31 Mart 2012 Cumartesi

Omuzlarında yalnızlığın dayanılmaz ağırlığı ile Güney nereye gidiyor..

Kuzey & Güney bu hafta, geçen haftanın gerilimi ve heyecanı en yüksek noktasından başladı, Güney’in hayatını altüst edecek bir olayla da noktalandı. Şüphesiz ki, geçen haftaya göre daha sakin bir bölümdü. Ama bu sakinliğin içinde öylesine bir dram işleyip yansıttılar ki ekran başındakilere, sanırım başlıktan da bugünkü konumuzu anladınız. 

Önce bu bölüme şöyle bir genel olarak bakıp gözümüze takılanları konuşalım. Kuzey’in Ali tarafından kurtulması hepimiz tarafından bekleniyordu elbette. Dolayısıyla çok fazla bir heyecan hissetmedim ben seyrederken. Belki o mezara Ali gömülmüş olsaydı, bir parça daha heyecan dozu artardı. Ama Kuzey’in başrolde olması ve haliyle kurtulma ihtimalinin kesin olması sebebiyle, sonucunu bildiğimiz olaylardaki sakinlik mevcuttu bendenizde. Sadece mezar sahnesinin gerçekten nefes kesici olduğunu söylemeliyim. Nefes kesici derken mecaz yaptığımı sanmayın. Gerçekten insanın kendisini o daracık yerde düşünmesi, hele hele canlıyken bunu yaşaması kadar korkunç bir şey olamaz sanırım. Ama Ali gibi dostun varsa,   bin tane Ferhat gibi düşmanın olsun ne olur ki. En nihayetinde Kuzey kurtuldu, Ali bir kez daha dostluğunu gösterdi, Ferhat odunu kafasına yedi, Simay ailesi tarafından terk edildi ve her şey gönlümüze göre sonuçlandı.

Ne yalan söyleyeyim, Ali-Kuzey dostluğunu seyrederken imrenmemek mümkün değil. Yemek sonrası Ali evden giderken, Kuzey ile karşılıklı bakışma sahnesine dikkat ettiniz mi bilmem. İşte budur dedim ben, dostluk budur, kardeşlik budur, bir bakışta teşekkürünü ve minnetini anlatabilmek, bir bakışla yaptığının zerrece önemli olmadığını anlatabilmek, konuşmadan karşılıklı anlaşabilmek. Ve Tatlıtuğ ile Kocaoğlu’nun devleşen oyunculukları sayesinde bunu seyirciye de anlatabilmek. Bu bölümün en nefis sahnelerinden biriydi kuşkusuz.

Bu arada Cemre erkek olaymış, Kuzeyi bile geride bırakacakmış delikanlılıkta. Güney’e sokak ortasında verdiği adamlık, insanlık,dostluk ve kardeşlik dersinden sonra düşündürdüğü şey bu oldu bende..

Dostluğun en güzelini yaşarken, aşkın en güzelini de yaşıyor Kuzey farkında bile olmadan. Benim dikkatimi çeken bir diğer sahne Zeynep'in evindeki yemek sahnesinde Cemre’nin masa başında kendi iç sesi ile yalnız kalmasıydı. Bir tek insanın iç sesi, seyreden binlerce kişinin kalbini sızlatır mı? Cemre ise sızlıyor işte... Ve yemekte, Cemre’nin şirkette hoşlandığı biri olduğunu söylediği an Kuzey’in bakışı, yüreğinin hop edişi,yüzünün renkten renge girişi de aslında onun da Cemre’yi, en az sevildiği kadar sevdiğini bir kez daha gösterdi..

Hep uzaktan, içten ve giderek derinleşen bir aşk yaşıyorlar aslında Kuzey ile Cemre..Ben bu ikilinin bir araya gelmemesinden yanayım. Böylece o gizli ama güçlü aşkın büyüsü bozulmamış olacak..Ama Zeynep gibi sarılışından, konuşmasından, gülüşünden, öpüşünden yapmacıklık akan bir sıradanlıkla da sinirimi bozmak istemiyorum açıkçası. 

Gülten Hanım içinde küçük bir cümlem var. Gülten Hanım gibi annen olsun, yüz bin tane derdin olsun arkadaş ya. Kadın bir gülüyor, hiç gülesi yoksa bile insanın yüzü gevşemeye başlıyor. 

Kuzey sonunda girişimcilik ruhunu Özmakara ile beslemeye karar verdi. Babası da elbette her zamanki gibi yanında ve destek idi. Ve bir güzel sahne de, babasının ilk makara deneyiminden sonra, Kuzey’e sevgiyle,inançla,güvenle bakan gözlerini görmekti. Ama elbette ki,bu girişim, neredeyse iki kardeşin birbirine girişmesine yol açtı. Hele Ferhat ve Simay’ın karıştırdığı küller, kaza olayının ateşini canlandırıp, Güney’in hiç beklemediği bir anda polisi karşısında bulmasıyla sonuçlanınca. Güney’in bu ihbar için şüphelendiği tek kişi Kuzey olacaktı elbette..Çünkü o anda Kuzey ile Ali, yanlış zamanda, yanlış yerde duruyorlardı ..


En nihayet Güney…

Güney her geçen gün istediği hedefe doğru adım adım yaklaşıyor elbette buna itirazımız yok. Güney zirveye giderken, yanına yalnızlığın dayanılmaz ağırlığını alabildi sadece. Ve bu yük eminim daha da artacak ileride. Bir insan için kardeşi tarafından “Hiç kimse” olarak nitelendirilmenin azabını, evine bir yabancı gibi gelmenin ve kendi ailesinin yemek masasında, kendi boşluğunun yabancılar tarafından doldurulmasının ızdırabını yaşadı Güney. Çevresindeki herkes ona sırtını dönmüşken, Güney için Banu gibi her an kopmaya hazır bir pamuk ipliğine sarılmak ne kadar kurtarıcı olabilirdi ki? Hele hele Banu hakkında öğrendiklerinden sonra.  En sevdiklerini dipsiz kuyulara indirip, orada yalnız bırakırken, kendi öz kardeşinin hayatını,kendi menfaatleri uğruna harcarken, para,güç, kariyer kazanırken, kendi öz babasını bile konuşmak için ayağına çağıracak kadar kibirlenmişken, hiç düşünmedi Güney bunun bedelini..

Ama o bedel hiç beklemediği anda, karşısına çıkıverdi..Ve kendi evinin merdivenlerinden gözyaşları içinde aynı dipsiz kuyuya indiğini fark ediverdi aniden..Hak edilmiş hüzünlü bir yalnızlığa müebbet mahkûm olduğunu anlamanın en güzel kanıtıydı gözyaşları.  

Güney mutsuzdu ve mutsuz olacaktı. Zira hangi güç, hangi para yalnızlığa çare olabilmiş ve onun getirdiği hüzne sihirli bir değnek gibi dokunup mutluluğa çevirebilmişti ki ?.. Ve hangi aşk, hangi zenginlik kurtarabilirdi onu, içine düştüğü hırs ve yükselme tutkusunun sürüklediği yalnızlıktan..Hele polis artık kapısına dayanmışken, belki de en büyük yalnızlığını yaşayacaktı yalnız insanlar arasında bir hapishane koğuşunda..

Bakalım önümüzdeki bölümler bize bu sorularımızın cevaplarını ne şekilde verecek..Güney mi kazanacak, yalnızlık mı göreceğiz..Şimdilik Kuzey&Güney'den bu kadar..

Siyah İnci’den sevgiyle…

            www.twitter.com/blackpearl42

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder