan Süleyman’ın 4 kız kardeşi var..Hatice,Şah,Hafise ve
Fatma..Hatice yi biliyoruz. Hafise de Beyhan olmuş sanırım. Şah ve Fatma bugüne
kadar ortalıkta hiç görünmediler. Annelerinin cenazeleri dâhil. Şimdi iyice
kısırlaşan konuya bir hareket getirmek amacıyla yeni bir karakter alınacaksa,
bu hesap ta yapılmalıydı diye düşünüyorum..Dizinin son sahnesinden anladığım
kadarıyla birkaç bölüm Şah Sultan Hürrem ile uğraşacak. Sonra oda yenilecek ve
ortadan kaybolacak. Seyirciyi de birkaç bölüm daha oyalamış olacaklar.
O değil de..Ben asıl Pargalı’nın
boşluğunu nasıl dolduracaklar bunu merak etmekteyim..Seyredelim ve
görelim..Şimdilik Muhteşem Yüzyıl’dan bu kadar yetsin canlarım..Bir sonraki
Muhteşem Yüzyıl yazısında bu yazıda adı geçmeyenleri konuşmak üzere..
Siyah İnci’den sevgiyle..
www.twitter.com/blackpearl42
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder